Tarih: 16.10.2021 12:45

Kuzular aslan olana kadar

Facebook Twitter Linked-in

TÜGVA ile “TÜGVA hakkında konuşabilecek, dahası yazı yazabilecek” bir ilişkim olduğunu söyleyemem. Hep takip mesafemde oldular fakat. Bir kez bir tiyatro okulu kurmaları için yetkin isimler önerdiğimi, bir iki kez de çıkardıkları dergilerle alakalı istişare toplantılarına katıldığımı net şekilde hatırlıyorum.

Bundan bir önceki yönetim zamanında “dostum” demekten mutluluk duyduğum TÜGVA Başkan Yardımcısı Suat Kır ile yakın bir iletişimim olmuştu fakat o ilişki TÜGVA üzerinden değil, ünsiyet üzerinden ilerlemişti.

Birkaç kez (toplam rakam on değildir mesela) TÜGVA temsilciliklerine konferanslara gittiğimi de hatırlıyorum elbette. En şaşırdığım mesele beni arayan çocukların bana “hocam telif talebiniz ne kadar?” diye sormuş olmalarıydı. Ben her seferinde “arkadaşlar, siz STK’sınız. STK’dan konferans için telif talep edilmez. Talep eden olursa da bence STK olduğunuzu kendisine nezaketli şekilde hatırlatın” cevabını verdim.

Yine eski yönetim zamanında sebebini bilmediğim şekilde önce bazı şehirlerdeki temsilciliklerden konferans talepleri için arandığımı, sonra nedense tarihi belirlenmiş konferanslarımın iptal edildiğini falan hatırlıyorum.

Yine de Allah şahit, hem TÜGVA’nın çalışmalarını son derece önemsediğim için, hem de Mustafa Şen ve İhsan Aktaş gibi “güzel abiler”in oradaki varlığı sebebiyle bunları hiç sorun etmedim.

TÜGVA’nın yeni başkanı Enes Eminoğlu ile de başkanlığı sonrası bir kez bir araya geldik. Bendeki intibaı şuydu Eminoğlu’nun: İşini çok önemsiyor, sivil toplum çalışmaları ile ilgili net fikirleri var ve gençlerle ilgili güzel hayallerini hayata geçirmek istiyor. “Allah gayretinizi artırsın” duası ile ayrıldığımı hatırlıyorum yanından.

Yine de “en favori gençlik STK’m” hiçbir zaman TÜGVA olmadı. Genç İHH, Yedi Hilal, Mostar Gençlik gibi yapıları, Genç Dergisi çevresini daha çok benimsediğim doğrudur. Fakat ne önemi var? Her birinin “hangi amaca hizmet ettiğini” adım gibi biliyorum ve o amaç için nefes alıp veriyorum.

TÜGVA ile ilgili bu kişisel geçmişimi niçin böyle uzun uzadıya anlattığım sorulursa cevap olarak derim ki: Çünkü birazdan yazacağım satırların kişisel olarak algılanmasının, hele hele bir “danışıklı dövüş” zannedilmesinin önüne geçmem gerekiyordu da ondan.

Şimdi söyleyeceklerime gelebilirim. Misal gâvurların bir istihbarat servisine çalışıyor olsam TÜGVA’yı Türkiye’de “kendisiyle özel olarak ilgilenilmesi ve yıpratılması için profesyonel çalışma yürütülmesi gereken bir kurum” olarak listemin baş taraflarına yazarım.

Bunun iki sebebi olur. Birincisi, TÜGVA’nın bizatihi “Türkiye fikrini ve hayalini organik olarak bünyesine yerleştiren gençler” yetiştirmedeki gayreti, ikincisi de TÜGVA’nın gençleri son derece nitelikli birer insana dönüştürmekte uyguladığı eğitim-öğretim programlarının gücü.

Bunu bir kez yazmıştım, bir kez daha yazayım. İdeolojik olarak yanında ya da karşısında olmamız fark etmez. “Kapalı görünüm” arz etmeyen her STK’nın memlekete zararları değil faydaları dokunur. Bu bakımdan böylesi yapıları FETÖ’ye, bilmem neye benzetmeye çalışanların yaptıklarında iyi niyet aramak beyhudedir. Bunu bir hesapla, bir ince ayarla yaptıklarını düşünmemek için elde hiçbir delil yoktur. Kapısını çaldığında girebileceğiniz, sonuç alıp almayacağınızdan bağımsız olarak çaylarını içip düşüncelerini dinleyebileceğiniz, varsa derdinizi anlatabileceğiniz yapılardan korkmak gereksizdir.

TÜGVA açıkta, ortada, meydanda hareket eden ve bu bakımdan da bütün eleştirilere açık bir yapı bence. Aksi istikamette bir iş yaptıklarını görmüş değilim. Görürsem de şükürler olsun bunu yüzlerine söyleyecek, “arkadaş, kapalı görünüm arz ediyorsunuz” diyecek ilişkim de var cesaretim de.

Yok “şu yöneticisi şu kıza böyle yürümüş”, yok “şurada yurt yeri meselesinde şöyle bir yazışma varmış.” Geçin efendiler bunu. Derdiniz ne ahlâkî nizam ne de yurt meselesi. Derdiniz çektiğiniz leş gibi operasyonlarla doğrudan doğruya Türkiye’yi “sessiz devrimleri” ile değiştiren yapıları birer birer devirmek. Değil TÜGVA gibi gözbebeği bir organizasyonu, yedi üyeli bir cami derneğinin yedinci üyesinin abdest alırken sağ ayağına giydiği takunyanın tabanını sizin operasyonunuza kurban verirsek “yuf olsun” bize.

Şimdi bir de çuvaldız gelsin mi kendimize? Sivil toplumun ana şartı “sivil kalmaktır” malum. Ve inanınız ki bizim o kadim sosyolojimiz, mahallemiz yani, her türlü STK’mızın “sivil alanda” kalmasını sağlayacak maddi manevi güce sahiptir. Biz tembelleşirsek STK’larımız bizi uyaracak, STK mahmurlaşıp hantallaşırsa biz onu hizaya sokacağız.

Böyle yaparsak inanın her şey “olması gereken devir ve düzende” ilerleyecek ve işte o zaman her şey gerçekten güzel olacak. Yeter ki şu “defansif” yalpalama halinden kurtulalım: “Kalkın kalkın, kuzular aslan olana kadar!”




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —