Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Kuvvetler ayrılığı gitti kuvvetler birliği geldi

Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Ergun Özbudun, Taha Akyol’a konuştu.

Kuvvetler ayrılığı gitti kuvvetler birliği geldi

İHM kararları bağlayıcı mıdır? 

Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra insan haklarının korunması, sadece milli hukukların konusu olmaktan çıkıp evrensel karakter almış, milletlerarası hukukun da koruması altına alınmıştır. Avrupa Konseyi bünyesinde 4 Kasım 1950’de imzalanan “İnsan Hakları ve Temel Hürriyetlerin Korunmasına İlişkin Sözleşme” (AİHS), bunun en önde gelen örneğidir.

Türkiye, bu Sözleşmeye baştan itibaren katılmış, Sözleşmenin kurduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru hakkını 1987, AİHM kararlarının bağlayıcılığını da 1989 yılında kabul etmiştir. Dolayısıyla AİHM kararlarının bağlayıcılığının kabulü, Türkiye bakımından uyulması zorunlu bir milletlerarası taahhüttür. 2004 Anayasa değişikliği ile bu yükümlülük, iç hukuk bakımından da teyid edilmiştir.

Bu değişiklikle 90. maddeye eklenen cümleye göre, “Usulüne göre yürürlüğe giren milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”

Dolayısıyla AİHM kararlarının bağlayıcılığı konusunda bir tereddüt olmaması gerekir. İhtilaf, bağlayıcılık kavramına atfedilen farklı anlamlardan doğmaktadır. Bir görüşe göre, bağlayıcılığın tek hukukî sonucu, ihlâlin tespit edildiği davanın yeniden görülmesidir.

Ancak yerel mahkeme, ilk kararını değiştirebileceği gibi, bunda ısrar da edebilir. Benim de katıldığım ikinci görüşe göre ise kararın bağlayıcılığının anlamı, AİHM kararında tespit edilen hak ihlâlinin tümüyle giderilmesidir.  

YAPTIRIMLAR VAR 

‘AİHM kararları bizi bağlamaz’ diye devam edersek ne olur? 

“AİHM kararları bizi bağlamaz.” görüşünde ısrar edildiği ve ihlâl giderilmediği takdirde, Sözleşmenin 46. maddesi gereğince, Mahkemenin kesinleşmiş kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir.

Elbette ne AİHM’nin ne Bakanlar Komitesi’nin elinde kararın cebren infazını sağlayacak bir araç vardır. Avrupa Konseyinin en yüksek siyasal karar organı olan Bakanlar Komitesi de siyasal bir organdır ve uygulayabileceği müeyyideler de ancak siyasal nitelikte olabilir. Ancak bunlar, durumun vahametine göre Avrupa Konseyi üyeliğinden geçici çıkarma veya tamamen çıkarma gibi çok ağır müeyyideler olabilir.

Türk yetkililerin, “Türkiye Avrupa için çok önemli bir ülkedir. Komite nasıl olsa bize böyle bir müeyyide uygulamaz.” kolaycılığına kapılmamaları gerekir. Türkiye Avrupa için önemli olduğu kadar, Avrupa da Türkiye için önemlidir. Bakanlar Komitesi’nin Avrupa Konseyi’nin ruhunu temsil eden AİHS’nin sistemli ihlâline karşı sessiz kalması da beklenemez. 

MİLLİ EGEMENLİK VE AİHM  

AİHM kararlarını bağlayıcılığını savunmanın milli egemenlik ve milli bağımsızlığa aykırı olduğunu, bunun milli egemenliğin yargı yetkisinin uluslararası bir yargıya devretmek olduğunu söyleyenler var. Ne dersiniz? 

Bu iddialar tamamen temelsiz ve gerçek dışıdır. AİHM’nin denetim yetkisinin kabulü, hiçbir şekilde, milli egemenliğin ve yargı yetkisinin milletlerarası bir kuruluşa devredildiği anlamına gelmez. Bildiğim kadarıyla hiçbir ciddi hukukçu böyle bir iddiada bulunmamıştır.

Gerçekten AİHM, milli yargı mercilerinin üstünde bir üst temyiz mercii değildir. AİHM’nin ihtilaf konusunda milli yargı mercilerinin yerine geçip kesin karar verme gibi bir yetkisi yoktur. AİHM’nin yetkisi, bu işlemle Sözleşmenin ihlâl edilmiş olup olmadığını tespitten ibarettir. İhlâli gidermek, milli mercilerin görevidir. Bu anlamda AİHM denetiminin “ikincil” nitelikte olduğu konusunda da bir tereddüt yoktur.

Öte yandan AİHS’yi imzalamış ve AİHM kararlarının bağlayıcı etkisini kendi serbest iradesiyle kabul etmiş bir üye devletin, ihlâli giderme yolunda hukukî bir yükümlülüğü olduğu da açık bir gerçektir. Tüm Avrupa Konseyi üyesi devletler, bu denetimi kabul etmekle, milli egemenliklerini veya yargı yetkisini devretmiş olduklarını düşünmemişlerdir.  

Öte yandan AİHM’nin Türkiye aleyhindeki bazı son kararlarında AİHS’nin 18. maddesine atıfta bulunmuş olmasını, Mahkemenin siyasallaştığı, Türkiye aleyhinde siyasi projelere alet olduğu şeklinde yorumlamak da, tamamen temelsiz bir iddiadır.

AİHS’nin 18. maddesine göre, “Anılan hak ve özgürlüklere bu Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz.” Burada kastedilenin, kısıtlamaların “siyasi” amaçlarla kullanılması olduğu açıktır.

AİHM’nin elbette, bu açık hükme dayanarak, kanıtlar böyle bir durumun varlığını gösterdiği takdirde, bu tür bir tespitte bulunma yetkisi vardır. Bunu, Mahkemenin, adeta bir siyasi komplonun aleti haline gelmesi şeklinde nitelendirmek, akıl ve insafla bağdaşamaz.  

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER