GÜNÜMÜZ dünyası hemen her ülkede ortak doğruların alanının daraldığı, farklı görüşlerdeki grubun kendi doğrusunu kıskançlıkla koruyup başka fikirlere, eğilimlere, etkilere kendisini midye gibi kapadığı bir dünya. Hayatın akışındaki hızlanma, ekonomideki dönüşüm, teknolojik gelişmenin emek piyasasında ve toplumsal ilişkilerde yarattığı deprem, bireyler ve toplumlarda dehşetli bir güvensizlik duygusu uyandırıyor. Bu güvensizliğin yol açtığı gelecek korkusu da içe kapanmayı, siyasal anlamda da kutuplaşmayı besliyor.
Türkiye bu bakımdan dünyadaki eğilimlerle ziyadesiyle uyum içinde. Kutuplaşmada fevkalade başarılı bir sicile sahip. Türkiye´yi kutuplaşmadan mustarip diğer ülkelerden ayıran önemli bir özellik, dış düşman algısının ve kaygısının burada daha yoğun ve gündelik hayatı etkiler düzeyde olması. Kamuoyu yoklamaları tutarlı şekilde Türkiye´de yaşayanların başka ülkelere büyük sempati beslemediklerini gösteriyor. Dönem dönem bazı ülkeler ön plana çıksa bile her zaman yerlerini muhafaza edemiyorlar.
Bu da dış politika söz konusu olduğunda Türkiye kamuoyunu ?yalnız kurt? olarak davranmayı daha muteber gören bir tavra itiyor. Şu sırada hemen herkesle kavgalı bir ülke için bu tavır şaşılacak bir tavır değil. Ancak Kadir Has Üniversitesi´nin son yayınlanan Sosyal ve Siyasal Eğilimler araştırmasına göre ?Dış politikada Türkiye kendi başına hareket etmelidir? diyenlerin oranında da son beş yılda hatırı sayılır bir düşüş var. 2017´de bu görüşü savunanların oranı yüzde 16 civarında.
ABD baş düşman konumunu artık kimselerle paylaşmıyor. İsrail´in bile önüne geçmiş durumda. Buna karşılık Kadir Has araştırmasında NATO´ya destek yükselmiş. Kafaları karıştıracak tezatlar bununla sınırlı değil. Genelde haşa tiyatro ve sinemaya gitmeyen, kitap ve gazete okumayı sevmeyen ve neredeyse bu ilgisizlikten gurur duyan kamuoyu taban tabana zıt görüşleri büyük bir rahatlıkla savunabiliyor. Ancak bu denli derin bir ilgisizlik söz konusu olduğunda aş ve iş dışındaki konularda neye göre karar verip tercih belirtebiliyor sorusunun cevabı da ?Televizyon izlemek? oluyor. Medyaya duyulan güvenin iki buçuk kat artmış göründüğü bir araştırma açısından ekonominin iyi yolda gittiğine inanılması da mantıklı bir sonuç sayılabilir.
GEÇİŞKENLİK YOK
Vatandaşın OHAL´den şikâyeti yok. Ama kalkması isteniyor. Gerçi Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından yapılan Türkiye´de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması´nda vatandaşlar OHAL hakkında ancak aile ve yakın arkadaş ortamlarında konuşmayı tedbirli buluyor. Geleneksel medyada kendi eğilimlerine uygun, önyargılarını ve düşüncelerini pekiştirecek kanalları ve gazeteleri izlerken, sosyal medyada da kendi eğilimlerine uygun kişileri takip ediyor. Yani gruplar arasında geçişkenlik pek yok. Zaten gene Bilgi Üniversitesi araştırmasından anlıyoruz ki bir partinin taraftarı iseniz karşı olduğunuz partiden birileriyle ne komşuluk etmek, ne evlilik ilişkisine girmek istiyorsunuz. Çocuklarınız oynamasın ve o kişilerle iş yapmayayım diye düşünüyorsunuz.
Kadir Has´ın araştırmasında toplumun yüzde 62.5´i Türkiye´yi demokratik, yüzde 65´i ise modern buluyor. Modernliğin önemli ölçülerinden birisi, eğitim konusuna bakış ve dinin bilimsel bilgi ile ilişkisinin tanımlanmasındadır. Bu durumda Bilgi´nin araştırmasında Türkiye´de dinin başat gerçeklik olarak kabulünü isteyen çok yaygın bir kanı var. Bu kadına bakışı dolayısıyla da modernlikle bağlantıyı da etkiliyor. ?Din ile bilim çelişse dahi din her zaman daha doğrudur? diyenlerin oranı yüzde 55.2. Yaşanan onca olaya rağmen ?Bir insan dindarsa ahlaklı da olur?diyenlerin oranı ise yüzde 46.
Kendi içinde bunca bölünmüş, kutuplaşmış ve karşısındakine değer vermeyen bir nüfusun hâlâ bir toplum oluşturup oluşturmadığı önemli bir soru. Ancak bir de dışarıyla ilişki ve araştırmalardan taban tabana zıt sonuçlar çıkması gibi bir dert var ki Sevres sendromu bağlamında ele alınmayı hak ediyor.