Üstünde “Adalet Sarayı” yazan bir bina.
Kapısında yüzüne hüzün oturmuş, omuzları çökmüş bir baba.
Elinde bir kutu, yalnız başına çıkıyor sözüm ona adaletin tecelli edeceği umuduyla girilen binadan.
Hava sıcak, güneş yakıyor ortalığı, baba bir ağaç gölgesine sığınıyor ve bir sigara yakıyor. İhtimamla tuttuğu kutuyu ağacın altına bırakıyor, telefonla yakınlarını arıyor.
O kederle sigarasını üflerken bir araba yanaşıyor yanına. Üç-dört genç iniyorlar arabadan, babayı bindiriyorlar, kutuyu yerleştiriyorlar ve ayrılıyorlar oradan.
Babanın kutuda taşıdığı herhangi bir eşya, bir mal değil, ayağı taşa değse kendi canının yanacağı evladının kemikleri var o kutuda.
Kürt çocuklarının sırtından devrimcilik
PKK, yedi yıl önce akıl dışı bir kararla şehir merkezlerinde hendekler açtı, barikatlar kurdu. Kürt çocuklarını hendek-barikat efsaneleriyle bile bile ölüme gönderdi. Rahat koltuklarında ve sıcak mekânlarında oturan kimileri de “devrimci halk savaşı” sloganının çığırtkanlığını yaptı.
Sonu felaket oldu. Ancak Kürt çocuklarının sırtından arkaik devrimci hayallerini gerçekleştirmeye çalışanlar ne bir özeleştiride bulundular ne bir pişmanlık belirttiler ne de bir özür dilediler.
Hakan Arslan da o meşum hendek-barikat çatışmalarında hayatını kaybetmiş. Kemikleri İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan Diyarbakır Adliyesi’ne gönderilmiş. Dosyaya bakan savcı da bu kemikleri bir kutu içinde babası Ali Rıza Arslan’a teslim etmekte herhangi bir sorun görmemiş.
Oysa burada hem hukukun hem de ahlakın ağır bir ihlali söz konusu. Çünkü devlet veya toplum nezdindeki kimliğinden bağımsız olarak herkesin onurlu bir şekilde gömülmek ve bir mezara sahip olmak hakkı vardır. Ölenin ailesi ve yakınlarının da, öleni geleneklerine uygun defnetmek, onun yasını tutmak ve onu anmak gibi hakların maliki oldukları tartışma götürmez.
Kanunda yazılmasına gerek duyulmayacak kadar doğal bir hak bu; dolayısıyla başta devlet güçleri olmak üzere herkesin doğal hakka riayet etmesi gerekir.
Bir ölünün kemiklerinin alelade bir mal gibi bir kutuya konularak babasına verilmesi, bu tabii hakkın kaba bir biçimde, kör parmağım gözüne dinilerek çiğnenmesini ifade eder.
Ağır manevi ızdırabın resmi
Bazen tek bir kare, saatler süren konuşmalardan, yüzlerce sayfa tutan okumalardan ve sonu gelmez yüzlerce sayfa okumaktan daha anlaşılır kılar bir meseleyi. Karanlıkta olanı/tutulanı aydınlığa çıkarır, bilinmez olanı bilinir yapar.
Gözünden sakındığı evladının kemiklerini bir kutuda taşımaya mecbur edilen babanın resmi de bunlardan biri; sadece bu resme bakmak bile Kürt meselesinin ne olduğunu anlamak için kâfi. Kürt meselesi budur; bir babanın eline ölmüş evladının kemiklerinin tutuşturulması; onun taşıması çok güç bir manevi ızdırabın altına sokulmasıdır.
Elbette bu görmek ve anlamak isteyenler için geçerlidir, yoksa bu ve benzeri yürek dağlayan birçok resme rağmen halen “Kürtlerin ne sorunları var ki? Bizimle aynı haklara sahipler. Ülkede bir Kürt sorunu yoktur” diyecek mebzul miktarda kişi ve grup olacaktır. Herhalde onlara ancak tek bir söz söylenebilir:
Haklısınız, Türkiye’de bir Kürt meselesi yoktur. Türkiye’de bir ahlak, bir vicdan ve bir insanlık meselesi vardır.