Kusursuz Felaketler Çağı

İbrahim Halil BARAN - 02. 10. 2018 Salı

Kusursuz Felaketler Çağı

02. 10. 2018 Salı

Hakikate karşı kendini korunaklı kılan zihin, eninde sonunda kendi üretimi olan algıyı gerçek sanacak ve bunu dayatacaktır. Bu, tıpta şizofreniye denk gelir ve aynı anda iki farklı gerçekliğin ortaya çıkmasıyla başlayan zihni bölünmeye işaret eder.

Gerçek gerçeklik ile sanılan (ikinci) gerçekliğin kapışması; zihnin, yeni ortamı kendisinin yarattığını unutması üzerine tehlikeli bir hal alır. Bunun toplumsal bir biçim alması ve kitlelerin bu ikinci gerçekliğe kapılması ise kusursuz bir felaketler çağıbaşlatır.

Her toplumsal gerçeklik algısı da kendi saltanatını ve buna bağlı olarak da kendi medeniyetini yarattığı için, yeni bir endüstriyel insan tipi, yani üretilmiş, yani gerçek olmayan bir gerçeklik algısına sahip insanı, meydana çıkarır. Bu tiplerin çoğalması ve onlar arası bir etkileşim, aynı zamanda danışıklı körlük yaşamaya meyleden bir toplumu yaratacak ve gönüllü bir bağnazlığa düşen yeni bir kitleyi yaratacaktır. Bu da muvazaalı bir şakşakçılığı ifade eden seçkin bir iktisat sınıfı yaratır. Bunun topuna ideolojik hayvanlaşma, yani akıldan yoksunluğa toplumsal gönüllülük de denilebilir.    

Gözlem ve itiraz etme bilincinin danışıklı körler tarafından kuşatma altına alınışı ve süreğen bir hastalığa dönüştürülen iyimserlik; mevcut toplumsal şizofreniden sıyrılmayı, yani kendi gerçekliğinden kopuştan kopuşu imkânsız kılar. Mevcut algı bunu da kutsayarak, ortaya çıkan kaosu ve toplumsal felaketi bir düzen olarak sunar. Bu noktadan sonra artık itiraz etmeyiş, toplumun tapınağıdır ve tuzağa dönüşen korkuların üretilmesi, statükoya karşı tutuculukta ısrar eden ve aslında birer karanlık abidesi olan aydınlara havale edilmiştir. Böylesi bir durumda itaati bir işe, mesleğe dönüştüren müritlerin ve partizanların varlık iddiası, karşımızda bir maymunlar cehennetinin inşa sürecinin tamamlandığını gösterir.

Toplumsal felakete değil, sorgulama ve fikrî ilerleyişe karşı kendini kapatan toplum, kitle, parti, cemaat veya en az iki kişilik bu düzlem, gerçeklikten kopukluğun anlaşılmaması  için, keşfettiğiniz tutarsızlıkları ağzınıza tıkayarak, ilk zihni bölünmeyi yaşayan ve bütün bu kaosu ortaya çıkaran öncüyü kastederek ?Onu anlamıyorsunuz?mottosu ile özetlenebilecek aldatıcı bir iddiayı ortaya atar. Bazen o, bütün ihtişamı ve kutsallığı ile dile gelir ve ?Beni anlamıyorsunuz? der.

Anlaşılmamak, dahası bilinmez olmak, zihni melekelerin yitirildiği toplumlarda kutsal hale getirilmeyi yani putlaştırılmayı ortaya çıkaracaktır. Böylece düzeni korumaya alacaklardır ama aslında olan şey, celbedilmiş toplumsal afazinin bir sonucu olarak sonuç alınmayan tartışmalar, içinden çıkılamayan paradokslar, ifadelerin karmaşıklaştığı oksimoronlar ve dahası gerçek ihtiyaçlarına odaklanmadığı için yok olmaya doğru sürüklenen bir toplum olacaktır.

Hakikatiyle barışık bir toplumsal geleneğin yeniden kazanılması ya da bu gerçeklikten kopuşa bulaşmamış kimselerin -belki de itirazını sürdürmeye devam edenlerin-kritik müdahalesi elbette kurtarıcı olacaktır. Fakat tarih, bu sakatlığın aşılamaması sonucu ortaya çıkmış binlerce felaket, yanlış hamle sonucu yok olmaya mahkûm olmuş kahramanlar, kendisine inanları uçuruma sürüklemiş yalancı peygamberler, takipçilerine verdiği tarihte kıyametin kopmadığı mehdi ve mesihler, liderliğine soyunduğu halkı satan önderler ve depresyon ulusları ile doludur.

Kafamız mezbeleliğin dibine her çarptığında hatırlanması gereken şey şudur: Putperestlik her çağın hastalığıdır.