Eski hesaplar kolay kapanmıyor. Sevres sendromu olarak bilinen duygular, kimi defâ abartılı, hattâ paranoya derecesinde ortaya çıksa da, o kadar da karşılıksız değil. Coğrafyamızdaki emperyalist emeller, zaman içinde dönüşse de külliyen ortadan kalkmış değil. I.Umûmî Harp’e girdiğimizde, zâten büyük ölçüde Balkanlar’ı kaybetmiş durumdaydık. Harp bittiğinde buna Arap coğrafyası da eklendi. Plânın maksimalist boyutlarında Ermeni ve Kürtlere, Anadolu’da birer devlet hediye etmek vardı. Ama bu, çeşitli sebeplere dayalı olarak gerçekleşmedi.
Yeni inşâ edilen Cumhûriyet rejiminin hâricî siyâseti, gerek Batı, gerek Doğu istikâmetinde barışa adanan bir yaklaşımla yapılandırıldı. Bunun son derecede akılcı olduğunu söylemeye hâcet yok. Ama, zamân içinde bunu deldiler. Ne Sâdâbat ne de Balkan Paktı uzun ömürlü olabildi. Sovyetler Birliği ile kurulan iyi ilişkiler, II.Umûmî Harp sonunda ortadan kalktı. Türkiye’nin hâricî siyâseti, ister istemez içine itildiği durum üzerinden yeniden Batı’nın kontrolüne girdi. 1950’lerin sonlarında ince bir İngiliz oyunu ile yeniden Yunanistan -Türkiye hasımlaştırıldı. Arap dünyâsında ise BAAS ideolojisi Türkiye husûmetini diri tuttu. Anadolu’daki varlığını kaybeden Ermeniler, bir Sovyet olarak Kafkasya’da küçük bir toprak parçasına sıkıştı. Yapabildikleri intikamcı ASALA terörü ve bundan daha mühim olarak diaspora üzerinden Türkiye’yi dünyâda küçültmek, aşağılamak oldu. Kürt milliyetçiliği ise, bilhassa 1980’lerden başlayarak tırmandırıldı.. Türk siyâset sınıflarının bu baskılamalar karşısında çok başarılı bir imtihân vermiş olduğunu söyleyemeyiz. Çok defâ bu tehditleri büyüten yanlış siyâsetler üretildi. 12 Eylül ve 1990’lardaki dar görüşlü uygulamalar sorunları gidermek bir tarafa, büyüttü. Ama bu bahs-i diğer…Kaba bir özetini verdiğimiz gelişmeler Sevres’in basit bir paranoya olmadığını yeterince ortaya koyuyor. Bu bir vakıa. Şimdi bugüne bakalım.
Bugün bir Türk-Yunan savaşına her zaman olduğundan daha yakınız. Bir kıvılcım yetebilir. 1990’lardan günümüze doğru yaşananlar üzerinden Sûriye ve Irak’daki durumu ayrıca anlatmaya hâcet yok. Körfez Arapları (Suudlar ve BAE) ve Mısır, her ne kadar Türkiye yumuşamaya dâir adımlar atsa da arzu edildiği kadar esnemiyor. (Esneyeceği de yok). Daha mühimi, Türkiye karşıtı dalgada yükselen yeni Arap milliyetçiliği, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile yoğun bir işbirliği içinde. Üstelik bu bağlar ABD, AB ve İsrâil’in patronajında işliyor. Yunanistan ve Ermenistan arasında sağlanan dayanışma da buna eklemleniyor. Son olarak Çin de bu bağlama yerleşti. Bir kaç gün evvel BM’de, Türk ve Çinli diplomatlar arasında yaşanan gerilim bunun ispâtıdır.
Bu hatırlatmalar, şimdiki zamânın geçmiş üzerinden fotokopisini çıkarmak olarak anlaşılmamalıdır. Evet senaryo aynı. Ama târihsel bağlam farklı. Aşama aşama Batı’nın dışına itilen Türkiye artık 20.Asır Türkiye’si değil. Evet, Batı’ya olan ekonomik, ticârî bağımlılığımız hâlâ devâm ediyor. Bir anda kopmak mümkün değil. Zayıf noktamız da bu. Ama siyâseten daha özerk kararlar alabiliyor, yeri geldiğinde direnebiliyoruz. Daha mühimi, beklenmedik başka gelişmeler Türkiye’nin direnç kapasitesini arttırabilecek neticeler doğuruyor. Türkiye ile birlikte Avrasya’da dışlamanın konusu edilen dev bir güç daha var: Rusya.. Rusya-Ukrayna savaşının doğrudan ve dolaylı neticeleri şaşırtıcı bir şekilde Türkiye-Rusya ilişkilerini dönüştürüyor. Baştan beri Batı’nın gâyesi bu iki kadim devleti birbirine düşman etmekti. Arap Baharı esnâsında Türkiye’nin körlemesine yaptığı hamleler bu gâyeye hizmet etti. Akdeniz’de iki devlet karşı kamplarda konumlandı. Daha açık koyalım: Sûriye’de hatâ yapan Türkiye’ydi. Libyâ’da ise Rusya hata yaptı. Ama zamân içinde her iki taraf da ayıldı ve oynanan oyunun farkına vardı. Provokasyonlara kapılmadan aralarında diyalog geliştirmeyi başardı. Bunun hediyelerinden birisi de Kafkasya’da Ermenistan-Âzerbaycan savaşına soğukkanlı olarak danışıklı müdâhale etmeleriydi. Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin tâkip ettiği akıllı siyâsetler Rusya’yı rahatlattı. Gelişmeler Türkiye ve Rusya’yı kader birliği yapmaya sevk ediyor. Kuzey Akım’ını kaybeden Rusya, Hazar’ı da dâhi ederek Türkiye’yi yeni bir enerji üssü hâline getirmek istiyor.
Bugün Atlantik Bloku’nun âcil koduyla yürüttüğü siyâset Türk-Rus işbirliğini sona erdirmeye mâtuftur. 2023 bu açıdan çok kritik geçeceğe benziyor. Bunun için iki bölge seçildi: Balkanlar ve Kafkasya.. Balkanlar’da ip Rusya’nın elinde. Eğer gözünü karartarak Balkanlar’ı yakmaya yeltenirse , çok açıktır ki Türkiye’yi topyekûn kaybedecektir. İnşaallah bunu yapmazlar. Kafkasya’da ise Ermenistan giderek Rusya’dan kopacağının işâretlerini vermeye başladı. Rusya, Ermenistan ile Âzerbaycan arasında bir tercih yapmaya zorlanıyor. Eğer burada şaşırıp bir yanlış adım atarsa gözünü karartmış Türkiye’yi karşısında bulacaktır. İzleyeceğiz…