Modern rasyonalite yaklaşımı, insani anlam/değer dünyasını yok sayarak, mekanik-soğuk-hesapçı bir uygarlık dünyası oluşturdu. Bu uygarlık, halen teknik ve tahakkümle, barbarlık şeklinde üstünlüğünü koruyor. Bu üstünlük, dünyayı ve insanlığı şeyleştiren bir üstünlüktür. Araçsal rasyonellik, hangi gerekçeye dayalı olarak kullanılıyor olursa olsun, her durumda ve her alanda büyük bir yıkım üretiyor.
Bugün insanlık, Müslümanlar da dahil olmak üzere, daha çok olaylarla, olgularla ilgilendiği, paradigmaların dünyası ile ilgilenmediği için, dünyayı ve insanlığı şeyleştiren bir sistemle ilgili olarak eleştirel ve muhalif çerçeveler, yaklaşımlar ve etkinlikler üretemiyor. Özellikle biz Müslümanlar, ideolojik evrenselliğin ve ideolojik iktidarın araçları olan modern kavramsal çerçeveleri, bilinçsiz bir şekilde, sorgulamaksızın kullanmaya devam ediyoruz. Kötülük kültürü ırkçılık, bu kavramların himayesi altında, ötekileştirdiklerini dışlayarak, tâbi kılmaya çalışarak, sahip olduğu haksız ayrıcalıklarını sürdürüyor.
İslam dünyası toplumları kurucu bütünlük algısına ve bilincine yabancılaştıkları günden bu yana, ontolojik önceliklere, varoluşsal önceliklere değer vermiyor. Ontolojik önceliklere, varoluşsal önceliklere, niteliksel inşa´lara, yapısal bağımsızlık mücadelesine önem vermeyen, niceliksel/maddi uğraşlar üzerinde yoğunlaşan bir toplum ve kültürün bütün bu yaptıkları ancak bir kıylükal olabilir. Aziz İslam´ın kurucu bütünlüğünü koruyamadığımız için, İslam´ın ontolojik geçerliliğini tanımayan sömürgeci dile, söyleme, sümürgeci kavramsal çerçevelere cevap veremiyoruz. İslam´ın ontolojik geçerliliğini tanımayan bir dünyada, İslam´da tasavvufun hangi ölçüde geçerli olup olmayacağını tartışabiliyoruz. Bütün bu nedenlerle de, edilgen ve tâbi bir konuma mahkum olmaktan kurtulamıyoruz. Edilgen ve tâbi konumuna mahkûm edildiğimiz, bu mahkûmiyeti içselleştirdiğimiz için, farklı bir ontolojik sisteme, İslami bir sisteme sahip olma, bu sistemi, bu sistemin epistemolojisi ile, kavram ve kurumlarıyla temsil ve tecrübe etme hakkını, düşünsel/kültürel/entelektüel/akademik/politik gündemimize kazandıramıyoruz.
Edilgen ve tâbi yapılar, toplumlar/kültürler, nerede olursa olsun, kolaylıkla kontrol edilebiliyor, standartlaştırılabiliyor, manipülasyon yoluyla kitleselleştirilebiliyor. Bu tür toplumlarda propaganda yoluyla uyumluluk üretimi de sağlanabiliyor. Farkındalık ve yüksek bilince sahip olmayan toplumlarda, rıza mühendisliği çalışmaları yoluyla iktidarların değerleri, çıkarları, beklentileri sorunsuz bir şekilde toplumsallaştırılabiliyor. Olayları, gelişmeleri, statükoyu meşrulaştıran bir yaklaşımla yorumlayan seçici çarpıtma bugün toplumlarımızda maalesef büyük ölçüde sıradanlaştırılmıştır. Günümüzde, İslam dünyasında ulus-devletler, milliyetçi popülizmleri, muhafazakâr romantizmleri kullanarak İslam´ı araçsallaştırabiliyor. Toplumlarımızda zihinsel statüko gereği gibi sorgulanmadığı için, her tür istismar ve araçsallaştırma mümkün olabiliyor.
mezhepçilik, Müslümanların ahlaki hastalıklarla malûl olduklarını gösterir. Ahlaki hastalıklar aynı zamanda büyük bir bilinç gerilemesi içerisinde olduğumuza işaret eder. Günümüzde her toplumda, milliyetçilikler ve mezhepçilikler hep sansasyonel bir dille savunuluyor. Hangi alanda ve bağlamda kullanılıyor olursa olsun, sansasyonel dil, niteliksizliklerin tezahürü olarak değerlendirilmelidir. Akıl ahlaki alandan uzaklaştırıldığında, önyargılar, çıkarlar ve bencillikler çok daha etkili olabiliyor.
Modern tarih, tarihin son birkaç yüzyılı, soyut kimi ideolojik-entelektüel-felsefi idealleri sömürerek, ideolojik ve ırkçı aklın, dünya ölçeğinde sistematik tahakkümüyle geçti. Bugün, halen bu tahakküm sürdürülüyor. Beyaz adamın üstünlüğü mitolojisine dayalı bir modernitenin oluşturduğu, sömürgeleştiren ve sömürgeleştirilen arasındaki ayrımcı ilişkiler de aynı şekilde sürüyor. Bugün, Müslümanlar da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında insanlar, her iki Batı´nın, yani hem Avrupa ve hem de Amerika´nın siyasal/ekonomik gücünü kaybettiğini konuşuyor; ancak, her nedense, Batı dünyasının ideolojik/felsefi/entelektüel/akademik/kültürel iktidarını/meşruiyetini/otoritesini herhangi bir güç kaybına uğramaksızın korumaya devam ettiğini hiç konuşmuyor.
Bugün, toplumlarımızda, ideolojik/entelektüel/felsefi/kültürel-akademik anlamda, antiemperyalist bir mücadelenin imkanları konusunda herhangi bir sistematik çalışma yapılmıyor, bu tür bir çalışmaya ihtiyaç duyulmuyor. Bu durum, entelektüel, kültürel, akademik, felsefi yenilginin bir şekilde içselleştirilerek, bir sorun olmaktan, bir hesaplaşma, yüzleşme, mücadele konusu olmaktan çıkarılmış olduğunu gösterir. Yenilginin içselleştirilmesi, İslami bilgi ve dünya görüşü temelinde, İslami bir toplum inşasını düşünmeyi bile imkansız hale getirmiştir. Bugün bu nedenle İslam, kurucu bütünlüğünü temsil ederek yaşadığımız bir sistem değil, araştırma alanı haline getirdiğimiz bir konudur. Modern dünya sistemi, alternatif bir toplum fikrini, İslami bir toplum fikrini çok tehlikeli bir ideoloji olarak görüyor.
Yazının devamı için tıklayın...