Kuru, sulu, çürük, sürtük bir de Kürt

Ali Duran Topuz, artigercek.com’da “Kuru, sulu, çürük, sürtük bir de Kürt” başlıklı bir yazı kaleme aldı

Kuru, sulu, çürük, sürtük bir de Kürt

Orduya Erdoğan değil Kılıçdaroğlu komuta edince ne değişecek? Siz geçmiş çözüm arayışlarına küfür yağdırırken, o çözümlere acı bitsin diye umut bağlamış Kürt seçmen niye sizi seçsin ki?

İktidar ittifakı yani Cumhur ile muhalefet ittifakı yani Millet, seçime aslında iki başlı tek parti olarak girecek anlaşılan. Muhalefet, iktidarın seçimi kültürel kamplaşma ve Kürt meselesinde militarist perspektife kilitleme stratejisini bırakın bozmayı, canı gönülden kabullenmiş gibi duruyor. Başka bir şekilde söylersek, Erdoğan’ın elindeki kutuplaşma ve Kürt meselesini askeri-polisiye alana sıkıştırma fikri, Erdoğan’ın beklentilerinin çok üstünde etki gösteriyor. O kadar ki muhalefet, bu silahları Erdoğan’ın elinden almaya hiç niyetli görünmediği gibi, alsa da kendi ayağına belki de kafasına sıkmaktan başka bir iş yapmayacak gibi duruyor.

Bu bakışın karamsar olduğu söylenecek belki, fakat özellikle de vatandaşların en az yarısına “sürtük” ve “çürük” denilen nutkun tamamı ve arkasından olan bitenlere bakınca, yeterince karamsar olmadığım bile söylenebilir.

Önce Erdoğan’ın iktidar partisi TBMM grubundaki konuşmasının bazı öğelerine yakından bakalım: Konuşmanın bir yanı “kültürel kutuplaşma” fırınına odun atmakla kurulmuştu. Özellikle Gezi eksenli kısım tamamen böyleydi ki işte Gezi’ye katılan, destekleyen, savunan herkese “çürük” ve “sürtük” dedi. Tabii içki de vardı nutkun içinde ama önceki günkü “kuru-sulu” meselesi değil, Gezi dönemindeki “Camide içki içtiler” iddiası güncellenerek kullanılmıştı. Bu sefer “içtiler” denilmiyor, “camiyi bira şişeleriyle kirlettiler, adeta pislediler” güncellemesiyle kullanılıyordu iddia. Daha ilk dile getirildiği gün, bizzat cami imamının “Ben öyle bir şey görmedim” demesiyle çürümüş iddianın (biraz “düzeltilerek”) tekrarlanmasının bir sebebi, 10 senedir Gezi’ye karşı kullanılacak iyi argüman bulunmamasıydı elbette, ama diğer sebebi de önceki gün dile getirilen “kuru-sulu” meselesiydi; başka türlü söylersek, aslında kuru/sulu meselesi zaten bu konuşmaya hazırlıktı. İçki (sulu) ve sigara (kuru) fiyatlarına zammın, sağlık bahanesi altında doğrudan yaşam biçimine müdahale arzusuyla yapıldığı ilan ediliyordu o konuşmada. Fakat konuşmada çok ilginç bir yan daha vardı: “(içki ve sigara fiyatlarını) Devamlı arttırıyoruz, çok rahatsızlar hem suluda hem sigarada, fakat hayret aç, sefil geziyor ama birayı rakıyı almaktan geri durmuyor.”

İlginç olan, cümleye hakim olan Kasımpaşa dili ve edebiyatı değil, zamların ticari bir bakışla yapılmadığının ilanı değil, zamlardan rahatsız ettiğini bildiğini bilmemiz de değil; ilginç olan ülkede “aç, sefil” gezen insanların bulunduğunun bu rahatlıkta dile getirilmesi. Cümleye hakim olan küçümseyici ton, daha önce Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy, Şişli ve Çankaya seçmenlerine yönelik küçümseyici tonun bir varyantı gibi:

“Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir. Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor.” Esasen, “alkol”e ilişkin mesele, işte bu “kaymak yemek”le suçlanan kesimle ilgili mesele ve meselenin özü de Erdoğan’ın bu kesimin tasfiyesine hazırlanması. Yani “kültürel kutuplaşma” sadece seçimde kendini destekleyenleri bir arada tutacak propaganda aracından ibaret değil, kendini desteklemeyenleri cezalandırma ve cezanın şiddetini giderek artırma aracı da aynı zaman da; doğrudan araç değilse bile o yolu açan bir araç.

Bu nedenle çürük ve sürtük ifadelerine de, “kuru-sulu” meselesine de ne kadar tepki verilse, ne kadar eleştiri üretilse az; hem tahkir boyutuyla hem de zamların yersizliği itibarıyla hukuki mücadele yolları aramak da gerekli bana göre, tamam bu savcı-hakim heyetiyle sonuç alınması zor belki ama hukuken doğru olandan “nasıl olsa reddederler” diye vaz geçmemek de bir mücadele biçimi. Fakat bu ifadelere tepki verilirken, Kürt meselesinde askeri-polisiye yöntemleri yani savaşı tek yöntem haline getirip, onu da sınırın ötesine, Kürtlerin bulunduğu her yere yayma arzusunu canı gönülden desteklemek, bırakın seçim kazandırmayı, ayrı parti olduğunuz iddiasını bile suya düşürür.

Erdoğan elinde az (iki) koz kaldığını biliyor, kozlarının öyle güçlü olmadığını da biliyor ama bir şey daha biliyor: Muhalefet siyaset üretme cesaretine sahip değil, iktidarla laf yarışı dışında bir işe yöneldiğinde bile sihirli lafı duyduğunda hızla aynı partiye dönüşecek. O sihirli laf, malum “terör” lafı. Bu nedenle çürük ve sürtük laflarının sarf edildiği grup toplantısında CHP’ye (lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na) 10 soru yöneltti Erdoğan: Sorulara bakılınca mesele daha anlaşılır hale geliyor. O 10 soru aslında tek bir sorudur: Biz içerde de dışarda da bu meseleye sadece “terör” diyeceğiz ve Rojava’ya yerleşeceğiz. Briket evlere de senin istemediğin Suriyelileri (Kürtlerin yerine) yerleştireceğiz. Var mısın yok musun? CHP’nin cevabı hiç gecikmedi: “Tabii operasyonu destekliyoruz.” E? Operasyonu destekliyorsunuz ama Erdoğan’ı desteklemiyorsunuz? Erdoğan’ın terörist dediği herkese siz de terörist diyorsunuz ama Erdoğan’a karşısınız? “Çözüm” ve “siyasi çözüm” gibi laflar Kasımpaşa lügatında yok ama sizin lügatta zaten yok? O zaman “Kürtler bize oy versin” derken tam olarak ne diyorsunuz? Orduya Erdoğan yerine Kılıçdaroğlu ya da Akşener komuta edince ne değişmiş olacak? Siz geçmiş çözüm arayışlarına küfür yağdırırken, o çözümlere gözyaşı diner diye umut bağlamış Kürt seçmen niye sizi seçsin ki? Dürüstçe desenize o zaman: “Biz seni çözüm süreçleriyle aldatmayacağız, çünkü hiç öyle şeyler olmayacak.”

 

Kaynak: Farklı Bakış