Kürtler Türkiye siyasetinden uzak durmalıdır’ önerisi gerçekçi mi?

Vahap Coşkun, tarihçi yazar Abdullah Kıran'ın, HDP üzerimden Kürt siyaseti üzerine yönelik yaklaşımına dair Serbestiyet.com'un sorularını yanıtlıyor.

Kürtler Türkiye siyasetinden uzak durmalıdır’ önerisi gerçekçi mi?

Serbestiyet: Yazarımız Abdullah Kıran’ın son yazısında dile getirdiği bir önerinin Kürt siyaseti içinde geniş bir tartışmanın konusunu oluşturduğunu biliyoruz. Bu öneri, bir Kürt partisinin hiçbir zaman iktidar olamayacağı ve hatta iktidar için mücadele eden güçlerden herhangi birisini destekleyerek Kürtlerin lehine temel kazanımlar elde edilemeyeceği varsayımına dayanıyor. Bu varsayımın bir adım sonrasında ise “Kürtler bunu yaparak sadece iktidarı Kürtlerin oyuyla engellenenin nefretini kazanıyor” tespiti yer alıyor. Öneri ise şöyle şekilleniyor: Kürtler, başta anadillerini geliştirmek olmak üzere kendi meselelerini siyasetin odak noktasına almalıdır. Kürtler Türkiye demokrasisine ancak bu şekilde katkı sağlayabilirler.

Sizin bu öneri hususundaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?

Vahap Coşkun: Bu tartışma, özellikle 2015 seçim sürecinde Demirtaş’ın Erdoğan’a karşı dillendirdiği “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganından sonra başladı. Demirtaş’ın sloganını ve stratejisini yanlış bulanlar, HDP’nin solun dümen suyuna girdiğini belirtiyor ve bunu büyük bir yanlış olarak niteliyorlardı. Onlara göre; HDP’nin asli görevi, Erdoğan’ın başkan olup olmamasıyla uğraşmak değil, Kürt meselesinin çözümü için çalışmaktı. Eğer çözüme hizmet edecekse, Erdoğan’ın başkanlığı da konuşulabilirdi. O günden itibaren bu konu belli aralıklarla gündeme geliyor ve yoğun tartışmalara neden oluyor.

Kürtlerin Türkiye’de iktidar mücadelesi veren güçlerden birinin yanında konumlanmasını doğru bulmayanlar, bunun Kürtlere iki yönlü zararının dokunduğunu ileri sürüyorlar. Bir yandan destek verdiği güç bu iktidar mücadelesinden galip çıktığında Kürtler sosyal ve siyasal alanda bunun bir karşılığını göremiyor. Mesela, son yerel seçimlerde Kürt seçmenler çoğunlukla Millet İttifakı’nın yanında durdular ve Millet İttifakı’nın İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi büyükşehirlerde belediyeleri kazanmasını sağladılar. Lakin seçimden sonra, bu destek nerdeyse unutuldu. İttifakı oluşturan partiler genel siyasetlerinde Kürt meselesinde çözüme dair herhangi bir adım atmadılar. Belediyeler ise Kürtlerin hayatlarında müspet bir değişiklik yaratacak bir faaliyet göstermediler. Hatta Kürtlerin desteği, ittifak içi hassas seçmen dengeleri nedeniyle, açık ve net bir şekilde ifade bile edilmedi.

Diğer yandan da, karşısında durduğu güç mücadeleden yenik çıkmasının sorumlusu olarak Kürtleri görüyor; Kürtleri itham ediyor ve eğer elinde yetki ve güç varsa bundan dolayı da baskı uyguluyor ve cezalandırıyor. Mesela, Kürtlerin AK Parti’ye yakın durduğu dönemlerde, CHP ve sol kesimler Kürtleri AK Parti’nin payandası olmakla suçluyorlardı. 2019’da Kürtler Cumhur İttifakı’na karşı Millet İttifakı’nın arkasında durunca, bu kez de AK Parti, seçimleri kaybetmesinin faturasını Kürtlere çıkardı. Dolayısıyla iktidar mücadelesinden kim yenik çıkarsa, en zayıf halka olarak gördüğü Kürtlerin boğazına çöküyor, başarısızlığını ona mal ediyor ve hırsını ondan alıyor. Velhasıl galip hakkını vermiyor, mağlup da acısını ondan çıkarıyor; yani her halükârda Kürtlerin aleyhine bir durum oluşuyor.

 

Tabloya bu açıdan bakıldığında, Kürtlere Türkiye’deki iktidar mücadelesinden uzak durmasını salık veren düşüncenin belli bir haklılık payı taşıdığı teslim edilmelidir. Lakin buna çözüm olarak ifade edilen “Kürtler, başta anadillerini geliştirmek olmak üzere kendi meselelerini siyasetin odak noktasına almalıdır. Kürtler Türkiye demokrasisine ancak bu şekilde katkı sağlayabilirler” önerisinin tatbikinin yazıldığı kadar kolay olmadığı da belirtilmelidir.

Elbette Kürt siyasi aktörlerinin başta anadil olmak üzere Kürt meselesinin temel parametreleri üzerine daha fazla eğilmeleri, mesailerinin önemli bir kısmını bu sorun için harcamaları, bunun için daha sıkı örgütlenmeleri ve sivil yapıları geliştirmeleri istenebilir. HDP ve diğer partiler Kürt coğrafyasındaki gelişmelere yeterince alaka göstermedikleri için eleştirilebilir, siyasetlerinin merkezine bunu oturtmaları onlardan talep edilebilir. Burada bir sorun yok. Ancak bunun için Türkiye siyasetinden el-ayak çekmek gerekmez. Bir nevi içe dönmeyi -hatta kapanmayı- öne çıkaran bu yaklaşımın taşıdığı handikaplar üç başlık altında toplanabilir:

Birincisi: Herhalde Türkiye’nin en Türkiyeli kimliği Kürtlerdir. Türkiye’nin her tarafına yayılmış durumdalar, metropollerde hatırı sayılır Kürt nüfus var. Oralarda yaşanan her sorun Kürt seçmenin de sorunu oluyor ve bu sorun karşısında alınan tavra bağlı olarak seçmen bir tercihte bulunuyor. Kürtlük iddiasını taşıyan bir partinin bu seçmenlerin somut ve güncel dertleriyle hemhal olmaması nasıl düşünülemez ise, salt Kürtlük üzerinden bir siyaseti takip etmesi de düşünülemez.

İkincisi: Kürt meselesi Türkiye siyasetindeki gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. Karşılıklı bir bağlantı var burada. Şöyle ki: Kürt meselesinde salt güvenlikten medet uman bir siyaset, Türkiye’de spontane bir otoriterlik üretiyor. Keza Türkiye ölçeğinde demokratik standartlarda yaşanan bir sapma ya da gerileme de Kürt meselesini daha da ağırlaştırıyor. Misal, ifade özgürlüğünün çanına ot tıkanınca siyaset alanı daralıyor, Kürt meselesi konuşulamaz, anadil kullanılamaz hale geliyor.  

Üçüncüsü: Siyaset çoğunlukla kritik zamanlarda tercih yapmayı gerektirir.  Öncelikler göz önünde tutularak bir tercihte bulunulur ve bu tercih, yapanı bir tarafa yakınlaştırır. Bu işin doğasında olan bir durumdur. Bir partinin yaptığı tercihlerin isabeti sorgulanabilir, yanlış tercihte bulunduğu iddia edilebilir ve bu eleştirilebilir de. Fakat her durumda ondan tarafsız kalması beklenemez. Mümkün de değildir bu; örneğin, Kürt meselesinin çözümünü varlık sebebi olarak gören bir parti, iktidar veya muhalefetten bir partinin Kürt meselesinde demokratik ve siyasi çözümü savunması veya Kürtlerin anayasal statüsünü tanıyan yeni bir anayasa vaat etmesi halinde, buna bigâne kalabilir mi? Kalamaz, kalmamalıdır da.

Ezcümle, zannımca doğru yol “ya bu ya o” diyen bir siyasette değildir; doğru yol “hem bu hem de o” diyen, yani hem Kürt meselesini siyasetinin odağına yerleştiren hem de Türkiyelileşmeyi es geçmeyen bir siyasettedir.