Irak‘taki yönetim yapısını, anayasayı, sosyolojiyi, kültürel arka planı, ekonomik sistemi, etnik ve mezhepsel geçişkenliği ve dengeleri yüzeysel düzeyde dahi bilmeyenler bu ülke uzmanı edasıyla yorumlar yapıyor, tespitlerde bulunuyor ve değerlendirmelere kalkışıyor.
Erbil ile Bağdat arasındaki davada tahkimin verdiği karar yeniden “her şeyci-bir milyoncu” yorumcuların türemesine yol açtı.
Erbil ile Bağdat arasındaki petrol krizi Türkiye’de saptırıldı
Kimisi konuyu “kaçak petrol”, kimisi “powertrans”, kimisi “IŞİD petrolü”, kimisi “Irak petrolü” kimisi ise “hırsızlık” vs. üzerinden çarpıtmaya kalkıştı, konunun gerçeğini ortaya koymak yerine meramlarını tatmin etmek için algı operasyonlarına sarıldılar.
Türkiye’de iktidarın yapıp ettiklerini kendi bağlamında değerlendirmeyip konuyu bir şekilde Kürtlere getirip oradan vurmak ve milliyetçi cenaha selam çakma ucuz siyaseti muhalif kesimleri de esir almış halde.
Muhalefet derken siyasetin iki ana akımı olan sağ ve sol ya da Kemalist çevreler ile muhafazakar çevreler arasındaki rekabetten söz etmiyorum.
Muhafazakarlar da, Kemalistler de, solcular da, sağcılar da hep bir ağızdan koro halinde birbirlerini eleştirmek için Kürt kartını kullanıyorlar.
Kürtler bu ülkede “sabıkalı” olarak görülüyor. Bu tüm siyasi akımların bilinç altındaki bir “düşmanlık”, “fobi” ya da “şizofreni” halidir.
Bilinç altlarını her vesileyle dış vurmaktan çekinmiyor ve Kürtlerin gözlerinin içine baka baka onları aşağılamaktan kaçınmıyorlar.
Devleti ve milleti yönetmeye talip siyasilerde seviye bu olunca onların icazetli gazetecileri de aynı istikamette yol alıyor.
Türkiye’de basın diye bir olgudan bahsetmek artık çok zor. Ana akım medya tamamen iktidar propagandası ve muhalefet karalaması yaparken, muhalif medya da Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir mevzi almış durumda. En kötüsü de muhalif görünen medyanın “Kürt fobisi”dir.
İşte bizim meselemiz de tam olarak bu, muhalif medyanın tüm gündemini Erdoğan karşıtlığına hasretmesi ve her meseleyi getirip Erdoğan karşıtlığına bağlaması.
Erdoğan’ın yaptığı şeyin doğru mu yanlış mı olduğuna bakmadan bir açık bulup oradan saldırmaya çalışıyorlar.
Yaptıkları haberin doğru, tarafsız, basın etiğine uygun olup olmadığı onları hiç bağlamıyor. Onların tek odaklandıkları nokta Erdoğan’a vurmak.
Erdoğan yaklaşık 21 yıldır iktidarda ve bu süre içinde mutlaka iyi şeyler de yapmıştır, kötü şeyler de.
Burada amacım Erdoğan’ın icraatlarını irdelemek değil; Kürt ve Kürdistan meselesi bağlamında yapıp ettikleri nedeniyle mahkum edilmeye çalışılması.
Hem de bunun o tarihte kendisiyle yol yürüyen o icraatların altında imzası olan siyasi parti liderlerine yakın medyanın yapması.
Erdoğan IKB’nin ekonomik bağımsızlığı için cesur bir adım attı
Bana göre Erdoğan’ın başlattığı çözüm süreci, siyasi hayatının en doğru hamlesiydi.
Kürtlerle barışma, silahların bırakılması, demokratik zeminde siyasetin yapılması, şiddetin rafa kaldırılması ve Kürt fobisinin toplumda kırılması Erdoğan’ın en doğru politikasıydı.
Erdoğan ile çözüm süreci ile konuyu uzatmak istemiyorum, çünkü asıl meselemiz IKB petrolü ve bunun AK Parti hükümeti döneminde dünya pazarlarına Erbil kontrolünde satılması.
Irak Kürdistan Bölgesi ilk defa 2014’ten sonra AK Parti döneminde, Erdoğan’ın inisiyatif almasıyla Erbil’in yani Kürtlerin kontrolünde dünya piyasalarında satıldı.
Bu bana göre çok doğru bir şeydi ve Irak Anayasası’na aykırı hiçbir yanı da yoktu.
Erdoğan’ın buna cesaret etmesi, Kürtlerin yanında yer alması, IKB’nin ekonomik bağımsızlığını kazanması için inisiyatif alması takdir edilecek bir davranıştır.
Erdoğan’ın o tarihteki cesur tavrı olmasaydı Kürtler 2014’te Maliki’ye karşı eli kolu bağlı kalacak, IŞİD ile mücadelede zayıf düşecek ve bugüne bu şekilde gelemeyecekti.
Her şeyi kendi bağlamında değerlendirmek lazım. Konuları birbirine karıştırıp süreçleri ve dönemleri iki okumak gerek.
Petrol konusu Erbil ile Bağdat arasında siyasi bir mücadele alanı
Irak’ın halihazırda 143 milyar varil petrol ile dünyada yüzde 8,7’lik paya sahip olduğu belirtiliyor ancak bunun 45 milyar varili Kürdistan Bölgesi’nde.
IKB’den çıkan petrol 2014 yılına kadar Irak Milli Petrol Şirketi (SOMO) tarafından satılıyor ve Erbil yönetimine bütçeden yüzde 17 pay veriliyordu.
Erbil ile Bağdat hükümetleri enerji konusunu 2006 ile 2014 yılları arasında yani Maliki hükümetleri döneminde bu şekilde çözüme bağlamıştı.
Maliki, 2012’den sonra Kürtlere karşı güç mücadelesine girişince ve tüm ülkeyi kendi egemenliği altına almaya kalkışınca düğüm koptu ve pandoranın kutusu açıldı.
2006 ile 2012 yılları arasında Erbil ile Bağdat çok iyi anlaşmıştı. Maliki de bu nedenle 2006 ile 2010’da Kürtlerin desteğiyle başbakan olmayı başarmıştı.
Maliki, 2008’de Şii lider Sadr’a karşı girdiği mücadeleyi kazanınca ve Sadr’a karşı askeri alanda zafer elde edince Kürtlerin Peşmerge güçlerine yöneldi.
Maliki, Irak’ta tek askeri gücün olması gerektiğine inanıyordu. ABD’liler de 2003’teki müdahaleden sonra birkaç defa böyle bir girişimde bulundu ve Irak Valisi Paul Bremer ile Mesud Barzani bunun için karşı karşıya geldi.
Kürtler geri adım atmayınca ABD bunu başaramadı. Oradaki amaç Irak’ın tek bir orduya sahip olmasıydı.
Maliki bunu 2012’de yapmak istedi ve Dicle Gücü adıyla bir askeri güç kurdu. Bu güçleri kuzey bölgelerine yerleştirmek isteyince de Kürtlerle karşı karşıya geldi.
Kerkük cephesinde birkaç defa Peşmerge ile Dicle Gücü çatışma noktasında geldi.
O dönem Maliki, Erbil’e askeri olarak diz çöktürmek için ekonomi kartını kullanmak istedi ve onları bütçe ile tehdit etti.
Vaziyetin nereye gideceğini gören Erbil yönetimi ise ekonomik bağımsızlık doğrultusunda adımlar atmaya başladı.
O süreçte Ankara ile ilişkileri iyi olduğu için IKB yöneticileri ziyaretlerde konuyu Erdoğan ile görüştüler. Erdoğan da 2013’ün sonlarına doğru buna sıcak baktığını belirtince karar verildi.
Yıl 2014’e gelindiğinde Maliki bütçeyi kesti ve Kürtler memur maaşlarını veremeyecek hale geldi.
Neçirvan Barzani bu tarihte Ankara’yı ziyaret etti ve ocak-şubat-mart aylarında Türkiye’den 500 milyon civarı bir borç alındı memur maaşları için.
Erbil ile Ankara 2014’e gelindiğinde mekanizma üzerinde yaptıkları teknik görüşmelerin ardından IKBY Başbakanı (o dönem başbakan) Neçirvan Barzani’nin Mayıs 2014’teki Ankara ziyaretinde Erbil ile Ankara arasında 50 yıllık petrol anlaşması imzalandı.
Neçirvan Barzani, uzun tartışmaların ardından 4 Haziran 2014’te Meclis’te milletvekillerinin sorularını cevapladı.
Barzani, Türkiye ile enerji alanında 50 yıllık anlaşma imzaladıklarını, sürenin daha da uzatılabileceğini söyledi.
Bu anlaşma ile Erbil yönetimi Türkiye’den geçen boru hattıyla petrol sevk etme imkanına kavuştu.
Ceyhan Limanı’ndan satış ise başka bir bağlam. Türkiye bu şekilde petrol satışına engel olmayacaktı.
Dün İran basını, bugün Türkiye basını
Erbil’in kendi petrolünü satması, ekonomik bağımsızlığını kazanması, Bağdat’a bağımlı olmaması ve İran’ın yürüttüğü politikalara teslim olmaması birilerini çok öfkelendirdi.
O nedenle İran basını o tarihlerde Erbil yönetimine “hırsızlık”, “yolsuzluk”, “yasa dışı petrol satma”, “kaçakçılık” vs. gibi suçlamalarda bulundu.
Bugün Türkiye basınında gördüğümüzü o dönem İran basınında görmüştük.
Meselenin gerçeği ne petrol kaçakçılığıdır ne Irak anayasasının ihlalidir, ne IŞİD petrolünün satılmasıdır, ne Powertrans meselesidir ne de “Irak petrolünün satılmasıdır”.
Irak yönetiminin açtığı dava da Ankara’ya karşıdır ve Türkiye’yi 73’te yapılan ve 2010’da eklemelerle uzatılan petrol boru hattı anlaşmasının ihlali kapsamındadır.
Bağdat yönetiminin Erbil’e açtığı bir davadan bahsediliyor mu?
Yok. Böyle bir mesele yok çünkü. Erbil ile Bağdat tam 10 yıldır enerji sevkiyatı, satışı, parası, bütçesi vs. konularında anlaşamıyor.
Nedeni ise çok basit: Yasa yok. Evet iki tarafı bağlayacak bir yasa yok ülkede. Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid, 29 Mart’ta Meclis Doğal Gaz ve Petrol Komisyonu üyesi milletvekilleri ile bir araya gelerek enerji yasasının bir an önce Meclis’ten geçirilmesini istedi.
Mesele “kaçak petrol” değil Erbil-Bağdat arasında petrolün kontrolü
Konu farklı mecralarda çok dallandırılıp budaklandırıldığı için biraz daha açalım eğer bir petrol yasası olsaydı “petrol gönderme hakkına sahip olduğu” kabul edilen Bağdat hükümeti neden Erbil ile 10 senedir her yıl bütçe zamanı Erbil ile bu konuları müzakere ediyor?
Öyle ya yasa varsa Bağdat hükümetinin “ya yasalara-anayasaya uyun ya da sizinle görüşecek bir şeyimiz yok” demesi gerekirdi.
Yasa olmadığı için kendi aralarında bir mekanizma oluşturmaya çalışıyorlar.
Söz konusu mekanizma bir tarafı razı etmeyince yürümüyor ve yeniden sil baştan oturuyor, konuşuyorlar.
Irak Anayasası’nın 110, 111 ve 112’nci maddeleri IKB yönetimine petrol ve doğal gazla ilgili siyaset ve strateji belirme ve geliştirmekten bahsediyor.
Anayasanın 112’nci maddesi okunduğunda Erbil’in hakları ve enerjiyle ilgili yetkilerinden açık bir şekilde bahsediliyor ancak Erbil ile Bağdat Şubat 2007’de enerji yasa tasarısı hazırladı ancak netice vermedi.
Gelinen aşamada Paris’teki tahkim mahkemesi Türkiye’nin Irak ile yaptığı anlaşmayı ihlal ettiğine karar verdi ve Ankara da karara uyacağını açıkladı. Bu nedenle IKB’den sevk edilen petrol (Kerkük petrolü dahil) durdu.
Bunun üzerine Erbil ile Bağdat yeniden masaya oturdu ve bazı maddeler üzerine anlaşma sağlandı. Buna göre:
Bu yazıyı yazdığım saatlerde IKB petrolünün müşterileri Erbil’de SOMO ve IKB Doğal Kaynaklar Bakanlığı yetkilileri ile görüşme halinde.
Irak Petrol Bakanlığı da Türkiye’den petrol akışının başlamasını isteyecek. Kısa süre içinde petrol akışı yeniden başlayacak ve her şey yeni bir mekanizmayla kaldığı yerden devam edecek.
Şimdi bitirmeden yeniden soralım:
Irak hükümeti, Erbil’den neden tazminat talep etmedi?
Erbil’in taleplerini neden kabul etti?
Erbil anayasaya aykırı davrandıysa neden yasalara uymasını şart koşmadı?
Bağdat, neden hiçbir şart koşmadan Erbil ile sorunu bu kadar hızlı bir şekilde neticeye bağladı?
Kaynak: Farklı Bakış