Konumuza kısa bir özetten sonra devam etmeye çalışalım. Hatırlayacağınız üzere Diyarbakır’da anaların isyanı üzerine Kürtlerin yoğun yaşadığı vilayetlerimizde PKK’yı telin eden yürüyüşler olmuştu.
Yaşanan bir toplumsal olaydı. Vuku bulmakta olan değişimin akamete uğratılmaması için Türk ve Kürt aydınlarına büyük görevler düşmekteydi. Bu nedenle gelişmeler dile getirilirken asla şovence bir dil kullanılmamalıydı. Kullanılmamalıydı ki barış için yeşeren çiçeklerin daha açmadan solmasına sebep olunmasın.
Kısacası duygusal, ideolojik ve hamaset ile olaya yaklaşmaktansa sosyoloji disiplini çerçevesinde konu ele alınmalı ve yorumlanmalıydı. Bu konuya merhum Baykan Sezer’in “Sosyolojide Yöntem Tartışmaları” isimli eserinden bir alıntı yaparak açıklık getirmek istiyorum:
“Sosyolojinin konusu bilindiği gibi toplum olaylarıdır. Toplum olayları ise tarih içinde gerçekleşirler ve tarihi boyuta sahiptirler. Sosyolojinin kendi geliştirdiği bilgi yöntemleriyle toplum olaylarının tarihi boyutunu kavramak olanağı yoktur. Bu durumda sosyoloji, konusunu gereğince kavrayabilmek için kaçınılmaz bir biçimde tarihe başvurmak zorundadır”
İşte bu nedenle yakın tarihimizin pek bilinmeyen sayfalarında dolaşmaya çalışmıştık, yine aynı gaye ile dolaşmaya devam edelim.
Mustafa Kemal Paşa 1 Mayıs 1920 tarihli meclis konuşmasında aynen şu cümleler ile İslam Kardeşliğine vurgu yapmıştır: “Burada maksut olan ve meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır. (…) Tahlisini azmettiğimiz vahdet yalnız Türk değil, yalnız Çerkez değil, hepsinden memzuç bir unsur-u İslam’dır. Bunun böyle telakkisini ve sui tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum. (Recep Çelik. Bilinmeyen bir Kürt Raporu. Tarihte Türkler ve Kürtler Sempozyumu Bildiriler. İçinde Türk Tarih Kurumu . Cilt 4. Sf: 295)
Mustafa Kemal’in ifadelerinden anlaşılacağı üzere 1920’lerin sosyolojik gerçeği İslam kardeşliği üzerine kuruluymuş. Kof övünmelere absürt iddialara değil. İşte bu sosyolojik gerçek bizlerin gerçeğidir. Bu kıvam tekrar yakalandığı zaman bizleri onlarca yıl oyalayan pek çok sıkıntımız hallolma cihetine yönelecektir.
Lakin İngilizler de boş durmaz Kürtlere yönelik propagandalarını sürdürürler. Tegihiştina Rastî (Doğruyu Kavrama) isimli Kürtçe bir gazete neşretmeye başlarlar. Kürtleri, Osmanlı’ya direnmenin İslami değerlere karşı çıkmak olmadığını zira din ve siyasetin farklı konular olduğuna dair ikna etmeye çalışırlar. (Nihat Karademir. İngiltere’nin Kürt Politikası. 1918-1932. Nûbihar Yay. Sf:52-53)
Oysa Kürtlerin çoğu için “Kürtlük” onların Osmanlı ve Müslüman aidiyetini ifade etmenin bir yolu idi. İstiklal savaşında Kürtler ulusçuluğu değil İslam’ı ve Türk-Kürt Müslüman kardeşliğini savunmuşlardır.
Bütün bu çalışmalar sebepsiz değildir. Hilafete bağlılığın gevşetilmesi ve ulusçuluk cereyanlarının yaygınlaştırılması suretiyle İngiltere iki çıkarını korumayı amaçlamaktadır. İlki Sömürgesi olan Hindistan’ın güvenliğini sağlamak ikincisi ise petrol bölgeleri olan Ortadoğu coğrafyası üzerinde hâkimiyetini kurmak.
Birinci dünya savaşı neticesinde İngiltere bütün emperyalist hedeflerine ulaştı. Batı şimdide Anadolu’yu parçalamak istiyor.
Önemli olan bizler ne yapıyoruz. Yaşadıklarımızdan ders çıkardık mı çıkarmadık mı? Sanıyorum tarihin bu çetin sınavından geçeceğiz. Ve aynı yılan deliğinden bir daha sokulup sokulmayacağımızı hep birlikte göreceğiz.
Biraz da Kürt İsyanlarına değinmenin faydalı olacağı kanaatindeyim.