AKP yıllarca Kürt sorununu çözüyormuş gibi yaparak iktidarını sürdürdü.
Sonra milli güvenlik politikaları adı altında MHP ile birleşip Kürt sorununu yok saydı ve şimdi hızla inişe geçti, artık gidici.
Peki AKP, bunca zaman nasıl oldu da bu kadar büyük bir hegemonya; devleti ele geçirerek bir parti devleti kurdu?
Nasıl kendisi de bir devlet partisi haline geldi?
Daha 20 yıl önce meşruiyeti zayıf bir hareketken ülkeyi tümüyle ele geçirip 20 yıl kesintisiz yönetmesinin birçok nedeni olabilir; ama bir nedeni de toplumun güven duyacağı bir alternatifin bir türlü oluşturulamamasıydı.
Toplum uzun yıllar ana muhalefet partisi CHP‘yi devlet partisi olarak gördü.
Oysa geçmişte yaşanan birçok olay sistemle hesaplaşma olmadan değişimin olamayacağını göstermişti.
AKP de sistemle hesaplaşma adı altında çevreyi merkeze taşımış, iktidar olmuştu.
Fakat o gün ile bu günkü AKP arasında en ufak bir benzerlik yok.
Belki baştan beri düşüncesi güçlenince aslına rücu etmekti, ama öyleyse bile takiye yaparak yürüdü, büyüdü bugünlere geldi, büyüdükçe güç zehirlenmesine uğradı, bunların etkisiyle bambaşka bir harekete dönüştü.
Belki de MHP’nin dayatması ve ortaklığı ile iyice yanlış yollara saptı.
Fotoğraf: AA
Kürt politikasında köklü değişiklik gerekir
Daha 2005 yılında Diyarbakır’a giderek oradaki meydanda “Kürt sorunu herkes gibi benim de sorunum, bu sorunu daha fazla demokrasi ve hukukla çözeceğim” diyen Erdoğan, şimdi sorunun varlığını bile inkâr ediyor.
Bırakın inkârı, ortağı MHP ile birlikte bu konuda ağzını açanı teröristlikle yaftalıyor.
Birlik beraberliği sağlaması gereken cumhurbaşkanı, bunu kendi eliyle torpilleyerek kutuplaşmadan medet umuyor.
Yetmiyor; Kürt siyasetçilerini içeri atıyorlar, belediyelerine kayyum atıyorlar, bu minvalde yapılan her türlü haksızlığın üstünü örtüyorlar.
Bütün bunlar, dün ayağı altına aldığını söylediği milliyetçilikle ve ırkçı milliyetçilerle birlikte yapılıyor.
Bu yol çıkmaz yoldur. Sırf ‘iktidarımı daim edeceğim’ diye toplumu böyle ayrıştırmak, bazı partileri meşru siyaset kulvarlarının dışına çıkarmaya çalışmak ve kimi kesimleri şeytanlaştırarak dışlamak orta ve uzun vade kimseye kötülükten başka bir şey kazandırmaz.
Kürt sorununda muhatapları kriminalize ederek tutuklamak, daha da ötesi itibarsızlaştırmak ve nihayet bu ikisinin harmanında kurduğu tuzağa muhalefeti çekerek Kürtlerden uzaklaştırmak projesi tutmaz.
Tutsaydı yüz yıldır elli kez denendi, bir kez tutardı. Barış ve kardeşlikten başka yol yok.
Sorunları ‘beka’ yalanı altında güvenlikçe politikalarla çözmenin imkânı yok.
Bu metot da elli yıldır denendi, bir arpa boyu yol alınmadı. Hala cenazeler geliyor, yazık değil mi yoksul halk çocuklarına.
Bu enflasyonun, yaşamı çekilmez kılan yoksulluğun ve ekonomik krizin bir sebebi de bu güvenlikçi politikalar değil mi?
İktidar bunu yaparken ne yazık ki bazı muhalefet partileri de bu tuzağa kolayca düşerek adeta bindikleri dalı kesiyorlar ya bunun farkında değiller ya da değilmiş gibi davranıyorlar.
Bakın son zamanlarda Gülşen‘in tutuklaması ile muhalifler adeta ayağa kalktı, iyi de etti tabi, bu hukuksuzluğa karşı çıkarak.
Peki, sorarım size, insanın aklına gelmez mi;
6 milyon oy almış bir partinin genel başkanı sırf “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için haksız ve hukuksuz bir biçimde intikamcı duygularla apar topar tutuklanıp hapse atıldığında kimse neden sesini yükseltmedi?
Hadi onu geçtim sonrasında birçok davadan beraat ettiğinde ve de Türkiye’nin yargıç verdiği ve altına imza attığı AHİM kararlarına rağmen içerde yıllardır tutuklu kalmasına neden aynı tepkiyi kimse göstermedi?
Yeni Türkiye böyle mi inşa edilecek, devlet yeniden böyle re organize edilecek?
Milyonların oyunu alarak gelen üç büyükşehir ve elliden fazla ilçe belediye başkanı görevlerinden haksız ve hukuksuz uzaklaştırılıp yerlerine kayyumlar atandığında neden muhalefet Gülşen’in tutuklamasına gösterdiği tepkinin onda birini göstermedi?
Şimdi böyle bir durumda gelecekte hak hukukun inşasına bu çifte standartla toplumu nasıl inandıracaksınız?
Bu tutuklama kararlarının neresinde Anayasaya, yasaya ve hukuka uygunluk var? Bu tutuklama kararlarının neresinde vicdan var?
Hukuk, adalete dayanır; adalet ise gücünü toplumsal vicdandan alır.
Toplumsal vicdanı sızlatan, kanatan kararlar adaletli değildir.
Devletten adaleti, düzeni çıkarırsanız geriye çete kalır.
Bugün hangi siyasi düşünceden olursa olsun milletin büyük bir kısmı ama sesli ama sessiz bu tutuklama kararlarına itiraz ediyor?..
HSK’ya düşen görev; anayasaya, yasaya ve hukuka aykırı olarak keyfi karar veren hâkim ve savcılar hakkında yasal işlem yapmak, yargı sisteminde sürüp giden keyfiliğin önüne geçmektir.
Bunun bu iktidar döneminde yapılmayacağı belli ama muhalefetin tutumu ile gelecek için umut ve güven verecek bir duruş sergilemesi, adaleti yücelten tutum alması gerekir.
Aksi takdirde seçim kazanılsa da kaybedilmiş olur.
Fotoğraf: Reuters
Sorunun muhatabı parlamentodur
Bütün bunların sağlanması ise her şeyden önce Kürt sorununun çözümüne bağlıdır.
Çünkü bu olan biten sorunların çoğu doğrudan Kürt sorunu ile ilgilidir.
Nasıl çözeceğinizi ortaya koymazsanız ve Kürt sorununu çözmeseniz; adalet sözde kalır.
O halde ilk yüzyılda yapılan yanlışlar bu yüzyılda tekrarlanmamalı, herkesin eşit temelde bir arada yaşadığı yeni bir Türkiye inşa edilmelidir.
Burada özellikle son zamanlarda çıkışlarıyla dikkat çeken ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu‘na büyük görev düşüyor.
İki nedenle;
Birincisi, Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın aksine bugün “Kürt sorunu var ve ben bu sorunu çözeceğim” diyor.
Helalleşme söylemi, Roboski ziyareti, doğu masası, bölge çıkışları hep buna yönelik.
İkincisi, bu aynı zamanda CHP’yi büyütecek bir hamle. Çünkü CHP uzun bir süredir Kürtlerden oy alamıyor, doğu ve güneydoğudan milletvekili çıkaramıyor. Bu seçimde bu makus talihi yenebilir.
Bu durumda bölgeden gelecek milletvekilleri hem Kılıçdaroğlu’nun elini bu manada güçlendirecek hem de seçilecek nitelikli ve donanımlı vekiller bölge sorunlarını parlatmaya taşıyıp tartışmasını sağlayarak çözüme katkı sunmuş olacaktır.
Bu nedenle başta Kürt seçmen olmak üzere, CHP’nin muhafazakârlar ve varoşlarla barışması ve buluşmasının zamanıdır ve zamanın ruhu bunu gerektiriyor.
Fotoğraf: Reuters
Üç kesimle barışmak
Sözü edilen üç kesim CHP’den hep uzak durdu.
Kürtler, CHP’nin eski kodlarından ötürü ona güven duymuyor, muhafazakârlar CHP’nin laikçi politikaları nedeniyle ondan hep uzak durdu, yoksullar ve emekçiler de kendi sorunlarını çözecek bir güç olarak CHP’yi tahayyül etmediler.
O yüzden bu üç kesim (HDP’nin dışında) ağırlıklı olarak AKP’ye oy verdi ve AKP’nin iktidarı hep bu kesimlerin omuzları üzerinde yükseldi.
Çoğu zaman AKP’den uzaklaşma emarelerini gösterseler de kendilerine göre başka uygun bir alternatif bulamadıkları için her seferinde bu alana çar naçar geri döndüler. Şikâyet ettiler ama orada kalmaya devam ettiler.
Fakat şimdi artık AKP için deniz bitti. Sistemle bütünleşen vatandaşa karşı ceberut devletin yanında yer alan otokratik hegemonyanın sonuna gelindi.
AKP yıllarca Kürtlerin, muhafazakâr yoksulların ve varoşların sorunlarını çözüyormuş gibi yaptı ama çözmedi.
Çürümüş ve kirlenmiş sistemi değiştirmeyi, dönüştürmeyi vadetti ama yapmadı, daha da çürüttü ve kirletti.
Değiştirmeye geldiği sisteme entegre oldu, onunla bütünleşti, nemalandı ve bu nemalanma uğruna statükoyu yıkmak yerine daha da pekiştirdi.
Oysa sistemi demokratikleşme vaatleri ile iş başına gelmişti. Bunun yerine sitemle bütünleşti, sistemden beslenmeye başladı.
Sistemden besleneneler ise sitemi değiştirmezler.
AKP’ye itidalli bir iyimserlikle oy veren bu kesimler, bir süredir bu gerçeği net ve yakıcı bir biçimde gördü, hem de ağır bedeller ödeyerek.
Şimdi yeni bir arayış içindeler.
Peki, onun yerini kim dolduracak?
İşte bu noktada Kılıçdaroğlu ve çaba sarf ettiği açılımları devreye giriyor.
Bu olmadığı takdirde bu boşluğu başka bir siyasal güç doldurabilir. Çünkü siyaset boşluk tanımaz.
Gerçi şimdilerde CHP’nin kendi elleriyle büyütmeye çalıştığı İYİ Parti bazen merkeze huruç etse de ayaklarındaki milliyetçi ve ülkücü prangalar buna engel oluyor.
Ama gene de hiç de belli olmaz. Çünkü siyasette her an her şey olabiliyor.
Kürtleri kazanmak
CHP’nin barışması gereken ilk kesim Kürtlerdir.
Bu seçim bunun için bir manivela görevi görebilir, anacak CHP buna hazır mı o çok belli değil.
Çünkü bu seçimi çantada keklik olarak gören kesimler var partide ve özellikle muhalefetin bir kesiminde.
Altılı masadaki İYİ Parti, Kürt seçmeni ve HDP’yi sürekli dışlıyor. Bu yol tehlikeli bir yol.
Hal böyle olunca ve seçime her türlü kazanılmasına kesin gözüyle bakan bu kesimler pastaya kimseyi ortak etmek istemiyor.
Üstelik bu duygu giderek erken ve kolay bir galibiyeti çantada keklik görenlerde baskın bir düşünceye dönüşüyor.
O nedenle kısa bir süre öncesine kadar Kürtler konusunda hassasiyet gösteren yaklaşımlar giderek değişiyor, daha minnetsiz bir tona dönüşüyor.
“Kürtler kendileri bilirler, bize oy verirlerse ne âlâ, vermezlerse de vermesinler. Bir dalga yakaladık iktidara geliyoruz, nerede duracakları artık Kürtlerin sorunu!” minvalinde laflar, bazen doğrudan bazen de ima yoluyla muhataplarına iletiliyor.
Peki, bu nereden kaynaklanıyor?
Sanırım bu lafları söyleyen muhalefetin, kendi doğrularından değil, iktidarın yanlışlarından kaynaklanan bir özgüveni var.
İktisadi krizin olduğu, hukuki güvenliğin ortadan kalktığı ve özgürlüklerin berhava edildiği bir ortamda, iktidarın kaçınılmaz bir yenilgiye uğrayacağına ve kendisinin de doğal olarak seçimi kazacağına inanıyor.
Bu da bir rehavete neden oluyor, muhalefetin Kürtlere dönük bir dil geliştirmesini engelliyor.
Kürtlerin taleplerinin zaten asgariye indiği bir siyasi iklimde muhalefet, Kürtleri yanında tutmak için gönül okşayıcı bir-iki sözü ve sembolik bir-iki hareketi yeterli buluyor.
Fotoğraf: Reuters
Görünen o ki, Kürtler muhalefetteki bu manzaradan hoşnut değiller.
Sorunların hep halı altına süpürülmesine, kendileriyle hemhal olunmamasına, taleplerine karşı bir hassasiyet geliştirilmemesine içerliyorlar.
Kendilerinden dört-beş yıl daha sessizce beklemelerini isteyenlere karşı da “Madem muhalefet Kürtlerin en insani taleplerini bile dillendirmekten kaçınıyor ve siyaseten savunamıyor, o zaman iktidardan ne farkı kalır” diyorlar.
Bu noktada giderek birbirine zıt iki yaklaşım öne çıkıyor;
Milliyetçi kesimlerin bölünme korkusundan kaynaklanan bir güvenlik arayışı; buna karşın Kürtlerin ise çatışma ve baskıdan kaynaklı bir barış arayışı söz konusu.
Oysa yeni Türkiye’nin inşasında Kürtler olmadan, muhafazakârlar olmadan, sekülerler, endişeli modernler, sol hareketler olmadan, emek hareketi olamadan, çevreciler olmadan olmaz. Bunlar olmadan Yeni Türkiye inşa edilemez.
CHP ve muhalefet bunu başarabilir. Bunun için başta bütün ana sorunlar olmak üzere temel meselenin çözümünde paradigma değişikliğine giderek çözüm yoluna gidebilir ve yeni Türkiye’nin inşasına öncülük edebilir.
Birçok meseleyi, demokratik müzakere, eşit vatandaşlık, hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesi, kamusal rıza ile çözüme kavuşturabilir.
Kılıçdaroğlu’nun çıkışı
Kılıçdaroğlu’nun helalleşme arayışı ve çıkışı bu bakımdan önemli. En azından böyle bir niyeti var.
Ayrıca empati yapmaya çalışıyor. Acılı insanları dinliyor, gözü yaşlı anaların acılarının artık dinmesi gerektiğini dile getiriyor.
Hak hukuk ve adaletten bahsediyor. “Kürt sorununu ben çözerim” diyor. Tabi bu sorunların büyük kısmı Kürt sorununa bağlı.
Kürt sorunun çözümü ise sadece bir ya da iki partiye bağlı değil, çeşitli kesimlerin bir arda durması ile ancak mümkün olabilir.
Çünkü her çözüm çabası bir yerlerden engellendi bugüne kadar.
Fotoğraf: CHP
Bu noktada devletin derinlerindeki sirkülasyonları da unutmamak gerekir.
Türkiye’de bu manda her zaman iki tür iktidar olmuştur: Seçimle gelen siyasi iktidar, bir de vesayet odaklarınca kullanılan ve gücü temsil eden bir devlet iktidarı.
Kılıçdaroğlu’nun yönetimindeki CHP, Erdoğan’ın tekelinde olan devlet iktidarının bir parçası olmaktan çıkma isteği, helalleşme ile kendini gösteriyor.
“Yeni Yüzyıl Beyannamesi” de bu açıdan okunabilir. Fakat bunlar tek başına yetmeyebilir.
Yeni Türkiye inşası için yeni atılımlar gerekir. Bu aynı zamanda siyaseten büyümenin de yoludur.
AKP ve Erdoğan’ın çıkışı/yükselişi ve düşüşü
Hatırlayın, Erdoğan kendi geleneksel kuruluş kodlarından ayrılarak iktidara gelmişti.
Erbakan’ın “Faiz rıba’dır, İslam Birliği içinde İslam dinarı getireceğiz” yaklaşımıyla iktidar olamayacaklarını gördüler.
Ana damarla bir kopuş yaşayarak serbest piyasa ekonomisini sürdüreceklerini belirterek sermayeyi rahatlattılar.
Küreselleşmeye ülke ekonomisini eklemleyeceğiz söylemiyle de uluslararası finans çevrelerinin kendilerinden ürkmemesini sağladılar.
Fotoğraf: AA
Sadece bu da değil. Erbakan’ın “AB, Hristiyan kulübüdür” temel kabulüne karşı çıktılar; “AB değerler manzumesidir ve Türkiye’yi biz AB’ye sokacağız” dediler.
Bu noktada hem içerde liberalleri kazandılar hem de dışarda AB ile ABD’nin desteğini aldılar.
Yanı sıra, katı ideolojik duruşu terk ettiklerini, milli görüş gömleğini çıkardıklarını söylediler, kapsayıcı bir politika izlediler.
Kürt, Alevi, vesayet, başörtüsü sorunlarını çözmeye yeltendiler, bazı girişimlerle toplumun bu kesimlerine güven verdiler, büyüdüler, üst üste seçim kazandılar.
Görüldüğü gibi, AKP kurulurken bu kesim kurucu kodlardan ve onlara engelleyen bagajlarından kurtularak ancak iktidara gelebildi.
2011 güç zehirlenmesi başladı ve 2015 yılında tamamen bu yoldan çıktılar.
MHP ile milli güvenlik söylemiyle başka bir kulvara girdiler ve sonrasında devlet iktidarının bir parçasına dönüştüler.
Şimdi bozulan AKP’nin yerini dolduracak bir alternatife ihtiyaç var.
Yeni alternatif
Hatırlayalım, AKP “‘3 Y’ ile mücadele etmeye geliyoruz” demişti. Bunlardan biri yolsuzluk, diğeri yoksulluk, üçüncüsü de yasaklardı.
Mücadele etmeye geldikleri bu ‘3 Y’yi bizzat kendisi yaptı. Bugün yolsuzluklar diz boyu, yoksulluk dayanılmaz boyutlara ulaştı ve yasaklar had safhada.
Üstelik bunlara yozlaşma, yalan ve yüzsüzlük de eklendi. Ekonomik bunalaımdan yolsuzluklara, baskıdan hukuksuzluklara bunca şey olup bitiyor, hükümet hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor.
Bu nasıl açıklanabilir?
Türkiye AKP döneminde orta demokrasi tuzağı, orta gelir tuzağı ve orta eğitim tuzağında sallanıp durdu. Şimdi demokrasi krizi yaşıyor.
Bu durum sistemi tıkadı, siyaseti kirletti ve iktidar kaymasına yol açtı. Bunun sonucunda kurumlar bozuldu, kurallar kuralsızlığa dönüştü ve liyakatsiz kadrolar iş başına gertirildi.
Ekonomi dibe vurdu, dış politika iflas etti, adalet dağıtması gereken hukuk kurumları ise kamu vicdanını kanatmaya devam ediyor.
Göçmen ve sığınmacılar sorunu gün gittikçe büyüyor. İşte bütün bunlar tek adam yönetiminin ülkeye hediyesi!
Bana yetki verin Türkiye’yi uçurayım dediler ama şimdi ülke çakılmak üzere, ülke yönetilemez hale geldi.
Şimdi artık esaslı bir değişim zamanı. Bu da yeni bir alternatifi gerektiriyor.
Bu alternatif altılı masa ve onlara dışardan destek verecek siyasi partilerle sağlanabilir mi?
(Bu değişimin kodları başka bir yazının konusu)
Kaynak: Farklı Bakış