Türkiye’de en çok kanatılan yaralardan biri olmuştur Kürt sorunu, Bugün YPG/PYD gibi oluşumların sırtını sıvazlayıp ‘’size devlet kuracağız, aslansınız, kaplansınız’’ diyen güçlerin ataları, 100 yıl önce Kürtleri 4 devlet içinde bırakmış ve ne yazık ki bölge ülkelerinin istikrarsızlığı için, vakti geldikçe bu durumu kullanarak kanayan bir yara haline getirmişti.
12 Eylül sonrası Diyarbakır cezaevinde yaşananlar ve bölgede uygulanan bilinçli politikaları –bilenlerin malumu zaten, bilmeyenlere de biraz hafıza tazelenmesi için– en basitinden bir iki örnekle kısaca hatırlayalım:
>Güneydoğuda küçük bir ilçede çocukken hatırladığım şeylerden biri; şarkısına bile tahammül edilmeyen Kürtçeydi... Belirli periyotlarda evlerde arama olur, herkes elinde bulunan kasetleri bir yerlere gömerdi ama şansızsa ve ani bir baskınla yakalandıysa vay halineydi vatandaşların…
>“Yeni kasetimde Kürtçe bir şarkı söyleyeceğim, klip çekeceğim ve bunu yayınlayacak yürekli yayıncılar arıyorum’’ diyen Ahmet Kaya’nın getirildiği durum ve tepki olarak okunan onuncu yıl marşını ayakta alkışlayarak Ahmet Kaya’nın mezarına bir kürek daha toprak atanlar, bugün gibi gözlerimin önünde.
Bu ortamda Kürtlere ümit olarak ortaya çıkan partilerin isimleri, harf kalabalığından pek hatırlanmazsa da, bu partilerin sözde amacı Kürtlerin haklarını aramaktı. Kürtlere dilinizi serbestçe konuşabileceksiniz, müziklerinizi özgürce dinleyebileceksiniz tarzı vaatleri bırakın gerçekleştirmeyi, söylemeye bile cesaret edeni başlarına Taç edecekleri günlerdi, şimdi ki gibi mecliste Kürtçe konuşmalar o günün hedefleri değil ancak hayalleri olabilirdi.
Gelelim asıl mevzuya... Yaklaşık 3 ay önce Şırnak’ın Cizre ilçesindeydim. 12 saat hiçbir bilgilendirme olmaksızın elektrikler gitmişti, bilgi almak ve tepki göstermek için bölgenin elektrik kurumunu aradığımda karşıma çıkan telesekreter ‘’Kürtçe için 2’ye, Zaza’ca için 3’e basın’’ deyince bir an yutkundum ve eskiden toprak altına saklanan kasetler, Ahmet Kaya’dan dökülen boncuk boncuk terler geldi aklıma. Sonra döndüm etrafımda bulunan ve o düşüncedeki arkadaşlara dedim ki “90’lı yıllarda deselerdi ki, bir parti gelecek, birçok açılım yapacak, aradığınız kurumda dil seçimi yapabileceksiniz” deseydi, sizlerin cevabı ‘’o parti için canımızı veririz’’ olurdu. İnsanoğlu geçmişini çabuk unutur derlerdi de ben bunun için baya zaman gerekir zannederdim, meğer kısa süreler bile bazen hatırlamamak için yeterliymiş.
Sonra bir an, aaaa! dedim kendi kendime, şaşırarak... Kendilerini Kürtlerin sözde temsilcisi olarak gören partinin son dönem söylemlerini hatırlamaya çalıştım. Geç kalınmış da olsa bugün verilen haklara edilen ne bir teşekkür geldi aklıma, ne de yeni bir hak talebi. Varsa yoksa konuya dair" yay‘’seni başkan yaptırmayacağız” sloganları, “diktatör” söylemleri, kilo alarak çıktıkları “açlık grevleri”, AK Parti’ye kaybettirecek her oluşum içinde olma stratejileri… Kısacası çıktıkları nokta Kürtlerin hak arayışı iken geldikleri nokta Türk Soluna stepne olmaktan öteye geçememişti. Hatta İsmet İnönü’nün kız kardeşinin torununu Eş Başkan yaparak partiye temelli yerleştiklerini ilan etmişlerdi. İşin kötüsü 30 yıllık zaman zarfında haklarını aradıklarına inandıkları düşünceye oy verenler, ödedikleri bedellerden sonra dönülmez bir yola girmişçesine ve tüm politika değişimlerine karşın desteklerini korumuşlardı.
Sizce de şu kendilerini Kürtlerin sözde temsilcisi olarak görenlere şunu sorma zamanı gelmedi mi? Bir zamanlar, çözmek için yola çıktığınız bir Kürt sorunu vardı bu ülkede. Sahi ne oldu var mı bilginiz, neler yapıldı, neler eksik, neler isteniyor, yoksa bunlar artık sizi ilgilendirmiyor mu? Yoksa siz yükselen Türkiye’nin önüne konulan, birbirine benzemez ama beraber hareket eden engellerden başka bir şey değil misiniz?