Siyasetin kendisine döndüğü, kendisini korumak içgüdüsü ile davrandığı bir dönemde eleştiri tepki toplayan bir ameliyedir. Oysa baskı, yıldırma, terörize etme gibi davranışlar tamda siyasetin kendisine dönmesini, korunma refleksiyle küçülmesini sağlamak ister.
Halbuki gelecek büyümekten korkmayan iddia sahibi ve yaşama kulak kabartan siyasetindir.
Doğrusu DTK ve DİK uzun süredir işlevsizleştirilmiş kurumlar. Bunların kurulurken temel amaçlarını biliyoruz.
Ama kısa bir hatırlatmada fayda var. DTK 30 Ekim 2007 tarihinde Diyarbakır'da kurulmuştur. Temel amacı Kürt toplumundaki çoğulcu yapıyı bir temsile dönüştürmekti. Bu anlamda aslında çok anlamlı bir yapıydı. Özellikle Kuzey Kürdistan’da yüzyıllık bir fetret döneminden sonra böyle bir çaba kendi başına taktire şayan bir yaklaşımdı-dır.
Ancak DTK hepimizin bildiği gibi gerçek anlamda bir temsiliyet ve çoğulculaşma sağlayamadı. Kendi içindeki kurumların toplandığı, etraftaki yardımcı birey, kanaat önderlerinin renklendirdiği aslında tek renk bir yapıydı. Bundan bir türlü çıkamadı. Bir toplumdan çok bir siyasi yönelimin toplanma-toplaşma merkezine döndüğü içinde işlevini kaybetti.
Gelişen antidemokratik uygulamalar ve siyasetin toplum düzleminden kaldırılmasından DTK’da nasibini aldı ve yüzlerce kişi DTK üyesi olduğu için soruşturma geçirdi. Pek çok kişi de ceza aldı.
DİK Demokratik İslam Kongresi, 2014’TE Diyarbakır'da Abdullah Öcalan’ın Çağrısıyla bir araya geldi. DİK Öcalanın;
“Değerli Mü’min Kardeşlerim;”
hitabıyla başladı. Öcalan İslam ve Demokrasi tartışmalarına katkı sunmak istiyordu. Ancak burada da ilk düğme yanlış iliklenmiş ve din ile ilişkisi olmayan daha çok sol gelenekten gelen biri Müslüman toplumun değişim ve dönüşümü için bir başlangıca imza atmaya çalışmıştı.
Burada bir eksik bir boşluk kendisini çok açık şekilde ele veriyordu. Bu tartışmanın asıl muhatapları(islami kesim) bir gelecek kuracak bir örgütlülüğe imza atamıyorlardı. Hayat boşluk kabul etmiyor. Birilerinin rol üstlenmesi bekleniyordu.
Oysa Dik önemli çalışmalara imza atsa bile önemle üzerinde durduğu İslam ve Demokrasinin tüm islam dünyasındaki dönüştürücü ve birlikte yaşam kültürünü yaratacak enerjisini ortaya çıkaramadı. Bunu zamanla örecek, devam ettirecek bir örgütlülüğe sahip olamadı. Kürt sorununda oynaması gereken kolaylaştırıcı rolü oynayamadı.
Peki DTK neden görevini gerçek anlamıyla yerine getirememiş, DİK neden ilk düğmeyi yanlış iliklemişti.
Kültürel çoğulculuğu bir türlü siyasal çoğulculuğa evirememiş, olmayan siyasal çoğulculuğu sağlayamayınca çoğullaşmaya önem verir olmuştu.
İlk temel dersi olan tüm bu yapıları ortaya çıkaracak çoğulcu siyasal yapının nasıl olacağını ele almamış; siyasal tekliğin eğemenliği altında kültürel bir çoğulculuğun resmini vermeye çalışmıştı.
Siyasal çoğulculuğa dönüşmemiş bir sosyal-kültürel çoğulculuk her şeyden önce kendisi olma şansını bulamayacaktı.
Neredeyse yüzyıldır Türk siyaseti Kürt siyasetinin etrafında dönmektedir. Kürt denizinin kabarmasına yüzyıllık tarihin birçok evresinde rastladık, yakın dönemini hep birlikte yaşadık-yaşıyoruz.
Ancak tüm bu zamanları geride bırakacak en zor döneme girdiğimizi düşünüyorum. Dört Kürt denizinden üçünün kabardığı ve Kobanî ile yeni döneme adım atan Kürt siyasetinin bütün parametrelerinin yerle bir olduğu ve kafası karışık ama uluslararasılaşan, büyük boyutuyla Ortadoğu güçlerini aptallaştıran ve gözlerini kör eden yeni bir dönem bu.
Bu dönem çoklu görünen tek aktörle atlatılacak, göğüs gerilecek ya da dönüştürülebilecek bir dönem değil.
Bu dönem uluslarasılaşan büyük Kürt sorununun çoklu aktörel işbirliği ile anlaşılabilecek-çözümlenebilecek bir dönem. Yeni dönem mücadelenin zorlukları ile birlikte kolaylaştırıcı birçok aktöre alan açılması gereken bir dönem. Artık Kürtleri yenmek mümkün değil ama Kürtlerin de yeneceği güçler yok. Ölüm-ölüm oyunundan yaşam-yaşam oyununa bizleri geçirecek daha geniş bir formülasyona ihtiyaç var.
Aynı sudan iki defa yıkanamazsınız. Bunun için beyhude çabalara girmeye gerek yok. Yeni gelen sulara göğsümüzü verip nasıl yıkanmamız gerektiği noktasında düşünmeye, üretmeye ve güvenmeye ihtiyacımız var.
Devasa büyüklüğünü, büyük acımasızlığına bırakacak Kürt sorununu, hakkettiği şekilde günlük siyasetin çok üstünde özgürlük ve kardeşlik imkanlarıyla ortaya koymamız kaçınılmazdır.
Devasa Kürt sorununun çoklu görünen tek bir aktörle götürmek eski zamana ait bir kavramdır artık. Kürt siyasal mücadelesinin aktörleri mücadelenin reel şartlarını ve çözümün gerçek yolunu bilecek kadar yaşamlarından, yaşanmamışlıklarından, kayıplarından, her gün kopup giden canlardan, yaptıkları fedakârlıklarından en çok çözüme ihtiyaç duyanlardır.
Çözüm teslimiyet değil; esası, hakkı, doğruyu paylaşarak, herkesin kendisi gibi kimlik ve kişiliğiyle yürümesine müsaade ederek, belki de yardım ederek geleceği, özgürlüğü, insanca yaşamı bütün Ortadoğu insanlarına-halklarına gösterme sanatıdır.
İslamın-müslümanca bir dilin özgürlük ve kardeşlik bağlamında çözümü ne kadar kolaylaştırıcı olduğunu görmemizin ve bu yönde Müslüman-Demokrat-Özgürlükçü bir siyasetin geleneğini hep birlikte; önce fikrini ve duruşunu, sonra gövdesini ve dallarını ortaya koymalıyız.
Türklere-Farslara ve Araplara Kürtlersiz olamayacağını gösterecek bir irade, Kürtlerle olunca daha güzel olabileceğini gösterecek bir ünsiyet, yakınlık ve gelecek imkanı.
O da; Kürdün kokusunun kendine has, tadının herkesle ortak olduğunu göstermekten geçer.
Çağın üzerimize çökmesini beklemeden, biz çağı karşılayalım. Nasıl olmayacağını gördüğümüz şeyin, nasıl olabileceğini de konuşalım. Kürdistanileşelim, Türkiyelileşelim, İranlılaşalılaşalım, Araplılaşalım; Ortaduğulaşalım ve dünyalılaşalım.
Bu mümkün ama tüm bu geleceği kucaklayacak bir proje ortaya koymaktan korkmadan bu mümkün. Biliyoruz burada en büyük iş bize düşüyor ama yine biliyoruz burada en büyük iş hepimize düşüyor.
DTK ve DİK’e gelince.
İttifak zoru birlikte aşma sanatı iken fotoğraf vermek veya almak günü kurtarma sanatıdır!
HABER AZAD