Bu yazıda son zamanlarda giderek ideolojik bir görüntü vermeye başlayan yeni Kürt sağını tartışmak istiyorum. Bu tartışmaya bir çeşit yüksek sesle düşünmenin eşlik ettiğini peşinen söylemeliyim.
Bu sebeple bu makaleyi esasında Bakûr’un sağcılık geleneğini tartışmaya açan bir davet yazısı niyetine okumalı.
Beş yıl öncesine kadar geleneksel Kürt sağı 1918’de donup kalmış, skolastisizm alfabesinin içinden konuşan, hayıflanmayı siyaset zanneden sabit fikrin taşra şubesi ve Türk sağının “ev kölesi” görümünde ikinci el bir sağcılık dizilişiydi. 2015 yılına kadar gözü Türk sağında olan bağımlı, tarih dışı ve siyaset dışı pragmatist bir sosyal ethosa tutunuyordu.
Ne var ki barış sürecinin ve ardından bağımsızlık referandumunun akim kalması, özyönetim stratejisinden duyulan varoluşsal korku ve buna eşlik eden aşırı şiddet fragmanları, HDP projesinin anlam kaymasına uğraması, Rojava’nın devletleşme potansiyeli ile katliam döngüsü arasında seyreden sürekli gündem halinin tayin ettiği bütün bu hızlandırılmış tarihe dönük tepki ve sükunet beklentisi ile yeni bir makuliyet serzenişi yeni sağın Kürtlük sahasını ortaya çıkaran siyasi gelişmelerdi.
Bütün bu süreçlere duyulan tepkinin ifadesi olarak gelişen yeni Kürt sağı ikili bir restorasyon, çifte bir tamir önerisiyle ortaya çıkıyor. Kürt siyasetinin özyönetimden bu yana yaşadığı kan kaybı ile devletin aşırı şiddet uygulayan pratiklerine aynı anda merhem sürme tepkiselliğinin içinden konuşan bu yeni tavır, Kürtlere yeni özgürlük teorileri vazetmekten çok ana akım Kürt siyasetini kontrol etmeye, onu frenlemeye ve nihayetinde üslup ve biçim olarak onu taklit ederek ikame bir yedek stil olmaya dönük bir strateji izliyor.
Bu sebeple ilke ve prensiplerce yoğrulmuş modern siyaset formları ile değil daha ziyade şahsa özgülenmiş taşra toplumunun tepkisel refleksleriyle kendini ortaya koyan bir negatif siyasetin veya anti siyasetin gramerini temellük etmiş durumda. Paradigması olmayan ama geleneksel sahada “aurası” olan bir negatif siyaset biçimi.
Görüldüğü üzere geleneksel Kürt sağı, dönüşüp değişti ve artık yeni kod ve frekanslarda kendini daha fazla ortaya koyuyor. Ne var ki tüm bunlara rağmen yeni Kürt sağı hala çok kırılgan bir yapı olarak sistematik bir ideolojiden ve kuramsal bir programdan mahrum. Ve dahi bu yeni inşa, koalisyon olduğu ölçüde eklektik ve toplama bir siyasi söylemde buluşuyor ve daha önemlisi teorisiz olduğu için de rotasını teorisyenler değil demagoglar belirliyor.
***
Öncelikle Kürt sağının şemsiyesinin altında kimlerin bulunduğuna bakmamız elzem. Bu manada Kürt toplumunda özerk alanlara sahip İslamcılık, Muhafazakarlık ve (etnik) Milliyetçiliğin sağın temel bileşenleri olduğu açık. Son beş seneden bu yana bu özerk duruşların kendi aralarındaki sınırlarının bir hayli gevşediğini ve belli zaman ve olaylarda iç içe geçme kabiliyetleri sergileyerek birbirlerine eklemlenebilme potansiyeli gösterdiğini iddia etmek mümkün.
2015 ile birlikte dönüşen ve serpilen yeni bir sağ dalgayla karşı karşıya olduğumuz açık, bu dalganın Rojava özelinde tavan yapan romantik Kürt duygu dünyasının üzerinde sörf yaptığı da aynı derecede açık. Bununla birlikte Kürt toplumuna içkin anılan üç özerk pozisyonun aynılaştığını iddia etmiyorum elbette. Fakat kritik zaman ve kritik durumlarda bu üçlünün kendi özerk alanlarını muhafaza etmek kaydıyla ortak bir dil, müşterek bir gramer ve reaktif bir efekt yakaladıkları ortada.
Bu zaviyeden bakıldığında artık kelimenin gerçek manasıyla toplumumuzun bir sağı olduğunu çekinmeden söyleyebiliriz herhalde. Fakat elbette bu yeni inşa, an itibariyle monoblok siyasi tercihler peşinde koşan bir organizma değil. Şimdilik bu inşanın bir çeşit koalisyon veya konsorsiyum şekline büründüğünü iddia etmek daha doğru.
Somut olarak yeni Kürt sağı derken tam olarak kimden bahsediyoruz? Tartışmayı verimli kılmak için bu yeni heterolojik inşayı sarih kılmak gerekiyor. Bir kere listenin en başına gerek Kürt İslamcılığından ve gerekse Türk İslamcılığından sükutu hayale uğrayıp bidat edenleri yazabiliriz. Geleneksel ulemanın etkisinin giderek tükendiği, modern İslami yenilenmenin iflas semptomları gösterdiği bu ahir zamanda İslamcılıktan yorulanların yeni Kürt sağına büründüğü açık.
İlaveten seküler-devrimci politik ilahiyattan umudunu kesenleri de, yorulanları da ikinci sıraya yerleştirebiliriz. Hem din yorgunu hem devrim yorgunu şehirli kesimlerin daha stabil ve öngörülebilir bir vasata sığındıkları aşikar. Evrensel ideolojilerden bitap düşmüş eski kuşak aydınlarla, ideolojik manada kafası karışık yeni genç jenerasyonu da Kürt sağının organik aydınları olarak okuyabiliriz. Son zamanlarda hususen kültürel arayışlar üzerinden yeniden ivme kazanan muhafazakar grupları da bu minvalde anabiliriz. Son olarak devletin artan şiddetinden yorulmuş şehir eşrafı ile yanlış bir siyasal strateji olarak carileştirilen özyönetim sürecinden mülksüzleştirilmiş şekilde çıkan şehir esnafını da buna ekleyebiliriz.
Bu yeni ideolojik inşanın ekonomi politiğine baktığımızda ise devletin tahkim edip önünü açtığı yeni (muhafazakar) Kürt orta sınıf ile geleneksel Kürt aristokrasisi ve yeni Kürt burjuvazisi bu işin iktisadi mutfağında yer alıyor. Yeni Kürt sağının politik talepleri benzeşse de politik tercihleri yekpare değil. Ağırlıkla yüzü Başûr’a dönük olsa da bütün politik sermayesini ana akım Kürt siyasetinin yapacağı politik yanlışlara bağlayan siyasi partiler üstü bir sosyolojiden bahsediyoruz.
Bunun içinde Hüda-par kitlesinin bir bölümü de var, AKP-Saadet kitlesinin bir kesimi de var, oy kullanmayan Kürt dindarları ve cemaatlerini de bu minvalde sayabiliriz sanıyorum. HDP’ye küskün endişeli muhafazakarlar ve din veya muhafazakarlık ile alakası olmayıp ana akım Kürt siyasetinin Türkiyelileşme politikasına muterizleri de bu bağlamda sayabiliriz şüphesiz.
Son olarak ideolojik bilinçten uzak, şehirli ezilen yoksul bir kesimin de HDP siyasetinin kendilerine değmemesinden ötürü bu alana yoğun ilgi duyduğunu da ekleyelim. Görüldüğü üzere siyaseten hiç de birbirine benzemeyen bu heterojen sosyolojik kavisi Kürt sağının ideolojik hinterlandı olarak ele alabiliriz. Bu yazının daha çok Kürtlüğü yeniden keşfeden sağcı damarı konu ettiğini belirtelim.
***
Mamafih ruhunu İslamcılıktan, karakterini muhafazakarlıktan ve üslup ile gramerini etnik milliyetçilikten alan Kürt sağının yeni kodlarda tarihe geri dönüşüne tanıklık ediyoruz. Henüz siyasi veya toplumsal bağlamda bir “anlam sözlüğü” üzerine temellenen kamil bir ideoloji olmasa da giderek sahih bir tavra denk gelen ve sağcı bir psikolojinin modifiye ettiği bir düşünce üslubunun, bir karşı koyma retoriğinin oluşmaya başladığı tartışma götürmez. Bu refleks koalisyonunun Kürtleri algılama ve okuma şematiği tam da “sahipsiz ve mağdur millet” mitolojisine yaslanıyor.
Welat kavramının Kürt poetik geleneğinde korunmaya muhtaç anne/gelin biçiminde kadınsal bir stereotipe benzetilmesi gibi Kürt sağının Kürtlere bakışı da tamamen erkek lügati içinden sahiplenilmesi, korunması gereken bir “kadın” prototipine denk düşüyor. Sahipsiz ve mağdur milleti, sahipli kılmak kadar bu milletin ehil olmayan ellere (sol siyasetlere) geçmesini önlemek de kurucu bir değer olarak görülüyor. Milliyetçiliğin bir homojenleştirme hamlesi olduğunu düşündüğümüzde muhafazakarlığın ve İslamcılığın milliyetçi bir çehreye bürünmesi anlaşılabilir bir hal elbette. Kürt İslamcılığı bu manada mütereddit halini önemli oranda atmış görünüyor, yani din ile milliyet arasındaki gerilimi, dini, milliyetin asli bir unsuru olarak tanımlayarak aşmaya dönük çabaları belirgin hale geliyor.
Yeni Kürt sağı geleneksel muhafazakarlığın aksine dini yeniden yorumlayan, onu ideolojikleştiren ve onun sembolik evreni içinden kendini ortaya koyan bir performansa yaslanıyor. Bu inşanın temel gıdası ve vitamini milliyetçi bir kıvamda carileştirdikleri dinsel popülizmdir bu sebeple. Bu şekilde yeni Kürt sağının milliyetçilik tahayyülü alabildiğine din taklidi bir milliyetçiliğe dayanıyor.
Son beş yıl içinde tarihin hızlı aktığı toplumda, sağa kırmanın ivme kazanması beklenen bir durum olarak da düşünülebilir kuşkusuz. Ne de olsa sağın tarihi bir yerde frenin, güvenlikli limanların, el yordamıyla ilerlemenin tarihidir. Yeni Kürt sağının temel karakteri gecikmişliğiyle bağlantılı alarmist halidir.
Sol tandanslı ana akım Kürt hareketinin hızlandırılmış/yenilenmiş devrim süreç ve teorilerine karşı Kürtlere restorasyon ve muhafaza etmeyi salık veren bir sükunet söylemi vaad ediyor. Ezilen Kürdün devrimciliğini değil mağdur Kürdün restorasyon özlemini temsil ediyor. Kapitalizmle sulh imzalamış, Kürtlüğü orta sınıf mülkü olarak gören bu kavrayışa eşlik eden, genel olarak dünyadaki yükselen yeni sağ hareketleri de bu minvalde zikretmek gerek.
***
Kürt sağının kuş bakışı arkeolojisine baktığımızda ise bu makro bakış, doğal olarak bizi farklı Kürtlük okumaları arasındaki gerilime kadar geri götürür. Farklı Kürtlükler arasındaki gerilimin başlangıcını geçen yüzyılın başlarına kadar geri götürülebiliriz şüphesiz. A.Rahman Bedirhan’ın Kürdistan gazetesi bu fay hatlarının gerilimi üzerinden bir okuma geliştiriyordu örneğin. Onun Hamidiye Kürtleri söylemi ve bu söylemi eleştirdiği bağlam neredeyse tamamen sağcı bir bağlamdı. A.Cevdet’in 1913 yılında Kürt gençlere herhangi bir vasat yerde müdür/kaymakam olmaktansa bir Kürt köyünde muallim olmasını vazetmesi bu gerilimin açık yansımasıydı.
Yine 1913 yılında yayın hayatına başlayan Rojî Kurd neşriyatı modern Kürtlük ile Geleneksel Kürtlüğün ilk ciddi gerilimlerinden birini ihtiva ettiği için hassaten tarihi öneme sahiptir. Neşriyat, “Hêvî” isimli Kürt gençlik grubunun yayın bülteni olarak çıkıyordu ve bu yeni jenerasyona göre geleneksel Kürtlüğün elinde kılıç ve toprak varsa, kendilerinin elinde ilim, irfan ve medeniyet vardı. 1918 yılında basılan Jîn neşriyatı da geleneksel Kürtlük ile Modern Kürtlüğün bariz gerilimini belli bir dengede götürüyordu.
Derginin yazarlarından E. Rehmi derginin 7. sayısında “Biz de artık eli kalem tutanları avrupaya gönderelim, kalemleriyle çalışsınlar, haklarımıza sahip çıkıp hakkımızı ispat etsinler”şeklindeki söylemi geleneksel Kürtlüğün çıkmazını net olarak gösteriyordu. Ne var ki yarım yüzyıl sonra sağ Kürtlüğe hakiki ve sahici bir doktrinle sahip çıkan Said Elçi ve arkadaşlarını hassaten anmak gerek. Kürt sağını tarihinde ilk kez kolonyalizm tezleriyle buluşturan da bu ekipti. Sait Elçi, Kürt aristokrasisinin geleneksel mülkü olagelmiş geleneksel/sağ Kürtlüğü halkla buluşturan önemli bir toplumsal değişime öncülük ediyordu. Ne var ki bilinen sebeplerden ötürü bu değişim akim kaldı.
***
Kürt sağının en büyük handikapı diğer halkların sağ akımlarına oranla ona refakat eden bir devletin olmaması ile onu finanse eden bir burjuvazinin veya geleneksel orta sınıfının olmamasıydı. Yazı konusu ettiğimiz bu inşayı mümkün kılan, ekonomi-politik modernleşme olarak yeni (muhafazakar) Kürt orta sınıfının altını çizmekte fayda var. Geleneksel Kürt orta sınıfları level atlayıp yeni kapitalist dalganın içine daha çok alınırken bunun yeni orta sınıf karakterine bürüneceği açıktı.
Geleneksel Kürt sağı AKP iktidarı süresince önü açıldıkça hem sınıfsal olarak farklı bir görünüm kazandı hem de kültürel olarak modernleşti. Bu kesimler şehirleşme teknolojileriyle, kapitalizmle, orta sınıfın olası nimetleriyle daha haşir neşir bir profil çiziyor. Kentleşme oranı arttıkça, muhafaza edilesi iktisadi birikimler ortaya çıktıkça, şehirleşmenin entegrist kuşatıcılığı ortadayken daha az fedakarlıkla daha çok Kürtlük imkanları söz konusuyken bu damarın gelişmesi kaçınılmazdı zaten.
Yeni Kürt sağının millet mistifikasyonunun temelinde ırk yer alırken, milletleşme tasarımı ise büyük oranda ılımlı, öngörülebilir ve bir eli el freninde olan kapitalist modernleşmeye dayanıyor. Kendi başına ve kendinde Kürt olmanın kafi bir değer görüldüğü, Kürdün zengininin ama vicdanlısının makbul görüldüğü bir modernleşme ülküsü. Yeni Kürt sağının millet ve milletleşme mefkuresi büyük oranda Başûr’la bağlantılı bir okuma nitekim. Başûr’un millet inşa pratiklerinden ilham alan bu stil, millet kurma ile devlet kurmayı iç içe gören bir yaşanmışlıktan besleniyor.
Yeni sağ akım bir bütün olarak devlet merkezli bir düşünme biçimidir. Sağın geleneksel tarafı baskın yanı devletle yeni bir sözleşme dahilinde yürümeyi münasip görürken, yeni sağın söylemsel merkezi ise Kürtlerin önüne temel hedef olarak ne pahasına olursa olsun devletleşmeyi koyuyor. Fikriyatta mağdur, tarihe geç kalmış Kürdün ancak devleti olduğunda şifa bulacağına dair bir idealizasyonun içinden konuşsa da pratikte devlet kurmanın ne demek olduğuna, bunun için hangi araçların gerektiğine, buna hangi yöntemlerin uygulanacağına dair kafa yormayan bir teorisizliğin içinde konuşması ise ayrıca dikkat çekici.
Bu yeni söylemsel inşanın milliyetçilik mefkuresini konuşmak hassaten önemli. Kürt sağının milliyetçilik bileşkesi “sahipsiz ve mağdur halk” mitolojisi üzerinden kurgulandığı sürece ezilen halk milliyetçiliğine yakın bir kıvam tutturuyor. Buna rağmen “ezilen ulus milliyetçi” gelenek ve doktrininden beslenmemeleri onun devrimci okumalara kapalı olduğunun bir göstergesi. Fakat buna rağmen bilindiği üzere Fanon, her ulusal kurtuluş mücadelesinin inşa sürecinde milliyetçi duyuşunu kaçınılmaz bulur, bu sebeple Kürt sağının milliyetçiliğini bir bütün olarak mahkum etmek yerine dozuna, kıvamına ve muhtevasına bakmak icap eder.
Bu milliyetçiliğin evrensellikten uzak özcü bir kipte seyretmesi, stabil bir milli muhtevada ısrar etmesi, sınıf olgusuna kör olması, fazla maskülen ve cinsiyetçi bir söylem tutturmasının üzerinde durmak gerekir. Yanı sıra gecikmiş bir orta sınıfın diskuruna dönüştüğü oranda bu milliyetçi dilin kestirmeci, komplocu ve irrasyonel bir karakter sergilemesi de ideolojik bakımdan hamlığına delalet ediyor.
Ne var ki bu etnik milliyetçiliğin Kürtlerin sınıfsal olarak ezilmişliğine gözlerini kapatıp halkı, sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir organik kütle olarak görmesinin altı çizilmeli. İlaveten Kürtleri “hilkaten muhafazakar” görme gibi bir düşünsel şablona da sahip olduklarını eklemek gerekir. Bu sebeple çoğu zaman hilkaten muhafazakar gördüğü bir halkın sol siyasetlere ya da sosyalist vurgulu siyasetlerin peşinden gitmesini de “hilkat garibesi” şeklinde jakoben bir bakışın içinden görmeleri ayrıca dikkat çekici.
Kürt sağının bir kuramının, bir teorisinin, bir düşünce geleneğinin olmaması onun en büyük zaafıdır. Fakat bu tek başına yeni sağın problemi de değil açıkçası. Gerçek şu ki yeni jenerasyonumuz “düşünce”ye değil “görüş”e kıymet atfediyor. Yeni sağ bu yüzden düşünceye değil olaylara verilen anlık görüş ve reflekslerle kendini ortaya koyuyor. Zaten bu sebeple teorisiz olmasını hatta manifestosuz olmasını dert etmiyor, çünkü bu ona soft bir örgütlenme potansiyeli de sunuyor. Kürt sağının teorisi olmadığı için onu siyasi ilmihal reçetelerine mecbur kılıyor.
Bu sebeple yapılması gerekenler ile yapılmaması gerekenleri bir elin parmağını geçmiyor. Tüm bu nedenlerle çıplak bir şahıs sosyolojisidir yeni Kürt sağı. Zaten daha önce de geleneksel sağ Kürtlük, aristokrat şahısların mülküydü şimdi de statü peşindeki popülist ajitatörlerin şahsi mülkü izlenimi veriyor. Bu şekilde şahısla müsemma olduğu sürece soyut üretimden çok kestirmeci kavga retoriklerinden medet umuyor. Ana akım Kürt hareketiyle kavga, Resmi Kürt Tarihinin dışına çıkanla kavga, farklı düşünenle kavga vs. Politik bağlamda muktedir olamamanın boşluğunu bilhassa kültür temelli kavgalarla gidermeye çalışan kestirmeci bir sağ akıl var karşımızda.
Düşünsel, politik, toplumsal bir alternatif örmek yerine huzursuz bir söylenme, agresif bir sızlanma, kavgacı bir ruh haliyle dalaşmayı salık veren otoriter bir sağ dalga neşvü nema buluyor. Devletle yalnızca munis bir lügatle karnından konuşarak didişmeyi ama öte yandan kendinden olmayan Kürtlerle neredeyse ölümcül bir kavgaya tutuşmayı göze alan bir mücadele biçimi.
***
Öte taraftan Kürt sağının iskeletini teşkil eden muhafazakarlığın yekpare bir kitle olmadığı açık. Geleneksel Kürt muhafazakarlığı devlete meyyal, oportünist, statükocu ve pragmatisttir. Bu muhafazakarlık bir davranış kodu olarak iki şeyi muhafaza eder: Kültürel Kürtlük ve Geleneksel İslam. Kürt tipi muhafazakarlık kapitalist modernleşme sürecine karşı defansif bir tepkiselliğe dayanır öteden beri. Ne var ki bu muhafazakar kitlenin yarılmaya başladığı da görülüyor. Mannheim’in yetkinlikle bize gösterdiği üzere kendisi hakkında bilinçli hale gelmiş, rasyonelleşmiş bir gelenek olarak yeni bir muhafazakarlık okuması da ortaya çıkmış durumda.
Kürt muhafazakarlığın içindeki bu damar hem geleneksel Kürt muhafazakarlığının refakatçisi olmaktan vazgeçmiş hem de Türk sağının geleneksel muhafazakar kodlarıyla arasına mesafe koymuş şekilde aydınlanmış bir muhafazakarlık görüntüsü veriyor. Geleneksel Kürt muhafazakarlığı devrimci olana karşıt, hızlandırılmış tarihe temkinli, aydınlanmanın radikalizmine/kapitalizmin anaforuna karşı emniyet sübabı işlevi görürken bu yeni muhafazakar damar reformist bir görüntü veriyor. Bu genç muhafazakar damar Kürt edebiyatına ve Kürtçeye bihakkın vakıf olarak çoğunlukla kültürel Kürtlüğün bir üretimi olarak fark yaratıyor.
En önemli ayırt edici vasıfları muhafazakarlığı, eskinin veyahut geleneğin bekçisi olmaktan çıkararak muhafazaya değer yeni şeyler üretme potansiyeli olarak görmeleridir. Siyaseten olmasa bile kültürel devrimciliğe açık olmaları ve dahası kapitalizme tam bulaşmamış hatta ona mesafeli olması onları sahici kılıyor. İlaveten geleneksel asimilasyonist Türk-İslamcı meydan okumaya karşı koymak için öze yani Kürtçe’ye, Xani’ye, Ciziri’ye dönüş istidadı göstermesi onları rasyonel bir geleneğe bağladığı gibi onlara muhafazakar bir modernleşme imkanı da sunuyor. Bu genç muhafazakar entelijensiyanın şimdilik sadece ilgilenmekle/bilgilenmekle yetindiği sahici yeni düşünme epistemeleri de var. Sait Elçi döneminden bu yana belki de ilk kez Kürt sağı, bu yeni muhafazakar damar üzerinden kolonyalizm meselesine ilgi duyuyor. Post kolonyal teorileri şimdilik temellük edemese de ilgiyle izlemeleri umut verici.
Ne var ki her şeye rağmen Kürt sağının inşa etmeye çalıştığı milliyetçiliğin post-kolonyal teoriye ilgi duyması bunu kendi kaderini tayin hakkı ile ilintilendirerek yoluna devam etmesi onu sahici bir toplumsal alana taşıyabilir. Fakat burada temel problem milliyetçilik okumalarının neredeyse tamamen özcü olması ve bunu evrensele taşıyacak usul ve esaslardan yoksun olması. İkinci temel problem ise bu yeni kavrayışın tahayyülünde Kürt yoksulların neredeyse hiçbir şeye karşılık gelmemesi. Tüm bunlara rağmen inşa aşamasındaki bu damar eğer yeni sağı modere edebilirse bu yeni dalga hiç değilse vizyonsuzluktan, ütopyasızlıktan ve toplama bir siyasi tutum olmaktan öteye geçebilir.
***
Her söylemsel inşanın kendini ortaya koyacağı bir “Pazar” alanı varsa yeni Kürt sağının Pazar alanı da sosyal medya. Ne var ki bu sosyal medya iştahı yeni sağı modere etse bile onu hakiki bir vasatla buluşturması zor görünüyor. Bilhassa sosyal medyadaki Kürt sağı kitlesine göre Kürd, ancak devleti olduğunda kıymetlidir. Devlet veya statü dışındaki her talep ve istek zaman kaybıdır. Kürtlerin devletleşememe halini haklı olarak sorgulayan, buna haklı olarak eleştirel bakan ama aynı zamanda bazen bunu provoke edip karikatürize eden ve devletleşememeyi varoluşsal bir kompleks haline getiren bir anti siyaset hali de bu okumaya eşlik ediyor.
Modern devletin kaynağına ve inşa araçlarına dair neredeyse hiçbir fikri bulunmayan, modern devletin kuruluş süreçlerinde sınıfların karmaşık ilişkilerini görmezden gelen ve devlet kurmayı ve hatta devlet yıkmayı sosyal medya koreografileriyle, yerli yersiz aforizmalarla karikatürize eden yeni sağ bir söylem de Kürt sağına eşlik ediyor. İki yüz seksen karakterle dört parçayı birleştirip devlet kurmayı vaad eden bu sanal şövalyeler ezeli Kürdistan davasının mitolojik kahramanları muamelesi görmek istiyor. Ne var ki yeni Kürt sağını bir yere kadar modere eden bu damar Kürt sağını tam bir depolitizasyon üssüne çeviriyor. Velhasıl yeni sağın teorisiz/teorisyensiz hali en çok burada karşımıza çıkıyor.
Tüm bunlara rağmen yeni Kürt sağı genel Kürt siyaseti bağlamında söylem üstünlüğünü, gündem belirleme yeteneğini keşfetmiş görünüyor. Ve bu haliyle kabul edelim ki ana akım Kürt siyasetini kelimenin tam anlamıyla muhasaraya almış görünüyor. Burada ana akım Kürt siyasetinin maneviyat evrenine dokunamaması, bu manada kalbe ve duygusallığa seslenen bir sosyal ethos üretememesi, Kürtçe’nin hakkını layıkıyla verememesi, Kürtçeyi gündelik dilde amir kılamaması, kültürel Kürtlükle bağını yeniden tesis edecek kurucu yeni teknolojiler inşa edememesi ile Türkiyelileşme perspektifinin muhtevasını dolduramaması gibi Kürdi dünyaya değecek pedagojik yaratıcılık üretememesi asıl sorun olarak görünüyor.
***
Sonuç olarak Kürt sağı öteden beri geleneksel Türk sağı-muhafazakarlığı ile Arap sağı-muhafazakarlığının bir bileşkesi, bir kopyası hüviyetindeydi. Şimdilerde yeni Kürt sağı henüz teorisiz bile olsa bir düşünce üslubu, bir reaksiyon örgütlemesi olarak ideolojik bir toparlanma, kendini var kılma iradesi gösteriyor. Bu düşünme biçiminin hala demokrasi, kadın meselesi, çoğulculuk, farklı düşünme, özgürlük gibi alanlarda olgunlaşmadığını, bu konularda komplocu, özcü, cinsiyetçi ve fazlaca ataerkil bir kavrayışla kendini ortaya koyduğunu da eklemek gerekiyor.
Yeni Kürt sağının Kürtlere sahici bir alternatif sunması için evvelemirde şimdilerde kopuş semptomları göstermesine rağmen hala göbekten bağlı bulunduğu Türk sağının “ev kölesi” halinden kurtulması gerekiyor. Bunun için sahici bir şekilde dekolonyal süreçleri etüd etmesi gerekiyor. Zira şu haliyle yeni sağın anti kolonyal kuramla bağlantısı baştan savma ve pragmatik. Ev kölesi gibi sahibinin mülkü yandığında oturup ev sahibiyle yas tutmak yerine Malcolm X’in imlediği üzere “tarla kölesi” duruşundan ilham almalı. Ev köleliği halini tamamen bırakıp tarla kölesi ethosuna bürünmeden Kürtler için sahici ve özgürlükçü alternatif öne sürmesi zor görünüyor.
Hülasa Kürt sağının tarihe geri dönüşüyle artık tek bir Kürtlük yok, Kürtlük’ler var bundan böyle. Evrensel ve devrimci bir kavrayış olarak “Ezilen Kürtlük” ile geleneksel ve restorasyoncu olarak “Mağdur Kürtlük” biçiminde düalist bir yarılma yaşıyoruz. Bu aşamadan sonra Kürtlük’ler arası bir diyalog zemini bulunmazsa Kürtlerin ezeli Yekîtîsöyleminin temenniden öteye geçemeyeceği bir zaman aralığındayız artık. Siyaseten Yekîtî projesini mümkün kılmanın yolu bu iki Kürtlük arası mesafenin kısaltılmasıyla doğrudan bağlantılı.
Sonuç olarak yukarıda bahsedilen Rojî Kurd neşriyatı 1913 yılında geleneksel Kürtlüğü mefluç ve malul olarak resmetmişti. Bu yazıda anlatılan yeni sağ Kürtlük belki de tarihinde ilk kez mefluç ve malul Kürtlükten kurtulma semptomlarını gösterse de hala mefluç halini tam manasıyla aşabilmiş değil. Türk sağının önemli kalemlerinden Tanpınar, Yahya Kemal için “garp karşısında ilk eşit konuşan adam” der. Kürt sağına önemli oranda ilham veren Bediüzzamanı Kürt sağına mensup çoğu kişinin gözünde tam da “Türkler karşısında ilk eşit konuşan adam”dır.
Bediüzzamanın İstanbul’a gelip Kürt kolonisini ve mefluç geleneksel sağ Kürtlüğü yerinde gördükten sonra söylediklerini hatırlamalı belki de: “Eğer daiye-i teferrüd, ihtilaf, hodfuruşluk, meylü’l ağalık, milleti istihdam, aldanmak ve aldatmak sun’î Kürtlük muktezasında gösterilse, ‘şahid olunuz o Kürtlükten istifamı veriyorum’”.
O halde soralım Bediüzzamanın yüz yıldan daha fazla zaman önce geleneksel sağ Kürtlükten istifa ettiği günden bu yana değişen bir şey var mı?
***
1- Bu konuya ilgi duyanlar Selim Temo ile Cuma Çiçek’in şu yazılarına da bakabilir:
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/12/27/sol-acik/
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/12/13/guneyde-yenilen-kimdi/
https://www.birikimdergisi.com/haftalik/1294/cozum-sureci-ve-kurt-sagi
Nupel