Üretim süreçlerimizi ve kurumsal yapımızı dünya “denetçilerine” açarak, çalışma hayatını sertifikalandırma çabalarını kesintisiz sürdürüyoruz. Bir taraftan kaliteli üretim konseptimiz diğer taraftan, kapasite artırma hedefleri rutin bir karakter kazanırken, firmanın odağından hiç düşmeyen “müşteri memnuniyetini” çalışanların memnuniyetiyle aynı potada birleştirmeye çalışıyoruz.
Dünya markalarının kalite standartlarını, Bismil’in yerel kültürüne adapte ederek, yeni bir çalışma disiplini ve iş ahlakına uygun, yeni bir insan tipine ulaşmaya gayret ediyoruz. Kaliteyi tartışmıyoruz. Kalite kırmız çizgi; kalite müşterinin talebi ve tartışma dışı. Nitelikleri belirgin ve kriterleri tanımlanmış olan kalite süreçlerinin içinden geçerken, iş gücüne nitelik kazandırarak, zamanı ve verimliliği, bir başka seviyeye taşıyor ve geleneksel çalışma kültürü ve ahlakıyla çok ciddi bir mücadele veriyoruz.
Doğrusunu söylemek gerekirse ve itiraf manasında bir cümle kurmam istenirse, bu bahiste en çok zorlandığımız sorun, geleneksel çalışma anlayışından doğan, çetin alışkanlıkları, ‘’ yeni alışkanlıklarla değiştirme, süreçleridir. Filozofun dediği gibi “insan alışkanlıklardan ibarettir ve alışkanlıkları değiştirmek, atomu parçalamaktan daha da zordur” Ama yeni bir hayat modernitesi de ancak bu alışkanlıkların değişmesiyle mümkün hale gelebilir. Genel olarak değişim demek, alışkanlıklar değişimi demektir. Alışkanlıklar değişmeden, toplumun sosyolojisi değişmiyor. Üretim biçimi, siyaset yapma şekli ve hatta futbol oynama tarzı, hiçbir yeniliği kabul etmiyor.
Değişim rüzgarlarını hissetmek hoşuma gidiyor. Bu rüzgârın yönü altyapıdan geliyorsa, çok heyecan verici olabiliyor. Somut pratik bir örnek ile bu rüzgârın tatlı esintisini sizinle paylaşmak isterim.
Bundan yaklaşık bir ay önce, iki beyefendi bizi ziyarete geldi. Geleneksel konukseverliğin ritüelini geride bıraktıktan sonra “Biz Ünteksten geliyoruz” dediler. Çantalarından bir boxer çıkararak masamın üstüne koydular. Kalbim daha hızla atmaya başladı. Ünteks lafını ben, “Üniteks” olarak anlamıştım. Üniteks bir tekstil devi ve benim hayallerimde apayrı yeri olan bir kurumdu. Hala da öyle. Omera Tekstili yapılandırırken, uzak bir gelecek için Üniteks gibi olmayı planlamaya dahil etmiştik. Şimdi o hayal karşımda duruyordu. Bir başka heyecan ve ilgiyle gelen misafirlerle ilgilenmeye başladım. Tesisi gezdirdim. “Video çekimi yapabilir miyiz?” dediler. Normalde bu talebe ilişkin standart yanıtım hayır olur; ama evet dedim ve çalışmayı videoya aldılar.
Fiyat ve kapasite konuşmasında mutabakata vardık. İş sözleşme aşamasına geldi ve “Biz yarın gelir bir sözleşme imzalarız” deyip, gittiler. Aradan üç saat geçmeden telefon edip bizi kendi tesislerine yarın sabah buluşmak üzere davet ettiler. Tesisin Diyarbakır adresini verince benim şaşkınlığım daha da arttı. Kimi ünlü firmalarin Diyarbakır organize sanayisine yerleştiğini duymuştum. Ama bilgilerim arasında Üniteks yoktu.
Sabah erkenden Bismil’den Diyarbakır’a gitmek için yola koyulduk. Organize sanayi 4. Etaba vardığımızda şaşkınlığım aptallık mertebesine varmıştı. Kocaman tabelada Ünteks yazıyordu. Üniteks yoktu. Daha dikkatlice baktım, gördüğüm şey çok netti. Ünteks. Devasa bir tesis, 64 bin metrekarelik kapalı alan, diğer bir deyimle 64 dönüm. Randevumuz genel koordinatör ileydi. Danışmada bizi kadın refakatçılar karşıladı. Kendimizi önemli insanlar olarak hissetmemizi sağlayan bir tavır ve güler yüzlülükle karşılandık. Genel Koordinatör odasına girince şaşkınlığım artık tescilli hale geldi. Karşımda dostum İhsan Avcı vardı. Amedspor sevdasının tanıştırdığı iki insanın buluşması gibi, öyle bir halet-i ruhiye içine girdim. Çünkü İhsan beyle hep Amedspor konuşmuştum. Bugün başka şeyler konuşmak nasip olacaktı. Sarılıp hasret giderdikten sonra, İhsan bey kafamda dolaşan soruların tümüne cevap vererek, beni o aptallaşma halinin içinden çekip çıkardı. Artık, ne ile karşı karşıya olduğumu çok daha iyi biliyordum.
Tesisleri birlikte gezdik. Süreç pamukla başlıyordu. Pamuk ipliğe dönüşüyor, ipliğe dönüşen pamuk kesintisiz bir işleyişle kumaş haline geliyordu. Aslında aynı anda iki büyük fabrika entegre haline getirilmişti. İplik fabrikası pamuğu ipliğe çeviriyor, kumaş fabrikası da ipliği örerek kumaş olarak ürününe dönüştürüyordu.
Duygularımı hiç saklamayacağım. Diyarbakır'da, böyle bir şey görmeyi, en azından bugünlerde görmeyi hiç ummuyordum. Hayalim gerçekti ve karşımdaydı. Gezintiye devam ettik. Tesisin bir uzantısına MHM’lerden oluşan adına Emprime denilen “parça baskı makinlarına” şahit oldum ki; parça baskı üretimi benim İstanbul’ da seksenli yılların başında edindiğim ilk uzmanlık alanımdı. Parça baskı atölyesinin hemen sağ tarafında nakış departmanını gördüm. Yan yana dizili nakış makinaları, kendi kendine yeterliliğin kilometre taşından bir olarak duruyordu. Nihayet sıra konfeksiyon bölümüne gelmişti. Üretim bantları arasında gezinirken, gözüme metalden arındırılmış bölgenin apayrı bir departman olarak tasarlanmış olduğunu gördüm. İhsan bey “Konfeksiyon bölümünü yukarıdan izleyelim” dedi. Dediğini yaptık ve ikinci katın camlı bölümünden, karınca misali çalışan insanlara tepeden bakma imkânı bulduk.
Her şey benim için çok heyecan vericiydi. İhsan bey çok kısa bir süre sonra İstanbul’dan boyama fabrikası ve rotasiyon baskı tesislerini de Diyarbakır’a taşıyacaklarını söyledi. Kare tamamlanıyordu ve ben cidden gördüklerinden çok etkilenmiştim.
Bu dev tesis, açık ki çok kısa bir zamanda Diyarbakır’a dev dokunuşlarla, bildiğimiz ve içinde yaşadığımız o makus talihi değiştirmeye aday olacak.
Artık hiç kuşkum kalmadı Kürt modernitesinin lokomotifi tekstil olacak. Eğer Kürt coğrafyasında hayat, bir gün değişirse, bunda başat rol tekstilin olacak. Tekstil maddi hayatı değiştirerek, sosyal hayatı da değiştirecek.