Tarih: 08.05.2023 19:23

Kürt İslamcılığı ve Türkiyelileşmek-1

Facebook Twitter Linked-in

İslamcılık, her ne kadar tarihsel olarak çok farklı referans noktalarına götürülmüş olsa bile, 1850’lerden sonra başta Mısır olmak üzere pek çok Müslüman toplumda Batı’nın yayılmacı politikalarına bir itiraz olarak ortaya çıkıp yükselmiş bir düşüncedir. Türkiye bu düşünce biçimiyle (fikri hareketle) daha ziyade 1950 sonrasında Cumhuriyetin kurucu ideallerinin kısmen esnetildiği bir dönemde tanışmıştır, denilebilir. 1950 sonrası çıkan yayınların belirli bir bölümü dönemin şartları itibariyle halkın Batı’dan dalga dalga yayılan komünizme karşı uyarılması amacını taşıyordu.

Bu durum Cemaleddin Efgani’den (1838-1897) itibaren aşina olduğumuz anti-emperyalist İslamcı çizgiye pek benzemiyordu.

Ama 1960 sonrasında genelde çeviri eserlerle organize olan İslamcı biçimi hem daha radikal bir çizgiye yöneldi hem de tek odak noktası komünizm olmaktan çıkmaya başlayıp başka ötekiler de yaratmaya başlıyordu.

İslamcılık ortaya çıktığı Osmanlı son dönemi itibariyle ideolojik bir anlam dünyası içermektedir. Osmanlı ve diğer İslam dünyasının temel sorunları üzerine düşünceler geliştirmeye çalışan çeşitli figürlerin iddiaları ve kurtuluş fikirleri İslamcılığın teorik çerçevesini hazırlamıştır. İslamcılık ortaya çıkış tarihi itibariyle özelde Osmanlının genelde İslam Dünyasının batı karşısında gerileme dönemine denk gelir. Her ne kadar ilk teorik çerçeveyi oluşturanlar Osmanlının kurtuluşu üzerine siyasal iddialar dile getirse de iddiaların iki yönlü ilerlediğini söyleyebiliriz.

İlki İslam dünyasının batı emperyalizmi karşısında ayağa kalkışı ve güçlenmesiyken diğeri ise bu gerilemeye sebep olduğu söylenen geleneksel dini yorum ve yaşam tarzı. Öztürk’e göre bu söylem Batı’nın meydan okumasını her alanda kabul etmiş olmakla birlikte karşı argümanlarla dini tahkim etmek ve böylece küffarın meydan okumalarını etkisiz kılmaya çalışmak şeklinde kendini göstermiştir (2006, 49).

Bu meydan okuma Mısır’da başlayıp tüm İslam dünyasını etkisi altına alan ideolojik bir kurgu olarak karşımıza çıkıyor. Vural’a göre İslamcılığın Batı’da yaygın olan pozitivizme, materyalist felsefelere karşı olmak, bu akımların ve oryantalistlerin saldırılarına karşılık vermek temel özelliklerinden biridir (2015, 11). Meydan okuma ve karşı durma eylemlerinin mekânsal merkezinin ise Osmanlı olması oldukça doğaldır.

Çünkü o gün için Batı dünyasında Osmanlı İslam dünyasının karşılığı olarak görülebiliyordu. Hem coğrafi yakınlık hem de güç dengesi bu durumu icbar ediyordu.

Türkiye İslamcılığı

Türkiye’de İslamcılık çeşitli evrelerden geçmiş ve çok çeşitli figürlerle çok çeşitli iddiaları dile getirmiştir. Cumhuriyet sonrası Necip Fazıl ve Büyük Doğu Dergisi etrafında şekillenen isimler yukarıda bahsedilen daha anti-emperyal çizgi yerine klasik millilikten ve muhafazakarlıktan öte bir milli muhafazakâr söylemi benimsediler. Aytepe’nin de belirttiği üzere Cumhuriyet dönemine kadar devam eden ve ilk dönem ya da Klasik dönem İslamcılığı diyebileceğimiz tarihsel dönem ile Cumhuriyet sonrası tarihsel ve toplumsal koşulların sonunda gerçekleşen ve bugüne kadar varlığını evrimleşerek de olsa sürdüren İslamcılık deneyiminin tamamen farklı ve yeni bir olgu olduğu gerçeğidir (2016, 171). Burada temel farkın Mehmet Akif, Eşref Edip, Said Halim Paşa, Said Nursi gibi isimlerle özdeşleşen daha ziyade İslam Dünyasının ayağa kalkışı ve ümmetin kurtuluşu adına tanımlanan araçsal devlet yerine, devleti aşkın bir öğe olarak gören bir noktaya evrilmedir. Türk kimliğini İslam’la özdeşleştiren bu çizgi sağ akımlarla ilişkilerini güçlendirerek 1980’lere kadar anti-komünist bir söylem ve eylem ufku ürettiler. Bora’ya göre 1945’ten sonra İslamcı eleştiri tek parti rejiminin anti-demokratik niteliğinden ziyade katı laisizmine hücum etmiştir (2013, 519). 1980 sonrası ise ivme daha ziyade sağcılıktan ayrışmaya çalışan hatta zaman zaman bu noktada devlet karşıtı söylem geliştiren bir İslamcılık tarzı ile karşılaşırız. Bu durumun ortaya çıkmasında 1980 darbesinin baskıcı tavrı ve dindarlar üzerinde 80 sonrası kurulan baskının etkin olduğu söylenebilir. İlk izlerini Ercüment Özkan (1938-1995) gibi hem geleneğe hem de sağcı muhafazakâr yapılara eleştiri üzerinden görebileceğimiz bu düşünce biçimi daha ziyade ‘radikal’ olarak tanımlanmıştır. Aytepe’ye göre Özkan, Kur’an’ın toplumun idrakine özgüvenle arz edilmesi gerektiği; sünnetin Hz. Peygamberin Kur’an’ı yaşamsallaştıran yüzü olduğu; tasavvufun, yılların tortulaşmış geleneğinin dine bulaştırılması şeklinde anlaşılması gerektiği; laiklik ve demokrasi başta olmak üzere bütün beşerî sistemlerin İslam’ın dışında olduğu yönünde ifadelerle kendine yer edinmiştir (2016, 191). Yukarıda üretilen söylem tarzının 80 sonrası kapitalizm eleştirilerinde de kendine yer bulduğunu görüyoruz. Tuğal’a göre 1980 sonrası Türkiye’de kapitalizme karşı tek kitlesel direniş noktası İslamcılıktır (2006, 26). Anti-kapitalist söylem Türkiye’deki sağ sol ayrışmasında İslamcılığın daha ziyade sol ile yakınlaşmasını sağlamıştır. Bu noktada Türkiye İslamcılığının düşünsel ayrışmalarının yanı sıra etnisite merkezli ayrıma da tabi tutulması gerekir. Türkiye’de hâkim etnik toplumlardan Türk ve Kürt halkının ideolojik yorumlarını kendi kültürel dokularına özgü geliştirebildiklerini söyleyebiliriz. Bu manada Türk İslamcılığı yukarıda özetlenmeye çalışılan Türk tipi dindarlığın söylemi ve eylemi bağlamında 1980 sonrası da örgütlenmeye devam edegelmiştir. Özellikle siyasal alanda kendini gösteren MSP geleneğinin Türkiye merkezliliği Osmanlı İslamcılarının “ümmet” idealizasyonu ile çelişir. Öte yandan Kürt İslamcılığının daha bölgesel bir aktör gibi davranması da ümmetçiliğin sınırlarına tam anlamıyla dahil olmadığını gösterebilir.

Kürtler ve İslamcılık

Kürt halkının 1980 sonrası Marksist isimler tarafından kurulan Kürdistan İşçi Partisi ile başlayan süreci, devlet ile olan mücadelede yeni bir cephe açmış gibi görünüyordu. Kürt sekülerleşmesinin tarihini oldukça geriye götürmek mümkün. Zira Osmanlı’nın son döneminde elit aydınlar tarafından geliştirilen teorik düzlem sadece İstanbul’u değil tüm coğrafyayı etkiliyordu. Filiz’e göre Kürt sekülerizmi için ilk evre Osmanlının son dönemidir. Bu dönemde Jön Türkler, İttihat ve Terakki ile girilen ilişkiler, Kürtler açısından seküler tecrübenin ilk örnekleridir (2019, 114). Milliyetçiliğin sekülerleşmenin bir basamağı olduğunu kabul edebiliriz. Kökce, 1927 yılında Suriye’de Hobyun’un kuruluşunu Kürtlerin modern anlamda milliyetçi dil ve hareketle tanışmasını sağladığını aktarır (2021, 8). Türkiye’de ise Şeyh Said’in idamı ve Zilan Katliamı ile başlayan yeni bir süreçten bahsetmek mümkün. Hatta Ekinci’ye göre Şeyh Said direnişinin etkisiyle 1926’dan 1930’a kadar irili ufaklı birkaç direnişten oluşan Ağrı ve 1937-38’de gerçekleşen Dersim olaylarında geleneksel toplumsal yapıyı ve kültürü muhafaza motivasyonu ve dini motifler ön plandaydı (2022; 47). Bu ayaklanmanın Kürtçü bir isyan mı yoksa İslami bir isyan mı olduğu konusu bile hala tartışılmaya devam etmektedir. Ama bu tartışmalar Kürt kimliği ile İslami kimlik arasında bir yakınlığı göstermektedir. Bu olayın Kürt toplumunda açtığı derin yaralar kadar Türk toplumunda beliren milliyetçiliği de tetiklediğini söyleyebiliriz. Tan, 1959 yılında Kerkük’te yüzlerce Türkmen’in hayatını kaybettiği olaylardan sonra CHP Niğde Milletvekili Asım Eren’in öldürülen Türkmen sayısı kadar Türkiyeli Kürd’ün öldürülmesini teklif ettiğini aktarır (2009, 326). Bu ayrışma sonraki yıllarda da belirgin şekilde devam etti. 1980’li yıllara kadar ise her ne kadar Kürt gençlerinde bir kimlik bilinci oluşmaya başlamış olsa dahi hem sol hem de sağ muhafazakâr gruplar daha ziyade Türkiye merkezlilerdi. Kırdan kente göçün kentte örgütlediği “taşra burjuvazisi” Kürt toplumu için yeni bir sınıfsallık doğurdu. Doğanoğlu’na göre “Kentli” küçük burjuva Kürtler, büyük şehirlerde önemli ölçüde sol siyasete eklemlenerek bir siyasal formasyon kazanmıştır (2016, 942). Bu durum, Kürt siyasallaşması açısından son derece önemli bir dönüm noktasıdır; çünkü o yılların kent ortamında genel olarak bir “sol yükseliş” söz konusudur (Akt. Doğanoğlu, 2016, 942. Yeleser, 2011, 73). 1978 yılında Abdullah Öcalan önderliğinde kurulan PKK bu anlamıyla yeni bir süreci başlatıyordu. Ama bundan önce kır kent mevzusu sınıfsallıkla birlikte dindarlık veya ideolojik argümanları da besleyen temel bir dinamik olarak karşımıza çıkıyor. Gellner’e göre kent yoksullarının dramatik şekilde kaldığı güvencesizlik hali ve muğlak gelecek tasavvuru onları teolojinin en soyut ve kuru dallarına yönlendirir. Dinden beklenen teselli ve kurtuluştur. Vecd, heyecan, yüreklendirme ve aynı zamanda unutuş olan bir dinsel durum (2012, 85). Kentleşme ve milliyetçilik arasında devletin kurduğu bağın İslamcılığı hem radikalliğe hem de kentin varoşlarına hapsettiğini söylenebilir.[1] Kürt halkının yaşadığı kentlerin yoksulluk algoritması belirgin bir yükselme içerir. Bu yoksulluğun kaynağı ne olursa olsun Gellner’in yukarıda bahsettiği dinin sosyo-ekonomik sürece göre organize olma biçimindeki vecd ve heyecan hali bambaşka bir sosyo-gerçeklik doğurur.

1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de yükselen İslamcı kitle hareketleri çeşitli bölünmeleri bu dönemde yaşamaya başladı. Milli Türk Talebe Birliği ve Akıncılar hareketlerinden kopan İslamcı öncüler kendi içlerinde de çeşitli fraksiyonlara ayrıldılar. Erbakan önderliğindeki politik söyleme karşı kendi siyasal refleksini inşa eden bu hareketlerin önemli bir kısmı devletle arasına mesafe koydular. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren başlayan memuriyetten istifa dalgası bu mesafenin sonucu olarak okunabilir. Devletin teolojik olarak tanımlanma biçimi İslamcı öncüleri onun hizmet alanına girmekten beri tutuyordu. Bununla birlikte Kürt İslamcı öncüler devletin coğrafyadaki uygulamalarına da muhalif söylemler üretiyorlardı. 1980’lerin sonunda yayımlanmaya başlayan Davet dergisi birçok İslamcı dergi gibi şehit ve şehadet kavramlarını başka bir alana çekiyordu. Hatta İslamcı mahallede üretilen ezgilerde şehitlik kavramı Bosna, Çeçenistan, Afganistan coğrafyasındaki mücadele ile ilişkilendiriliyordu. Davet dergisi Hizbullah isimli yapılanmaya mensup isimlerin ölümlerini kutsayan yazılar yayımlıyor ve Kervan müzik albümleri bu ‘şehadetleri’ ağıtlarla kendi gençlik hareketlerinde efsaneleştirmeye çalışıyorlardı. Elhan, Davet dergisinin ‘tağut’i sistemin güdümünde yaşanılan İslam’ı, emperyalizmin güdümünde Amerikancı bir İslam olarak tanımladığını aktarır (2019, 452). Yazılar ve ezgilerle hep bir ağızdan sistem ve karşısında konumlandırılan siyasal işlevi dinamik bir ‘dini hayat’ argümanı üretildi. Daha sonra rektörlük görevi de yapan A. Ağırakça, Değişim dergisinde yazdığı bir yazıda devletin insanları dinden uzaklaştırmak istediğinden dolayı din adamlarını el altında tutacak diyanet işleri başkanlığını kurduğunu söyler (1994, 36). Buradan da anlaşılacağı gibi İslamcı öncüler için diyanet devletin dini kontrol etme hatta manipüle etme planının sonucudur. Buna karşılık İslam inkılabı yegâne çare olarak görülür.

Türkiye’de İslami/İslamcı hareketler 1960’lardan itibaren kamusal alanda önemli bir görünürlük kazanmış ve 2000’lere kadar her ne kadar idealler ve toplum tasarımı anlamında muhtelif ayrışmalar yaşamış olsa da etnik anlamda ciddi bir bölünme yaşamadan, çoğulcu ve bütünlüklü bir yapı arz etmiştir. Fakat özellikle 2000’li yıllardan itibaren İslamcılığın bu karakterinin dönüşmeye başladığı ve etnik bir ayrışma yaşamaya başladığı görülmektedir. Bu dönemde, daha önce sisteme muhalif olan İslamcılar, yöneticileri namaz kılan ve İslamcı gelenekten gelen devlete “aidiyet” hissetmeye başladı ve tam da bu sebeple ve buna karşı devletin Kürt politikasından ayrı bir güzergâhta “Kürt İslamcılığı/İslamcılıkları” boy gösterdi. Bu sebeple bazı Kürt “İslamcılar”, devlete yakınlaşan ana akım Türk İslamcılığıyla yollarını ayırdı ve tabiri caizse Türk İslamcılığı gömleğini çıkardı. Hal böyle olunca Türkiye’de İslamcılık etnik olarak bir ayrışma yaşadı ve “Kürt İslamcılığı” billurlaşma sürecine girdi. Bu dönemde 1990’larda Kürt Hizbullah’ıyla karşı karşıya gelen İslami gruplardan biri olan Menzil Grubu’nun 2010’larda Öze Dönüş Platformu ismiyle çalışmalarına yeniden başlaması, yine 1990’larda Nur Cemaati’nin “milliyetçi ve devletçi” olduğunu düşünerek oradan kopan Kürt Med-Zehra cemaati, Azadi İnisiyatifi’nin kendini deklare ederek legal alanda çalışmalar yürütmesi ve Hizbullah hareketinin öncesine göre Kürdî vurgusu daha ön planda olan siyasal bir yapıya evrilmesi bir sinerji oluşturmuş ve Kürt İslamcılıkları olarak adlandırılabilecek hareketler boy göstermeye başlamıştır.

1980’lerin sonlarından itibaren toplumsal/siyasi şart ve imkânların gölgesinde müstakil örgütlenmelere öncülük eden şahıslar bu yapılara İslamcılığın Kürdî varyasyonu denilebilecek görünürlük kazandırabilseler de Kürt bölgesindeki İslami örgütlenme ağırlıklı olarak Türk İslamcılığı ve MTTB üzerinden gelişmiştir. İslamcılığın Kürdî görünürlüğünü taşıyan bu yapılar 90’ların şiddet atmosferinden sonra sahadan çekilip 2000’lerin ardından Müslümanlar AK Parti ile birlikte devletle bütünleşmeye başlayınca yeniden görünür oldular. Bu tarihten itibaren, özellikle 2007’den sonra Kürt İslamcılığının, Türk İslamcılarının “devletleştiği” ve kendilerini devletin bir parçası olarak görmeye başladıkları bir dönem olarak AK Parti ile birlikte daha belirgin bir ayrışma sürecine girdiği görülmektedir. Zira 2000’lerden itibaren yapılan araştırmalar da sahadaki dönüşümü tespit ve bu gerçeği teslim etmektedir: “AK Parti’nin iktidara gelmesinden ötürü, dini eylemciler ve dindar insanlar devletle daha uyumlu olduklarını hissediyorlar, hatta kendilerini devletin bir parçası olarak görüyorlardı” (Tuğal, 2011:163). Bu sebeple geçmişten bugüne en azından önemli bir kısmı devletin Kürt politikaları sebebiyle devletle problemli ve ona mesafeli olan İslamcı Kürtler, devlete eklemlenen ana akım Türk İslamcılığıyla yollarını neredeyse tamamen ayırdı. “1970’lerde Kürt solunun Türk solundan ayrılarak otonomlaşması ve radikalleşmesine benzer şekilde; bazı Kürt İslamcı grupların 1990’lı yıllarla Türk İslamcı gruplardan ayrılarak otonomlaştığı ve radikalleştiği görülüyor” (Çiçek, 2015:84).

Bu hikâye hem Türkiye’deki İslamcılığın devletle ilişkisinde hem de kendi içinde yaşadığı değişimin öyküsüdür. Geçmişte sisteme muhalif olan İslamî hareketler, özellikle 1980’ler ve 1990’lar ortamında, Türkiye’deki kurulu düzene karşı en büyük muhalefet hareketlerinden birini oluşturmuştur (Gülalp, 2003:62). Türkiye’de İslamcılığın bu “muhalif” karakteri, Cumhuriyetle hem dini hem de etnik açıdan problemler yaşayan Kürt İslamcılarını Türkiye İslamcılığıyla buluşturan ve aralarındaki farklılıkları görünmez kılan bir işlev görüyordu. AK Parti’nin kendi deyimiyle “çıraklık” ve “kalfalık” aşamalarını geride bırakıp “ustalık” dönemine evrildiğinde, sahadan çekilmiş olan çeşitli yapıları sivil toplum veya siyasi hareket olarak ‘legal’ çerçevede yeniden önümüze getirdi.

1970’li yıllardan itibaren ve özellikle 1980’li yıllarda Türkiye’deki İslamî hareketlerin faaliyetlerinin geniş bir toplumsal kesimi etkisi altına almasının en önemli motivasyonu, İslamî olmadığı ve İslam’a karşı politikalar ürettiği düşünülen bir iktidara karşı kurtuluşçu bir ideolojiye duyulan ihtiyaçtı. Çünkü Kemalist iktidarın tahakkümü altındaki kamusal alanda siyasal, toplumsal ve iktisadi fırsat alanlarından yararlanmak üzere üretilen politikalar, İslamî olmadığı düşünülen iktidara karşı kurtuluşu sağlayacak bir ideoloji olarak İslamcılığın kendisinde aranmıştı.

Bu hareket çeviri ve İslam toplumlarındaki tecrübelerin aktarımıyla gelişme kaydetmiş ve bu sayede Türkiye’de milliyetçi ve sağ düşünceyi aşıp daha evrenselci, ümmetçi ve enternasyonalist bir kimliğe bürünmüştür. İslamcı düşüncenin ümmetçi bir düşünce biçimini benimsemeye başlamasını sağlayan “enternasyonel ruh” ya da “Müslüman enternasyonalizmi”, bu dönem İslamcılığının temel karakterini ifade etmektedir. Radikal İslami hareketlerin bir kısmı özellikle 70’li yıllardan sonra yavaş yavaş “sağ”, “muhafazakâr” ve “milliyetçi” çizgiden ayrışarak, Tanıl Bora’nın (2009) ifadesiyle özgün ve bağımsız bir “billurlaşma” sürecine girmişlerdir. Bunun asıl sebebi olarak, tercüme edilen İslami ideoloji ve metinlerin temel karakterlerinden birinin milliyetçiliği aşındıran bir “ümmetçilik” anlayışı üzerine oturması ve dolayısıyla milliyetçilikle ümmetçiliğin birbirine zıt iki fenomen olması gösterilebilir. Tercüme eserlerle tanıştıkça “milliyetçi” ve “muhafazakâr” fikirler yerine “ümmetçi” fikirleri benimsemeye başlayan radikal İslamcı hareketler, yer yer milliyetçi hareketlerle çatışan boyutlara bile ulaşmıştır.

İşte bu sebeple, milliyetçiliğe ve ulus devlet fikrine karşı bir “kurtuluş” imkânı olarak görülmesi sebebiyle İslami hareketler, Müslüman Kürtlerin de sığındığı bir liman olma işlevini görüyordu. Ayrıca İslamcı hareketlerin en güçlü olduğu ve İslami siyasetin iktidara ortak olduğu 90’lı yıllar, Kürtlerin zorunlu göç sonucu büyük şehirlerin çeperlerine yerleştikleri döneme tekabül etmektedir. Bu dönemde kente yerleşen Kürtler, Kent çeperlerinde geleneksel bağlarından kısmi bir kopuş sebebiyle modern kentin devasa ağırlığı altında savunmasızdı ve “kurtuluşçu” bir yapı arayışında olduğu için İslamcılıktan etkilenmeye ve ona eklemlenmeye müsaitti. Bulaç’a göre ikinci İslamcı nesil veya İslami hareket modern kentin kenar semtlerinde, varoşlarında, çarkın en sıkışık yerinde yaşamak durumunda kalan yeni göçmenlerin yönelim ve talebi olarak şekillenmiştir (2011; 66). Bu açıdan İslamcı hareketler, kente göçle gelen Kürtlerin arayışlarına bir cevap oldu ve Kürtlerin önemli bir kesimi İslami bir kurtuluş arayışının öznesi haline geldi. Kürt İslamcı hareketlerin siyasi parti veya sivil toplum aracılığı ile toplumsallaşma çabaları ise onları bir takım teorik ve pratik açmazlara sürüyor diyebiliriz. 

Devam Edecek..

Ağırakça, Ahmet (1994). T.C. Laikliğin Neresinde veya Laiklik Dinsizlik midir? Değişim Dergisi, Ocak 1994, Sayı 11, sf. 34-38.

Aytepe, Mahsum (2016). Doğuşundan Günümüze İslamcılığın Türkiye Seyri: Bir Sınıflandırma Denemesi. Muş Alparslan Üniversitesi SBE Dergisi, Yıl 2016, Cilt 4, Sayı 1, s. 169-200.

Bora, Tanıl. (2009). Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslâmcılık. 6.Baskı, Birikim Yayınları, İstanbul.

Bora, Tanıl (2013). Sol-Sağ Şemasında İslâmcılık: Üçüncü Yol, Orta Yol, Milli Sağ. Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi ve Hareketi Sempozyum Tebliğleri. Ed. İsmail Kara, Asım Öz. İstanbul. s. 514-536.

Bulaç, Ali. (2011). “İslam’ın Üç Siyaset Tarzı veya İslamcıların Üç Nesli”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce cilt 3: İslamcılık. 3.Baskı. Aktay, Y. (Ed.), İletişim Yayınları, İstanbul, ss.48-67.

Çiçek, Cuma. (2015). Ulus, Din, Sınıf: Türkiye’de Kürt Mutabakatının İnşaası. İstanbul, İletişim Yayınları.

Doğanoğlu, Mustafa (2016). Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) ve Siyasal Ayrışma. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 71, No. 3, 2016, s. 941 – 959.

Ekinci, Yusuf (2022). Kürt Sekülerleşmesi; Kürt Solu ve Kuşakların Dönüşümü. İletişim Yayınları

Elhan, Nail (2019). İran Devrimi ve Türkiye’de İslami Entelektüellik. Editör. Lütfi Sunar. “Bir Başka Hayata Karşı” 1980 Sonrası İslamcı Dergilerde Meseleler, Kavramlar ve İsimler. C. 2: Tarih, Siyaset, İktisat. Sf. 445-472

Filiz, İkram (2019). Kürt Sekülerizmine Dair (Irak Kürtleri). İçtimaiyat Sosyal Bilimler Dergisi 2019 Yıl 3, Sayı 2.

Gellner, Ernest (2012). Müslüman Toplum, çev. Müfit Günay, İstanbul: Kabalcı Yayınları.

Gülalp, Haldun. (2003). Kimlikler Siyaseti: Türkiye’de Siyasal İslam’ın Temelleri. Metis Yayıncılık, İstanbul.

Kökce, Halime (2021). Kürt Siyasallaşmasında Dönemsel ve İdeolojik Etkiler: Kürtlerin Siyasetinden Kürtçü Siyasete. Mevzu: Sosyal Bilimler Dergisi, 5 (Mart 2021): 1-38.

Özdalga, Elizabeth. (2007). İslamcılığın Türkiye Seyri: Sosyolojik Bir Perspektif. 2.Baskı, Türkoğlu G. (Çev.), İletişim yayınları, İstanbul.

Öztürk, Mustafa (2006). Oksidantalizm Bağlamında Afgânî-Abduh Ekolü. Marife, yıl. 6, sayı. 3, kış 2006, s. 43-69.

Tan, Altan (2009). Kürt Sorunu; Ya Tam Kardeşlik Ya Hep Birlikte Kölelik. İstanbul. Timaş Yayınları. 2. Baskı

Tuğal, Cihan (2006). AKP İktidarı; Sermayenin Pasif Devrimi. Birikim Dergisi Sayı 204, Nisan 2006. S. 26-30

Tuğal, Cihan. (2011).  Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi. 2.Baskı. Aydar, F.B. (Çev.), İstanbul, Koç Üniversitesi Yayınları.

Vural, Mehmet (2015). İslam Felsefesinde Modern Tahayyüller. Eskiyeni 30, Bahar 2015, s. 7-21.

Yeleser, Seher (2011). A Turning Point in the Formation of the Kurdish Left in Turkey: The Revolutionary Eastern Cultural Hearts (1969-1971). Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi-Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü).

 

 

[1] Sağman, M, Mücahid (2020). Direk Dansı İçin Mevlid Töreni; Muhafazakarlık Masumiyeti Kirletti mi?

https://birikimdergisi.com/guncel/10207/direk-dansi-icin-mevlid-toreni#_ftn2

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —