Cumhur ve Millet ittifakları arasında geçecek bir seçime doğru hızlanarak gidiyoruz. Gerek seçimin ve gerek seçim sonrasındaki muhtemel bir geçiş sürecinin anahtarı ise, onlara duyulan sempati ve antipatiden bağımsız olarak, Kürt seçmenler ve HDP’nin elinde duruyor. Anahtar olma hali, iki yönlü:
Birincisi, Kürt seçmenler ve HDP, oyları birbirine yakın duran iki ittifaktan hangisine meylederse, cumhurbaşkanlığı makamına büyük ihtimalle o ittifakın adayı oturacak. Keza bu seçmen grubunun bir tavır göstermemesi, seçim sürecinde nötralize veya pasifize edilmesi de, cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunu doğrudan etkileyecek.
İkincisi, seçimden sonra oluşacak Meclis’te de HDP çok merkezi bir konum işgal edecek. Çünkü kamuoyu araştırmaları her iki ittifakın da Meclis’te salt çoğunluğa ulaşmayacağına işaret ediyor. İki ittifak da, yasal ve/veya anayasal düzeyde bir değişiklik gerçekleştirmek istediklerinde, HDP’nin desteğine ihtiyaç duyacaklar. Mevcut verilere göre, cumhurbaşkanlığını hangi taraf kazanırsa kazansın, Meclis’te HDP belirleyici olacak.
Dolayısıyla Kürt seçmenler ve HDP, hem cumhurbaşkanlığı seçiminin kaderinde hem de seçimin ertesinde teşekkül edecek Meclis’in izleyeceği yolda etkin bir pozisyona sahip olacaklar. Normalde birbirleriyle kıyasıya mücadele eden iki ittifakın da, böylesine güçlü bir seçmen kitlesi ile işbirliği olanaklarını geliştirmek ve desteklerini almak için çaba göstermeleri beklenir.
Kürtleri Dışlayan Yeni Rejim
Fakat böyle olmuyor; her iki ittifakta da Kürtleri kapsama yönünde bir heves görülmüyor. Karar verici nitelikteki Kürt oylarını almak arzu ediliyor ama Kürtlerin istekleri görmezden geliniyor. Garip bir durum var ortada: Kürtler, ülkenin siyasal istikametini değiştirecek güce sahipler ancak kendi taleplerini siyasal gündemin bir parçası haline getirecek ve bunun üzerinden ilerleyecek güçten mahrumlar.
Bir başka ifadeyle, Kürtler ve bilhassa yüzde 10-12 arasında blok bir oya hükmeden HDP, iktidarın ve muhalefetin geleceğine tesir edecek bir stratejik konumda duruyorlar. Lakin bu stratejik konumdan kaynaklı güçlerini, kendi siyasal hedefleri için seferber edemiyorlar.
Zannımca bunun, biri anaakım Türkiye siyasetinden diğeri de HDP’den kaynaklanan iki temel sebebi var. Meselenin Türkiye siyasetine bakan yönünde, Kürtleri siyasi alanından tasfiye etme düşüncesinin altı çizilmelidir. Zira çözüm sürecinin çökmesinden ve 15 Temmuz askeri darbe teşebbüsünün ardından, Türkiye’de yeni bir rejime geçildi.
Sosyal ve siyasal hayatta Kürtleri elden geldiğince etkisizleştirmeyi öngören bir düşüncenin üzerine kurulan bu yeni rejim, şimdilerde AK Parti ve MHP ortaklığında yürüyor. Fakat bu, yeni rejimin salt iktidar partilerinin malı olduğu anlamına gelmiyor; muhalefette de -İYİ Parti gibi- bu rejimi sahiplenen partiler bulunuyor.
İktidarın da muhalefetin de hâkim paradigması Kürtleri dışlamak olan bu rejimi kabullenmelerinin bir sonucu olarak, Kürtlerin hem istemleri siyasete taşınamıyor hem de güçlü bir siyasal temsile sahip olmaları engelleniyor. Seçime yaklaştıkça Kürtleri oyuna katmak istemeyen bu iradeyi daha çok tartışmak durumunda kalacağız.
Muhalefete Teslim Olmak
Meselenin HDP’ye bakan yönünde ise, üç zaafın altı çizilebilir:
Birincisi, HDP’nin uzunca bir süre kendisini iki ittifaktan birine teslim eden bir rota takip etmesidir. Elbette buna, iktidarın HDP üzerinde sürdürdüğü baskı politikasının neden olduğu söylenebilir. Doğrudur da bu. Ama buna rağmen HDP’nin, iki ittifak arasında bir yerde durma becerisini göstermesi gerekirdi. HDP, muhalefette “HDP seçmeninin oyunu kendi cebinde görecek” kadar bir özgüven yaratmamalıydı.
Nitekim HDP de bu aşırı angajmanın kendine bir yarar sağlamadığını gördü ve özellikle son bir yıldır, muhalefete alan açmakla birlikte, daha dengeli bir söylem geliştirdi. Fakat 2019 yerel seçimlerinden beri süregelen muhalefete eklemlenme siyaseti, muhalefeti HDP’ye karşı duyarsızlaştırdı. Son zamanlarda daha talepkâr bir dilin kullanılmaya başlanması (ortak cumhurbaşkanlığı için şeffaf diyalog ve açık müzakere), muhalefetin HDP’ye dönüp bakmasını sağladı ama bu HDP için yeterli değil.
İkincisi, HDP’nin geçmesi gereken bir ideolojik dönüşümden geçmemekteki ısrarıdır. Türkiye’de kimlikler halen siyaset sahasında çok kuvvetli bir güç ama bunun yanında kimlikler arası geçişler de var. Seçmendeki melezleşme, bütün partileri bir değişime zorluyor; CHP ve İYİ Parti’de utangaç ve kısmi de olsa görülen kıpırtılar bu zorlamanın eseri.
Fakat HDP’de bir ideolojik yenilenme yok; ezberlerde ısrar ediliyor. Mesela AK Parti, Kürt muhafazakâr alanının bir bölümünden çekildi ve bu, onunla bölgede sıkı bir rekabet halinde olan HDP’ye büyük bir fırsat sunuyor. Ancak HDP, kendisine yarar sağlamadığı tecrübeyle sabit sosyalist bir ittifak kuruyor ama AK Parti’nin boşalttığı bu alanı dolduracak bir hamlede bulunmuyor; bu alana seslenecek bir politik dil kurmaya yanaşmıyor.
Ateşten Gömlek
Üçüncüsü de, PKK kamburudur. PKK ile özdeşleştirilmek HDP’yi giyenin yanacağı ateşten bir gömleğe dönüştürüyor. Toplumun yaklaşık yüzde 85’nin desteğini alan iki ittifaktan birinin HDP’ye doğrudan cephe alması ve diğerinin de HDP’den uzak durmasının altında yatan kök sebep budur. Bu itibarla HDP’nin siyasi istikbalinin önündeki en büyük engelin PKK olduğunu söylemek mümkündür.
Hülasa Kürtlerin elindeki anahtarın birtakım kapıları açması için, Türkiye siyasetinin de HDP’nin de aşması lazım gelen bariyerler var. Bunları aşıp aşmayacakları, seçimlere gidilirken böyle zor bir işe soyunup soyunmayacakları şüpheli. Ama şüphe edilmeyecek bir husus var: Türkiye’nin içine düştüğü cendereden ancak Kürtleri kapsayan bir siyasetle çıkılabilir.
Kürt anahtarı olmadan demokrasiye açılan kapıdan içeri giremezsiniz
Kaynak: Farklı Bakış