Bir süreç başladı, bu, muhakkak.
Otoriter bir dönemde Kürt sorunundaki silah boyutunu hedef alan, bir uzlaşmadan çok örgüt bakımından bir zorunluluk olarak ortaya çıkan, devletin de lütuf gibi sunduğu bir arayış var.
Nitelik bu.
Ancak arayışın niteliği kadar hedefleri ve tetikleyici unsurları da önemli. Arayış bu sınırlar içinde kalsa bile başarıya ulaşması halinde derin bir anlam taşıyacaktır. Hedeflenen silahtan siyasete geçişi ifade eden bir dönüşümdür.
Böyle muhtemel bir dönüşüm Kürtlerin de Türkiye’nin de önünü açabilir.
Kürtlerin yaşadığı ülkeleri kapsayan Ortadoğu’nun yeni dinamikleri bunu gerektirmekte ve talep etmektedir.
Şu tespitler sanırım yanlış olmaz:
Irak’ta Kürtler geri dönülmez toplumsal ve siyasal bir yaşam alanı bulmuş durumdalar.
Suriye’de Kürtlerin varlığı toplumsal ve siyasi olarak tescillenmiş halde. Varlıklarını siyasi parti veya hareket olarak devam ettirseler bile, bu ülkede kendilerine köklü bir yer edinmiş bulunuyorlar. Ayrıca, Suriye üzerinde iddiası, arayışı ve soruları olan Fransa, ABD gibi uluslararası güçler için kolay feda edilemez bir müttefik olarak görünüyorlar.
Bu tabloya Türkiye’yi de ilave etmek gerekir.
Türkiye’de PKK faaliyetleri minimize edilse ve bastırılsa bile bugün DEM gibi siyasi partiler Kürt meselesi ve taleplerinin toplumsal ve siyasal boyutlarıyla güçlü temsilcisi olmayı sürdürüyorlar. Bu, büyüyerek artan siyasi-toplumsal bir hal. Bu partiler bir süredir Türkiye’nin üçüncü büyük siyasi partisi olma durumundalar. Türkiye genelinde ortalama yüzde 10’luk, Güneydoğu’da ortalama yüzde 70’lik oy gücüyle Kürtlerin güçlü ve ayrı temsilinin, siyasi varlığın ve taleplerinin altını çiziyorlar.
Türkiye’deki yeni süreç, bugün geldiği nokta itibariyle, silahtan siyasete dönüşüm tüm Türkiye dahil tüm Ortadoğu’da bu durumu tüm taraf ve ilgililerce kabul edilir bir alan ve rol paylaşımı çerçevesinde regüle edecek, çatışmalara son verip siyasi evreye geçişi hızlandıracak bir arayış olarak okunabilir.
İran bir yana bırakılırsa, Kürtler yaşadıkları coğrafyada ve ülkelerde yeni bir faza geçmiş bulunuyorlar.
Bu bir doğum hali, sancısını ifade ediyor.
Silahtan uzaklaşma, bu fazı onlar bakımından derinleştirip anlamlı hale getirecek, yaşadıkları bölge ve ülkelerde farklılıklarını koruyup sisteme entegre olmalarının yolunu açacaktır.
Suriye, Irak, özellikle Türkiye gibi ülkeler için ise, silahtan uzaklaşmış Kürt talepleri ve temsili, önemli bir güvenlik sorununu ve sürekli alarm halini ortadan kaldıracağı gibi yeni bir siyasi formatın önünü açıp, çatışmacı/otoriter düzenlemelere gem vurabilir.
Bunlar çıplak veriler, zorunluluklar ve fırsatlardır…
Kanımca, devletin, Öcalan’ın ve örgütün aklı bu verilerden azade değildir.
Sürecin işleyişine gelince…
İşleyiş taraflar bakımından temkinli ve kapalı…
Ülkenin fotoğrafı göründüğü kadarıyla şöyle:
Ulusalcılar bu sürece esastan karşılar, Öcalan’la görüşme, pazarlık yapılıyor ve taviz veriliyor fikri üzerinden açılıma kuvvetli karşı tavır içindeler.
Ilımlı modernist kesimler ise genel olarak tereddütlü, mevcut siyasi iklime bakarak bu yolun tıkalı olduğunu düşünüyor ve bu sürecin Erdoğan’a yarayacağı endişesi taşıyorlar.
İktidar bloğu kendi içinden çıkacak milliyetçi tepkileri engellemeyi ana mesele yaparak bu süreci bir devlet inisiyatifi, bir lütuf ve silahtan arınma çabası olarak lanse ediyor, her tür müzakere ve diyalog iddiasını reddediyor.
Kürt tarafı tavrı elbet pozitif. Bununla birlikte kendi kesimlerine Öcalan’ın açıklamasının devlete taleplerine bir boyun eğiş olmadığını anlatmak peşindeler. Devlet ve Öcalan arasında Görüşmelerin yapıldığı, adımların karşılıklı atılacağını ifade ediyorlar.
Ancak bu tablodan hareketle hüküm vermemek gerekir.
2013-2015 çözüm süreci işleyiş ne denli kamuoyuna açık bir görüşme, diyalog süreciyse, bugün başlayan hamle o denli kapalı bir nitelik taşıyor.
Kapalı kapıların ardından ne tür görüşmelerin yapıldığı bilinmiyor. Bununla birlikte bu görüşmeler varlığına dair açıklamalar ve emareler bulunuyor.
Kaynak: karar.com