?Réyén xa bıdın AK Parti?
Hatırlıyorum, 2002´nin bir sonbahar gününde, bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştığım, yanlış hatırlamıyor isek Hasekeli bir Kürt kardeşim bize, yeni kurulmuş bulunan ve ?iktidara yürüyen´ AK Parti´yi kastederek, Kürtçe olarak ?Réyén xa bıdın AK Parti? yani ?oyunuzu AK Parti´ye verin demişti. Tabii ki, bizde dilimiz döndüğünce, AK Parti´nin de nihayetinde bir sistem partisi olduğunu, anladığımız oranda ve muhatabımıza da anlayabildiği oranda anlatmaya çalışmıştık?
Daha sonraki sürece baktığımızda, AK Parti´nin ?bazı´ temel sebeplerden dolayı bir sistem partisi olduğu bir vakıaydı. Ama gerek, akrabalık bağı, gerek asırlar öncesine dayanan toprak bütünlüğü, gerek başta din olmak üzere, insanı ilgilendiren birçok alanda, bu toprakların Türk´üyle vb. kopmaz bağlara sahip ilişki biçimi; gerek onların ?dönemi açısından- Esed Suriye´sinde bir Kürt olarak yaşadıkları zulümler, o ve onun gibi ?Müslüman´ bir Kürd´ü, bizleri AK Parti´ye oy vermeye yönlendiren, en başta AK Parti´nin çeşitli alanlarda özgürlükçü görüntüsü idi?
Bu görüş, epey zaman, var olan, yürürlükte bulunan vesayet sisteminden dolayı, kendi özgürlük alanlarını elde edememiş, bilakis kaybetmiş bulunan kitlelere cazip geliyordu. Bu toplumun solcusu, Alevisi, Roman´ı, liberali ve İslamcısı vs. AK Parti iktidarından umutlu idiler ve ondan birçok şey bekliyorlardı.
Bununla birlikte, o Amudeli Kürt´te, gerek saymaya çalıştığımız ?yerli´ kitleler içerisinde Kürtlerin de AK Parti sayesinde kendi özgür alanlarını oluşturacağını düşünüyordu?
Bu umutlu bekleyiş, zaman içerisinde ?her şer bilinen şeyde bir hayır vardır? kelam-ı kibarına uygun olarak, 2013´te vuku bulan Paris saldırısı sonucu, neredeyse tüm katmanlarının dâhil olduğu bir barış süreci başlamaya yüz tutmuştu.
Süreç herkesin malumuydu.
Ama bu süreç, ne gariptir ki güya biz toplum olarak 12 Eylül zihniyetinden ve var olan uygulamalarından kurtulmak için, 2010´da referandum yapmış idik. Yaptık, ama referandum sonrası, artık dönemin iktidarının mı, yoksa bizzat devletim mi eli güçlenince, sözde sivil iktidar halktan kopup birden kendin devletin yerine koymuştu.
Yine herkesin malumu, biraz da AK Parti´nin kendini devlet aygıtıyla özdeş görmesinin bir sonucu olarak, liderinin, ?Hayatıma dahi mal olsa da, bu sorunların çözeceğiz? meyanında dile getirmiş olduğu Kürt sorunu, aslında, ilerleyen süreçte değil bir çözümü, AK Parti´nin MHP ileyapmış olduğu ittifak sonucu, buzdolabına kaldırılmıştı. Yani çözüm sürecine veda edilmişti. Tabii ki, oluşan u yanlışın sadece devlet ve AK Parti cephesi yoktu elbette. Bizzat PKK´nin ve onun yasal bağlaşıklarının da ?ince´ hesapları, daha doğrusu ?yanlışları´ da epey etki etmişti, sürecin tıkanmasında?
Ama gerek devlet ve gerek iktidar, PKK´i, mkk´yi bahane kılmadan, direkt Kürt halkını, bölgeyi ve bölgenin var olan dinamiklerini dikkate almış olsaydı, sorunun çözümümü, bir parça da olsa mümkün olabilirdi.
Ama nedense olmamıştı bir kere?
Bununla kalsa idik. Birde Kürdistan bölgesinin yapmak istediği ?bağımsızlık´ referandumuna karşı, adeta devletin a´dan z´ye aynı hizada durmasına koşut olarak, o da milliyetçilik saikiyle tüm toplumsal katmanların,yandaş medya marifetiyle Kürdistan´a karşı çıkalım derken, kendi Kürd´üne de karşı oluşturmaya çalıştığı olumsuz manzara da işin tuzu biberi olmuştu.
Neyse ki Kürdistan hükümetinin, birkaç aylık yalnızlığı, AK Parti hükümetinin Dışişleri Bakanlığı nezdinde, Erbil´e yapmış olduğu ziyaret neticesinde az da olsa azlmaya başlamıştı. Bu iş sürerken, PKK´nin bir hafta önce Erbil´de iki Kürdistan vatandaşı ile bir Türk dışişleri görevlisine karşı düzenlemiş olduğu saldırı sonrasında, bölge istihbaratının ve emniyetinin, saldırganlara yönelik yakalama ve onları yargılama çabası, bir açıdan Kürdistan´ın Türkiye nezdinde yakınlaşmak için bi jesti, bölgesel ve tarihsel bir görevi olarak Türkiye´nin de kendisine yönelik var olan yanlış bakış açısını da bertaraf etmek için iyi bir fırsattı. Ki bu fırsatın gerek AK Parti ve gerekse de devlet açısından değerlendirilmesi gerekirdi.
Bu jestten dolayıdır ki Küridistan bölgesi vatandaşları, turistik gezi mahiyetinde, Türkiye´nin birçok bölgesine gittikleri gibi, Doğu Karadeniz bölgesi´ne de gitmek istemişlerdi.
Turistik amaçlı olarak başlayan bu gezi, bir yol kazasına kurban gitmiş ve misafirlerin,kendi ülkelerini temsil eden bayrakarını yanlarında getirmeleri, onu segilemeleri, bir suçmuşcasına, milliyetçi duyguları, akıllarından, düşüncelerinden ve hatta imanlarından baskın çıktığı için, hem işi provoke etmek istemişler ve hem de ´kendilerini gelip bulan´ provokasyon hallerine teslim olup, affı mümkün olmayan büyük bir cürüm işlemişlerdi.
Burada bir yanlışlık yok muydu?
Türkiye´nin, dışalımda ve dışsatımda kullanması gereken dövizinin önemli bir kısmının turizm marifetiyle elde edildi gerçeği, turizmin ?bacasız bir fabrika´ olduğu düşüncesi, adeta ?Bizim dövize, turiste ihtiyacımız yok; bunlar zaten inancımıza da uygun şeyler değildir´ türünden ilkesel bir duruş neticesinde olsa idi insan gam yemezdi.
Ki maddi bir iksir olarak döviz için, dünya vatandaşlarını Türkiye´ye çağırmıyor muyduk sanki! Bu gelenlerin önemli bir kısmı, bizimle ya din adına, ya mezhep adına vs. farklılıklar içermiyor muydu?
Kaldı ki güneş sembolü bulunan ve o da doğanın Allah´ın ihsanı çerçevesinde o bölgeye bahşetmiş olduğu ?yeşil, sarı ve kırmızı?(kesk, zer, sor)renklerle birlikte oluşmuş bulunan bayrağa saygı göstermeyen, ona karşı çıkan zevatın, türkiye´nin hemen her yerini olduğu üzere Doğu Karadeniz´i ve özellikle de Uzun Göl´ü ziyaret eden turistlerin önemli bir kısmı, Gürcistan gibi Kafkas ülkesi ile birlikte, Batılı Hıristiyan ve bayraklarında ?istisnasız´ Hıristiyanlıktan kaynaklanan HAÇ bulunan bayraklara bir şey denmiyordu.
Sorsan, ?onlar turisttiler ve misafirimiz idiler ve döviz getiriyorlardı? olacaktı, ama dövizde getirecek olsa, bırakın kendi Kürd´ünü, tabir yerindeyse eğer, ?elin Kürd´ünü dahi kabul etmeyecek, adeta ?onun getireceği ?yerin dibine batsın´ olacaktı.?
Bu kafayla bırakın, ara ara bozulan mevcut ekonomik durumu, asgari oranda insanca dahi yaşamak mümkün değildi. Olmadığı gibi de asla sürdürülebilir değildi.
Misafir senin kapını çalıyor, önce ?dövizi vardır mutlaka´ diyerek içeri buyur ediyorsun, ama o gelen insan, bakkalına, manavına, oteline vs. para kazandırmasının yanında, ?yanlış yapıp kendi bayrağını sergilediğinde´ kıyameti koparacaksın ve bunu da milliyetçiliğe hamledeceksin! Yok, olmazdı böyle bir şey!
Nasıl ki döviz bıraktığı halde bayrağında HAÇ bulunan Hırıstiyan vb. turiste nasıl yaklaşıyorsan, Kürdistan vatandaşına da öyle davranacaktın! Kaldı ki o Kürdistan vatandaşı, Iraklı bir Türkmen olsaydı ne yapacaktın. Kalkıp ona ?utan be! Sen Türksün, nasıl olurda Kürdistan bayrağını taşırsın´ mı diyeceksiniz? O zaman gayri Müslim bir ülkenin vatandaşı olan ?Müslüman´ Türk´e karşı da aynı duygu ile yaklaşır mıydınız?
Yaklaşamazsınız, çünkü böyle bir yaklaşım bir defa insani değildi.
İşin temelinde, bir Kürt realitesi vardı, bu bilinçaltını bilinç üstüne çıkaran. Onun da halli aslında gayet kolay idi. Yeter ki, o konuda hareket edilsin. O da Kürt sorununu, en başta bu ülkede ve bu ülkenin Kürd´ünü, ?hakları ve görevleri´ açısından muhatap almak, sorunu yerelde bölgesele doğru çözmeye adım atmak ve Kürdistan bölgesi ile mahiyeti iyi niyet içre tartışmaya başlamakla mümkün olabilirdi. Ki oluşabilecek olan birlikteliğin, illa toprak bazında sınırların kalkması şeklinde bütünleşme sonucu değil de, farklı şekillerde de olabilirdi.
Yetkililerin süren sessizliği?
Bir Türk vatandaşının, akıl ve izan sınırlarını fersah fersah aşıp yapmış olduğu provokasyonda, bölge yetkililerinin, emniyet güçlerinin, ?işin içerisinde, gelen turistlerin yapmış oldukları ve hem kanunen ve hem de vicdanen yapmış oldukları bir durum ve işlemiş oldukları bir cürüm söz konusu idiyse, burada bir vatandaşın provokasyon yapmasına gerek kalmadan, yetkililerin kalkıp ?uygun bir şekilde´ hareket etmeleri gayet doğal ve normal olarak karşılanırdı..
Ama o insanlara yönelik bir provokasyon yapılacak, ama o kişiye bir şey denmeyecek ve bir şey yapılmayacak, ama ?madem bir iş vukua geldi´ o zaman, suçlu olmayan Kürd´ün turistini gözaltına alayım diye bir yaklaşım, yanlış ve bir o kadar da tehlikeli idi.
Bir defa, onlar havuç gibi, yerden çıkmamışlardı; bir ülkeleri, bir aidiyetleri, her insan gibi yaşama ve hareket etme hakları ve özgürlükleri söz konusu idi. Bu insanlardan bu hakları ?hem de misafir iken- bilinçaltından hareketle kesintiye uğratılacaktı, suç işleyen kişiye dokunulmayacaktı ve normal şartlarda suçlu olmayan insanlar suçlanıp gözaltına alınacaktı.
Sanki ?ne yapalım, sizi provoke eden kişi tehlikeli bir vatandaşımız idi, onun şerrinden sizleri korumak için sizleri bir süreliğine gözaltına aldık´ türünden bir yaklaşım var ise eğer, burada yerelde güvenlik zaafı var diye insan düşünebilirdi.
Ama bunun böyle olması asla mümkün değildi. Zira hiçbir insan yasal açıdan yekdiğerinden daha ayrıcalıklı ve öncelikli değildi. Eğer bir tutuklanma olacak idiyse, o provokatör olan kişi gözaltına alınmalı, soruşturmadan geçilmesi, varsa bağlantıları ortaya çıkarılmalı idi. Ama tam tersi olmuştu; misafirler gözaltına alınmıştı. Böyle bir durum Türkiye gibi ?insani çıta´sını her dem ?en azından kendi medeni geleceği açısından- yükseltmesi gereken bir ülkeye uygun düşmüyordu. Böyle bir durum, profili düşük her hangi bir ülkede olsa ?insanına üzülmek şartıyla- normal karşılanabilirdi, ama Türkiye bunu hak etmiyordu.
Gerçi biz hak etmiyordu diyorduk, ama ne kadar doğru düşünmüşüzdür. Onu da Allah© bilirdi?
Böyle bir olay oldu: bunun karşısında, bırakın işin turistliğin, bırakacağı dövizi, salt insan reflekslerle karşı karşı çıkan/çıkacak olan sıradan insanı, bu ülkede milyonlarca Kürt evladı vardı ve bu insanların büyük çoğunluğu, yapılıp edilenleri, bir açıdan kendilerine yapılmış gibi değerlendirdiler. Böyle bir durumu, zaten bölge insanı nezdinde oy verilmesi konusundan sıkıntılı durumda olan AK Parti´in oylarında epey oranda bir düşüş olabilirdi. Bunu başta Erdoğan ve Soylu olmak üzere AK Partili yetkililerin düşünmüş olmaları gerekirdi. Valinin, il emniyet teşkilatındaki yetkililerin ?devlet memuru? olmalarından dolayı, bir oy kaybı düşüncesi oluşmayabilirdi, ama esas yetkililerin, böyle düşünmeleri eşyanın tabiatına aykırı idi?
Ama bu olay ?gerekçesiyle´ AK Parti´nin gerek ülke genelinde ve gerekse de Kürt toplumu nezdinde bir itibar kaybını birileri düşünüp tasarlamış ise, ?elden ne gelirdi ki´ denilebilirdi, aksi ise pek makul değildi.
Ne diyelim, onu da zevat düşünsün?