Anadolu Yazarlar Birliği Başkanı Yusuf Tosun, küresel kuraklık bağlamında su yönetimi üzerine değerlendirmede bulunuyor.
Hayati bir madde olan su her geçen gün önemini hissettirmeye devam ediyor. Daha çok da yokluğunda... Çünkü varlığında pek kıymeti bilinmiyor maalesef. Ne zaman ki bıçak kemiğe dayanıyor işte o vakit ‘eyvah!’ demeye başlıyoruz. Son yıllarda özellikle yazın havaların mevsim normallerinin üstünde seyretmesi hem mevcut suyun buharlaşmasını artırmakta hem de su tüketimini… Üstüne bir de beklenen yağışlar gelmeyince kuraklık riski daha artmaktadır. Nüfus artışı da işin cabası…
İstatistikler bu durumu açık bir şekilde ortaya koyuyor aslında: “...20. yüzyılda dünya nüfusu 19. yüzyıla nazaran üç kat, su kaynakları kullanımı ise altı kat artış göstermiştir.”
Hal böyle olunca son dönemlerde eskilerden daha çok su kıtlığının zuhur etmesi sürpriz olmasa gerek!...
Yalnız şu hususu göz ardı etmemek gerekir:
“...su kıtlığını yalnızca iklimsel bir olay olarak ele almak tablonun bütün olarak görülmesine engel olmaktadır. Nitekim su kıtlığı, ekonomik, sosyal ve çevresel olmak üzere çok boyutlu bir olgudur. İnsanlık tarihi boyunca varlığını çeşitli nedenlerle hissettiren su kıtlığı medeniyetlerin çöküşünden (Maya Uygarlığı, Hititler) yoksulluğa, biyolojik çeşitliliğin azalmasından işsizliğe değin pek çok olumsuz etkiyi beraberinde getirmektedir. “ (1)
En çok da kullanımındaki pervasızlık ve de su kaynaklarının kirletilmesi!.. Hiç bu kadar doğa tahrip edilmedi bugün yapıldığı kadar. Bunun bedelini de ağır bir şekilde ödüyoruz. Bir taraftan sel, heyelan, fırtına.... Öte taraftan yangın, susuzluk, kuraklık... En çok da su kıtlığı ve beraberinde kirlettiğimiz sular…
Öte taraftan su ile ilgili birçok gelişme ve de ilgiye rağmen bugün yaşadığımız su krizi -belki de buna Edward B. Barbier’den ödünçle ‘Su Paradoksu’ demek gerekir- uzun bir geçmişin neticesidir. Bugün kendini dayatan su krizinin izini sürdüğümüzde yaşadığımız su paradoksunun ortaya çıkışının yüzyıllardır insanlığın su yönetimiyle alakalı olduğunu görmekteyiz. Bu süreçte temel handikap ise su ihtiyacı arttıkça yeni tatlı su kaynakları arayışına girmemizdir. Nitekim tatlı su kaynakları sınırsız değildir ve gün gelir tükenebilir. Oysa bıçak kemiğe dayanmadan bu durumun farkında olmak gerekir.
Bugün yaşadığımız küresel su krizi; ‘…dünyadaki su kaynaklarının yetersiz olması değil, yönetimin iyi yapılamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla dünya su krizi bir kıtlık değil, yöneti(şi)m krizidir.’ (2) Öncelikle bu tespitin doğru okunması gerekmektedir.
Malum nüfus arttıkça su tüketimi de artıyor. Ancak modern hayatla birlikte kişi başına tüketilen su miktarının da arttığını görüyoruz. Örneğin 1900’lü yılların başında kişi başına tüketilen su miktarı 350 m3 seviyesinde iken bugün bu miktarın 400 m3 civarında olduğunu görüyoruz. Oysa yeryüzündeki mevcut su miktarı dün de bugün de aynı idi. Su kaynaklarının kıtlığına rağmen artan nüfusla birlikte kişi başına düşen su tüketiminin artması açıkçası bir paradokstur.
Bir paradoks da hızla gelişen ülkelerde ve de şehirlerde su tüketiminin ortalamanın çok üzerinde seyrettiği hususudur. Örneğin ABD’de (2010 yılı verilerine göre) kişi başına günlük su tüketimi 1500 m3’ün üstünde iken Uganda’da bu miktar 20 m3’ün altına düşmektedir.
İşin garip tarafı da su tüketiminin kentleşme ile birlikte hızla arttığıdır.
Şöyle bir gerilere doğru gittiğimizde; 1800’lü yıllarda dünya nüfusunun %3’ü kentlerde yaşarken, bu oranın 1900’lerde %14, 1950’de %30 ve bugün %50 seviyelerini geçtiğini görüyoruz. Bu da şehir nüfusunun artmasıyla yani köyden kente göçle birlikte su tüketimin hızla arttığını gösteriyor.
Bunda da en çok su yönetimindeki eksiklik ve de beceriksizliklerin rolünün olduğu sonucu çıkıyor:
‘Küresel su krizi, büyük ölçüde su yönetiminin yetersiz ve kötü olmasından kaynaklanmaktadır.’ (3)
Görüldüğü üzere başta nüfus artışı olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı her geçen gün tatlı suya olan ihtiyacın arttığı aşikârdır. Böyle bir durumda yapılacak ilk iş, atılacak ilk adım; hiç şüphesiz suyun doğru bir şekilde yönetimi olacaktır. Suyun arz-talep durumu göz önünde bulundurularak mevcut yüzey ve yeraltı sularının iyi yönetilmesi gerekiyor.
Görülen o ki; hala su ile ilgili kurum ve kuruluşların su yönetiminden anladıklarının günü kurtarmanın ötesine geçememiş olmasıdır. Bu konuda tüketiciler de su kullanımı hususunda yeterli bilince sahip değiller maalesef. Öncelikle hatırda tutmamız gereken; su kaynaklarımızın sınırsız olmadığı hususudur.
Altı çizilmesi gereken önemli bir husus da; bugün artık su kıtlığının-yokluğunun yeni su kaynakları ile giderilebileceği düşüncesinden çok mevcut su kaynaklarını nasıl yönetmemiz hususuna yoğunlaşmamız gerektiğidir.
Peki, her şeye rağmen suyu yönetim tarzımızda kayda değer müspet gelişmeler, ilerlemeler var mı? İşin doğrusu suyu tahribatla ilgili yaptıklarımız, su yönetimindeki gelişmelerden daha fazla. Hal böyle olunca hayati bir konu olan su da günümüzün en büyük problemlerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.
Neticede bu sorunla ilgili ne yapıyoruz, ne yapmaktayız veya ne yapmamız gerekir?
Küresel sermaye güdümünde bir meta olarak değerlendirilen su ile ilgili yaklaşımımızı gözden geçirmemiz gerekiyor öncelikle. Çünkü sudan ibaret olan insanın henüz cenin halindeyken %99’u sudur. Doğunca %90 oranında sudan ibaret olan çocuğun ergenlik çağında vücuttaki su oranı %70’e düşer. Yaşamın sonuna doğru ise (genç yaşta ölümler hariç) bir insanın vücudunun ortalama %50’i sudur.
Bir defa insana olan bakışımızın da bu çerçevede tashih edilmesi şarttır. Öncelikle ifade edilmesi gereken; yaşam kaynağı olan su her canlının temel hakkıdır. Bu nedenle su hakkına, hukukuna riayetle işe başlamalıyız.
Böylesi iyi bir niyetle işe koyulmak şart mı şart!...
İkincisi mevcut bilimsel veriler ve seyreden tabiat olayları ışığında problemi masaya yatırıp doğru teşhiste bulunmamız lazım. Bunca zaman su miktarında ve de suyun ana bileşenlerinde değişen bir şey olmadığına göre aynayı kendimize çevirmeyi ihmal etmemeliyiz. Suya yaklaşımımızı ve su yönetim anlayışımızı gözden geçirmeliyiz belki de.
Mesela bugün düne göre nüfusun büyük bir çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Metropol şehirlerimizin sayısı bir hayli fazla… Peki, şehre düşen yağmur suyunun ne kadarını kullanıyoruz? Oysa yağmur suyunun büyük bir çoğunluğu kirletilerek ya kanala karıştırılmakta ya da geri dönüşümü mümkün olmayan denizlere, okyanuslara, nehirlere ulaşmaktadır. Öncelikle şehre düşen yağmur suyunun geri dönüşümünü sağlayacak altyapının sağlanması gerekiyor. Teknik bir konu olan bu önerimizin detayları ayrı bir inceleme konusu olup yetkin insanların bunun üzerinde çalışması, fikir üretmesi, çözüm oluşturması gerekiyor. Mesela her bölgeye özel bir çözüm üretmek mümkün. Şehirdeki içmesuyu, atıksu altyapısı gibi birbiriyle entegre yağmursuyu kanalları, yağmursuyu hazneleri, pompa istasyonları, arıtma tesislerinin… düşünülmesi gerekiyor haliyle.
Aynı şekilde şehirdeki atıksuyun geri dönüşümünün sağlanması da önemlidir. En azından sanayide, park-bahçe sulamasında bu geri dönüşüm suyundan istifade edilebilir. Birçok metropol şehirde geri dönüşüm suyu kullanılmaya başlandı bile. Ülkemizde de bu dönüşümün hızlandırılması gerekiyor.
Önemli bir husus da; evlerimizde, işyerlerimizde kullandığımız suyu toplumun önemli bir kesimi hem yemekte, hem içmesuyu olarak, hem de bulaşıkta, çamaşırda, wc- banyoda, temizlikte… kullanıyor. Yani aynı kalitede suyu bütün ihtiyaçlarımızda kullanıyoruz. Oysa bu suyu da iki muslukla ayrıştırmamız mümkün. Özellikle yağmursuyu ve geri dönüşüm suyunu banyo, tuvalet, bulaşık, çamaşır… gibi temizlik işlerinde kullanmamız büyük bir tasarrufa yol açacaktır.
Benzer şekilde evsel atıksuyun geri dönüşümünü yapmak da mümkün. Evsel geri dönüşüm suyunun rezervuarlarda kullanılması mümkün olduğu gibi, park-bahçe gibi sulama ve bilumum temizlik işlerinde de kullanmak mümkün. Ayrıca çatı yağmursuyu hasadı da yapılabilir.
Öte taraftan şehirlerdeki içmesuyu şebeke altyapısında kayıp kaçaklar da had safhada… Öyle ki %70-80’lere varan kayıp kaçaklar var. -Bu da bir yığın emekle elde ettiğimiz içilebilir kalitedeki suyun çoğunun musluklarımıza varmadan kaybolduğunu gösteriyor. Bu durum önemli bir teknik konu olarak önümüzde duruyor ve acilen hal çaresine bakmak gerekiyor.
Tatlı su kaynaklarının yanı sıra tuzlu sulardan da istifade emek mümkün pekâlâ… Bunun için de deniz suyu arıtma tesislerinin yapılması gerekir hiç şüphesiz. Ancak tuzlu sudan kullanılabilir tatlı su elde etmenin bir maliyeti var. Özellikle de enerji maliyeti... O nedenle son çare olarak bu yönteme başvurmak gerekir.
Toplumun büyük bir kesiminin bildiği ama uygulamada ihmalkârlık gösterdiği diğer tasarruf tedbirlerinin de ‘damlaya damlaya göl olur’ misali ihmal edilmemesi gerekiyor.
Mesela gündelik işlerimizde sadece ihtiyacımız kadar su ısıtmamız, sadece su tasarrufunu değil ayrıca elektrik ve doğal gaz tüketimini de azaltır. Banyo suyunun ısınmasını beklerken suyu bir kovaya doldurup daha sonra bu suyu temizlik veya benzeri işlerde kullanabiliriz.
Musluklara ve duş başlıklarına su akışını azaltan ancak su basıncını artıran deliği dar aparatlar takarak yılda 25-30 ton su tasarrufu yapılabilir.
Önemli bir husus da; beş dakikalık bir duş sırasında ortalama altmış litre su harcanıyor.
Örneğin 4 kişilik bir ailenin her bir ferdi duş süresini 1 dakika azaltırsa yaklaşık 18 ton suyu kurtarabiliriz.
Mutlaka musluklarınızın su kaçırmadığından emin olunması gerekiyor. Her saniye bir damla su akıtan musluğun yılda 6 ton su harcadığını biliyor muydunuz?
Dikkat edilmesi gereken bir hatırlatma da; ellerimizi yıkarken, dişlerimizi fırçalarken, tıraş olurken musluğu açık bırakmamamız gerektiği hususudur. Çünkü açık bırakılan musluklar yaklaşık olarak dakikada 15–30 litre suyun boşa akmasına sebep oluyor.
Aynı şekilde sifonun bir kez çekilmesi ile yaklaşık 10 litre su harcanıyor. Dört kişilik bir ailenin her ferdi, sifonu günde bir kez amacı dışında çekerse, yılda 16 ton su boşa harcanmış olur. O nedenle rezervuarların 12–20 litrelik olanları yerine 6–7 litrelik olanları tercih edilmelidir.
Sifon çekildiğinde suyu renklendirsin veya temizlesin diye tuvalete asılan maddeler atık suya karışarak ekstra kirliliğe sebep olduğundan kullanılmaması gerekir.
Ayrıca peçete, kâğıt, kibrit ve kulak temizleyicisi gibi atık maddeler, tuvaletleri tıkayarak arızalara neden olurlar. Unutmayalım ki her bir arıza daha çok su kaybı demektir.
Su tasarrufunda araç yıkamalar da önemlidir. Hortumla araç yıkarken akan su ile en az on araç temizlenebilir. O nedenle araç yıkarken kova kullanmayı tercih etmekte fayda vardır.
Ev tipi arıtma cihazları bir bardak su için birkaç litre su harcıyor. Bu cihazların çıkış sularını biriktirerek temizlikte kullanabiliriz.
Benzer şekilde hortumla halı yıkarken boşa akan su ile birkaç halı temizlenebilir. Halılarımızı yıkamak yerine silmeyi veya halı yıkama fabrikalarını tercih etmeliyiz.
Suyu ihtiyacımız kadar kullanmak elzem olanıdır.
Mevcut kaynakların korunması da son derece önemlidir. J. Robert’in dediği gibi; ‘Suyun korunması verimliliğinden daha önemlidir ve temel bir özveriyle suyun doğal sınırlılığıyla yapılmalıdır.’
Velhasıl; dünyayı su ile değiştirmek, iyileştirmek, fabrika ayarlarına döndürmek mümkün. Bunun için bizimle konuşma halinde olan suya dikkatlice kulak kesilmemiz gerekir. Çünkü bütün geçmiş hikâyemiz suda kayıtlı. Gelecek hikâyemiz için yol haritası da suyla ilişkimizden geçiyor. Bir canlıya, bir insana nasıl bir yaklaşım sergiliyorsak suya da aynı muameleyi yapmamız gerekir. Üstelik su bütün yeryüzünü kaplayan kocaman bir organizma… Ayna gibi olumlu-olumsuz her şeyi bütün yeryüzüne yansıtır.
Su aynasında iyi görünmek de kötü görünmek de bizim elimizde. (4)
KAYNAKLAR:
1- Kuraklık Ve Su Kıtlığı Riski İle Mücadelede Kamu Mali Politikaları, Dr. Sibel Aybarç, Ekin Yay., S:58
2- Küresel Ve Kamusal Mallar Ve Su Hakkı, Zülküf Ayrangöl, Ekin Yay., S: 104
3- Su Paradoksu, Edward B. Barbier, Hece Yay. S:13
4- Söz Konu Su, Yusuf Tosun, Çıra Yay.