Siz bu yazıyı okuduğunuzda Türkiye'nin siyasal gündemi ne olur, gerçekten bilmiyorum. İki gün sonrasını kestirmek güç.
Hükümet söylemlerine bakılacak olursa yerküre üzerinde yaşayan tüm Kürtlerle mücadele dolu-dizgin devam ediyor/edecek!
'Milli muhalefete' bakılacak olursa onların da bu konuda bir şikâyetleri yok. Ne de olsa mevcut hükümet onlar için mayınlı tarlayı temizliyor. Bir mahsuru yok.
Hükümetin Kürtlere karşı aman vermez politikasına kimisi açıktan kimisi de sessiz kalarak desteklerini sunuyorlar.
Bu bizim gündemimiz. Sonuçları itibarıyla acıyı yaşayanların kaygıyla izledikleri bu gündem ile ilgili olarak mevcut hükümetin ve de kendilerini geleceğin hükümeti gibi görenlerin umursadıkları bir tek şey var:
Kürdi olanla mücadele kimin işine yarayacak?
Hamaset üzerine inşa edilen politikalarla Türki kamuoyunun takdirine mazhar olmak için bu muazzam olanaktan mümkün olduğunca nemalanma yarışındalar.
Şöyle ki;
15 Şubat 1999 tarihinde Ecevit, "Bu sabaha karşı saat 03.00'ten itibaren bölücü terör örgütü PKK'nın başı Abdullah Öcalan Türkiye'dedir" beyanıyla Türki kamuoyunu 'muştuladı'.
Bu 'muştunun' Ecevit'e seçim kazandırdığını hatırlayan hamaset tutkunları aynı yolda yürümekten hiç vazgeçmediler.
Dün böyleydi, bugün de böyle.
Yarın ne olacak?
Söylemlerin değişeceğine umudum yok ama belki faydası olur diye Ecevit'in şu cümlesini buraya not edeyim:
"ABD bize niye Apo'yu verdi, onu hâlâ ben de bilmiyorum."
Asıl üzerinde durmak istediğim konu bu değil ama devamla okuyacaklarınıza girizgah olsun diye bir iki değinmede bulunayım.
Çünkü Ecevit'in cevabını 'bulamadığı' sorunun bugün için hem mevcut hükümete hem de gelecekte hükümet oluruz hayaliyle hamaset üretenlere anımsatması gereken hususlar var.
Öcalan 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye'ye teslim edildi.
Fetullah Gülen 21 Şubat 1999 tarihinde THY'ye ait uçakta business class 1-A numaralı koltuğa oturtularak Amerika'ya götürüldü.
Sonrasında ne mi oldu?
Saman alevi gibi parlayan hamaset günlerinde "Apo'nun Türkiye'ye getirildiğini muştulayan" Ecevit iktidar oldu.
Devri daim mi oldu? Sonuç ortada.
Sonrasında Gülen'in 'kandırdıkları', "aydınlığa açık karanlığa kapalı" sloganıyla hükümet oldular.
Hatırlayanlarımız çoktur, o günlerin meşhur mottosunu; "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın."
Gülen'in etkin ve yektin olduğu 17 yılın sonunda Türkiye'de kanlı bir darbe girişimi oldu.
Bugün havalanıp sınırların ötesinde bombalamalar yapan savaş uçaklarıyla TBMM bombalandı.
Aslında iki tarafa iki ayrı şey yazma niyetindeydim ama gerek kalmadı. Sadece bu 20 yılda olup bitenler birazcık da olsa düşünen herkese çok şey söylüyor.
Kıssadan hisse devam edelim.
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" diyenler "Ya devlet başa ya kuzgun leşe" noktasına geldiler.
Hükümettekiler için bunu söyleyince 'milli muhalefettekilere' söylenecek ne kalıyor. Cevabı belli; söz konusu Kürdi olanı yok saymaksa gerisi teferruattır.
'Milli muhalefete' haksızlık mı ediyorum? Hiç sanmıyorum.
28 Kasım günü 'büyük reform' hazırlığının ilk adımı olarak 84 maddelik Anayasa değişikliği önerisi kamuoyuna açıklandı.
Anayasa değişikliği teklifini hazırlayanların içinde anayasa hukukçuları da var biliyorum ama değişiklik teklifini okuyan çoğu anayasa hukukçusu çok eğleneceklerdir.
Hatta hukuk öğrencilerine bir anayasa teklifinin nasıl yazılamayacağının örneği olarak okutsalar haklarıdır.
Mesela;
Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 177 maddeden oluşuyor. Teklifi hazırlayanlar ilk dört maddeyi dokunulmaz kabul edip, 84 maddede değişiklik teklif ediyorlar.
Bunun yanı sıra, teklifin kabul edilmesi halinde mülga olacak maddelerle birlikte mevcut anayasanın çoğunluk maddeleri değişikliğe uğramış olacak.
Yani zaten bütünlükten yoksun mevcut anayasa tamamıyla darmadağın olmuş olacak.
Kodifikasyon iddiasıyla hazırlanan anayasa teklifindeki mevzuat birliği 'Türklük kimliği' eksenine oturturmuş, farklılıklara karşı inkârcı tutum benimsenmiştir.
Bir madde var ki Akşener ablanın yelkenlerine epeyce rüzgar savuruyor.
Anayasanın değiştirilmek istenen 62'nci maddesinin başlığı mevcut haliyle:
"Yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşları."
Değişiklik teklifi ise: "Yurt dışında yaşayan Türkler" olmuş.
Kürtlerin meşhur bir atasözü var:
"Xiyarê baş ji tûtik diyar e.
(Hıyarın iyisi çiçek dökümünde bellidir.)"
Hıyar demişken bu teklifi hazırlayanlar; bizlerin bir avuç tuzla beklediğimizi düşünmüyorlardır umarım.
Tabir ağır mı kaçmış? Hiç sanmıyorum. Anayasa'nın 134'ncü maddesindeki değişiklik teklifini okuduğunuzda hak vereceksiniz bana.
Bu maddeyle Türklük namına ne varsa koruma ve kollaması gözetilmiş.
"Eee… Başka ne bekliyorduk ki?"
Bu soruyu sormakta haklısınız. Saf halimle şöyle düşündüm:
Deselerdi ki;
"Türkiye Cumhuriyetinin tüm yurttaşları aidiyet hissettikleri kültürel bağlarını, farklı dil ve inançlarını güçlendirme ve geliştirme hakkına sahiptir. Devlet organları yurttaşların kültürel kimliklerini, farklı inanç ve dillerini korumak ve gelişimine katkı sunmakla yükümlüdür."
Türklük zeval mi görürdü? Hiç sanmıyorum.
Ama yok; illaki herkes önce Türk olacak, Türkçe konuşacak ve bu da yetmez Atatürkçü olacak.
Devlet dediğiniz bunlardan ibarettir. Vesselam…
Türklük için dünyaya savaş açan bu anlayışa karşı, mesela ben tüm cesaretimi toplayıp dersem ki;
"Suriye'deki, İran'daki veya Irak'taki Kürt kardeşlerimizin kolektif haklarına kavuşmasının size ne zararı var?"
En basitinden "sormamış ol" diyeceklerdir. Bu kanaati soru olmaktan çıkarıp hüküm cümlesine dönüştürmek durumunda ise kodese göndereceklerdir, beni.
Hadi şimdilik biz Kürtleri ve yok sayılan öteleri katmadan değerlendirelim.
'Milli Muhalefetin' anayasa değişiklik teklifinde eskinin tekrarı dışında bir şey var da ben mi görmedim?
Farkı gören veya anlayan varsa bana da anlatsın lütfen.
Mesela, 'sembolik yetkili' cumhurbaşkanı diyorlar.
Öyle mi? Değişiklik önerilen Anayasa'nın 104'ncü maddesi tek başına okunduğunda "acaba olamaz mı" diyebilirsiniz. Ama öyle değil.
Eski haliyle tek maddede tanımlanan yetkiler diğer maddelere serpiştirilerek yutturulmaya çalışılmış.
117'nci madde başkomutanlık, (bu maddeyle ayrıca Genel Kurmay Başkanlığı'nın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlılığa da esnetilerek, "Genel Kurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı adına yetki kullanır" ifadesi eklenmiş.)
118'nci maddede milli güvenlik kurulu başkanlığı,
119'uncu maddede olağanüstü hal ilanı yetkisi tanımlanmış.
Bunlar olmasa bile 104'üncü maddede önerilen haliyle bile cumhurbaşkanı hükümeti devirme ve TBMM seçimlerine yenileme yetkisi mevcut.
Hatırlayınız lütfen; merhum Demirel bu maddede tanımlanan yetkiye dayanarak 28 Şubat darbesine imza atmadı mı?
Diğer önemli husus ise devletin idari yapısına ilişkin getirilen değişiklik teklifine bakalım.
Anayasa'nın değişiklik teklifi yapılan 123'üncü maddesi eskisinin aynısıdır.
127'nci madde de yerel yönetimleri tanımlıyor. Güncel deyimle copy paste (kopyala-yapıştır) yapılmış.
Mübarekler! Bari bu madde 'Yerel özerklik şartına' atıf yapmış olaydınız.
Anayasaların toplumsal sözleşme olarak kabul edilmesinin temel nedeni yasa metninin toplum düzenine ve idari yapıya ilişkin tanım getirmesidir.
Bir anayasa değişikliği teklifinin bu hususu gözetmesini beklersiniz. Ama ve lakin öyle değil.
"Güçlendirilmiş parlamenter sistem" üst başlığıyla yaldızlı bir sunumla deklere edilen teklifin genel gerekçesindeki şu cümlesi enteresan:
"Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yürürlükten kaldırılarak Kanun-i Esasi'nin kabulünden bu yana benimsenen ve yerleşen parlamenter geleneğe uygun olarak Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçilmesi bu sisteminin siyasi ve sosyal hayatımızda açtığı hasarları aşma yolunda önemli bir adımdır. –A.Z: bu cümleye özellikle dikkat- Ancak kurulacak yeni sistemin parlamentarizmin herhangi bir modeli olmadığını, güçlendirilmiş parlamenter sistem olduğunu özellikle vurgulamak gerekir."
E'si şu; 'parlamentarizmin herhangi bir modeli' önerilmiyorsa biz ne anlayalım.
Çok basit:
Cumhur İttifakı'nın 'Türk tipi başkanlık sistemine' karşı "6 benzemez"in 'Türk tipi güçlendirilmiş parlamenter sistemi'. Seç, beğen, tercih et…
Sormuşmuşlar bir "6'lı benzemez"e:
"HDP'nin hitap ettiği oylar olmaksızın iktidar olma şansınız yok ama onların taleplerine karşılık yaptığınız hiçbir şey yok. HDP tabanı belirleyeceğiniz cumhurbaşkanı adayına neden oy versin?"
Ali Babacan'la yemekli toplantıya katılan gazetecilerin mealen aktardığı:
"(Babacan): Biz öncelikle üzerinde anlaşmaya vardığımız hususlarla ilgili bir teklif sunuyoruz. Bazı meşakkatli konular var ki seçim atmosferinde konuşulması zordur. Onları seçimlerden sonra bir araya gelir konuşuruz. "
Yanisi şu: Biz devletin özde sahipleri öncelikle kendi aramızda maraza çıkaran hususları konuşuruz. Siz 'özde' olmayanların beklemesini tavsiye ederiz, diyorlar.
Mavi boncuk niyetine de 'içişleri bakanının kayyum atama' yetkisini kaldırıyorlarmış.
Çok sevinmeliyiz!.. Hatta milletvekili dokunulmazlığını zorlaştıracak ve de parti kapatmalarının önüne geçilecek düzenleme getireceklermiş.
Safça bir soru sorayım:
HDP milletvekillerinin yasama dokunulmazlığının kaldırılması hususu mecliste görüşüldüğünde 'milli muhalefet' mensupları ne yaptılar?
Vekilimiz Semra Güzel'in önce hürriyetinin elinden alınması sonra vekilliğinin düşürülecek olması en sıcak örnek. Ne der meşhur atasözü:
"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz."
Açıkçası, 'milli muhalefetin' anayasa değişiklik teklifini okurken Türkiye'de siyaset yapan biz 'ötekiler' açısından umutsuzluğa kapıldım.
Demokrasi kılıfına konulmuş tahkim edilmiş Türklük hamasetine karşı 'milli muhalefete' söylenecek bir şey var mı, diye düşündüm.
Yıllardır Türkiye'de başka Kürt sorunu olmak üzere, temel sorunlarımızın çözümünün barış ve diyalog yoluyla mümkün olabileceğini söyler dururuz.
Doğrusu budur. Söylemeye de devam edeceğiz.
Ama galiba birileri aklımızla dalga geçer durur.
"Kurdo beri gel" dediklerinde akan sular duracak.
(*)24. Dönem HDP Hakkari Milletvekili
Kaynak: indyturk.com