Kur’anı Görünce Korkum Gitti

Fahrettin Dağlı, fahrettindagli.com’da “Kur’anı Görünce Korkum Gitti” başlıklı bir yazı kaleme aldı

Kur’anı Görünce Korkum Gitti

Alman vatandaşı Kürt bir kadın PKK ile iltisaklı diye tutuklanıp Sincan Cezaevine gönderilir. İlk önce tek kişilik bir hücreye hapsederler. Kadının astımı olduğundan dolayı talebi üzerine genel koğuşa yerleştirmek isterler. Ona derler ki, burada PKK’lıların koğuşu yok; “Fetöcü”lerin var; onlar da biliyorsunuz terörist, korkarız ki, size zarar verirler; ne dersiniz? Kadın bugüne kadar “fetöcülük” nedir? Bilmiyor. Ama çaresizce kabul etmek zorunda kalıyor! Çünkü o hücrede kalırsa zaten ölecek. “Öyle ölmektense böyle öleyim” deyip kabul ediyor.

Kendi ifadeleriyle (mealen);

-Koğuşun kapısına kadar ürke ürke, korka korka geldim. Karşımda korkunç insanlar görmeyi düşünüyordum. Kapıdan adımımı attım ve masanın üzerinde bir Kur’anı Kerimin olduğunu gördüm. Birden rahatladım. Kur’an varsa burada korkuya yer yok. Kur’an okuyanlardan zarar gelmez dedim”.

Kadının hikayesi uzun. Yazıyı hikâye ile uzatmamak adına burada kesip, kadının o müthiş cümlesi üzerinden iz takip edelim. Cümle neydi? “Kur’anı görünce korkum gitti. Kur’an okuyanlardan zarar gelmez dedim.”

Kadın cümleyi doğal, spontane ifade etmiş. Muhtemeldir ki, belki de hayatında eline Kur’an almış veya en azından okumuş birisi bile değildir ama bu cümleyle müthiş bir hakikatin altını çizmiş. Bu sözü duyunca bir Müslüman olarak ağladım; hıçkırıklara boğuldum.

Bu kadın o cezaevindeki kadınlar için böyle diyor ama bugün İslam dünyasında ellerinde Kur’an, dillerinde ayet, hadis eksik olmayan milyonlar onlarca cinayetin failleri olarak dolaşıyorlar. İddia ettikleri mensubiyetleri adına rahatlıkla insanları katlediyorlar; işkence ediyorlar.

Bütün bunlar hakikati değiştirmiyor. Hz. Aişe’nin ifadesiyle, Hz. Peygamberin ahlakı Kur’an’dı. Veya başka bir ifadeyle, “O yaşayan bir Kur’an’dı.

Peygambere, Peygamberliğinden önce Mekke ahalisi tarafından “eminlik” sıfatı verildi. “Ondan kimseye bir zarar gelmez; onun yanında güvende /eminlikte olursunuz.” Ve bu kendisine duyulan güven / eminlik Peygamberlikle, Kur’an’la taçlandı. O artık insanlık saadetinin paratoneri ve zirvesiydi. Onun doğuştan sahip olduğu ahlakı Kur’an ile kemal bulmuştu. Aslında o kadın farkında veya değil; işte bu gerçeği dile getiriyordu. Müslümanın olması gerektiği yeri işaret ediyordu.

Peki, yine son günlerde yaşanan bir trajedi örneğinden hareketle bugün Müslümanlık iddiasında bulunan bizlere gelelim…

Son günlerde sosyal medyanın gündeminde en çok yer eden trajedi şu; Altı yaşındaki Yusuf çok az rastlanan bir kanser türüne yakalanmış. Hastanede tedavi süreçleri devam ediyor. Anne-baba onun tedavisiyle; ağrıları ve acılarıyla ilgilenirken bir de ne yaşasınlar; polisler geliyor, anneyi alıp götürüyorlar.

Suçu ne?

Bir zamanlar bir eğitim kurumunda bir süre görevli olmak ve bankada 3-5 kuruş hesabı olmak. Al iltisaktan içeri…

Ne diyelim şimdi?

Hangisine ağlayalım?

Peki, bu cezanın faili / failleri kim?

Ellerinden Kur’an, dillerinden ayet-hadis eksik olmayanlar.

Demek ki, asıl olan kişilerin Kitaba nasıl yaklaştığıdır?

İman, ön yargısız bir ön kabuldür. Ya kabul eder, ön yargısızca yaklaşırsınız ya da etmezsiniz. Allah, insanı burada özgür kılıyor. İnsanoğlunu yeryüzünde yaratmasının hikmeti de bu değil mi? Kendisine yeryüzünde nasıl bir hayat sürmesi gerektiğine dair kılavuzu (Kur’an) gönderdikten sonra “artık inanıp, inanmamada özgürsün” diyor. İnsanoğlunun mazeretini ortadan kaldırıyor.

Peki, bu kılavuza tabi olduğu iddiasında bulunanları burada bırakıyor mu?

Hayır!

İşte bu kabul beraberinde çok önemli sorumlulukları getiriyor. Adeta Allah, “Mademki kabul ettin, bundan böyle her an bu sınavın farklı boyutlarından geçeceksiniz; söylemlerinizle, iddialarınızla sınanacaksınız; iddianızın yalancısı, hilebazı, münafığı olmayacaksınız!” diye şartlarını, hükümlerini vazediyor.

Buradan tekrar küçük Yusuf’a dönelim. Bu çocuk şimdi anne hasretiyle ağlayıp duruyor. Sosyal medyada yoğun bir kampanya başlatıldı; devreye siyasiler ve STK’lar girdi; annenin serbest kalıp çocuğu ile ilgilenmesini talep ettiler. Bu kadar çağrıya rağmen; anne serbest bırakılmadı. “Yusuf’u son demlerinde annesiz bırakmayın!” çağrıları da karşılıksız bırakıldı. Ne yazık ki, vicdanları katılaşmış; taş kesilmiş; bu acıya taş dayanmaz ama bazı vicdanlar tamamen körelmiş.

Burada sözüm, sitemim sadece hüküm sahiplerine / iktidar aktörlerine değildir; aynı zamanda bu trajedinin karşısında sessiz kalan yığınlaradır.

Sosyal medyada tanıdığım binlerce arkadaş var. Kaç günlerdir bekliyorum; “birisi çıkıp tepki verir” diye… Ne yazık ki, umudumla baş başa kaldım.

Lütfen kimse özrü kabahatinden büyük mazeret göstermesin; “haberimiz yoktu!” demesinler.

Niye haberiniz yok?

Çünkü mahallenizde izole edilmiş vaziyettesiniz; kapalı fanusun içerisinde steril bir hayat yaşıyorsunuz. Başkalarının acılarını duymuyorsunuz veya duymak istemiyorsunuz.

Daha kötüsünü söyleyeyim; bütün bu mazlumlar için resmi dili kullanıp, terör örgütü üyesi sayıp cezaya müstahak görüyorsunuz.

Halbuki o Kürt kadının hakkını teslim ettiği Kur’an ne diyor;

“Zulmedenlere en ufak bir taraftarlık dahi göstermeyin! Sonra ateş size de dokunur. Sizin Allah’tan başka yardımcınız da olmadığına göre, sonra büsbütün yardımsız kalırsınız.” (Hud:113)

Bunun üzerine söylenecek her söz zait hükmündedir.

 

Kaynak: Farklı Bakış