İsveç Makamlarının izin verdiği ve Danimarkalı bir siyasetçinin gerçekleştirdiği Kur’an yakma eylemi, gündeme düştü. Meseleyi salt yapılan eylem ile sınırlı bir anlama tevdi eylemenin düşünce açısından bir karşılığı olmayacaktır. ‘Bir deli bir kuyuya bir taş atmış kırk akıllı bu taşı çıkarmakla meşgul olmuş’ misali farklı yorumlar havada uçuşmaya başladı. Her yorumun kendisinin sahip olduğu bağlam açısından bir anlamı olabilir. Ama mesele olan bu yeni durum karşısında bir anlam ifade eder mi, sorusu anlamlı olmalıdır.
İslam’a saldırılar yeni bir durum değil, bu Kur’an yakma eylemi ne ilk ve ne de son eylem olacaktır. Neredeyse son on küsur yıldır arada bir İslam ve Müslümanlara yönelik bir saldırı haberi ile karşı karşıya kalmaktayız. Bunun tipik nedenlerinden biride aşırı sağ partilerin Avrupa ölçeğinde yükselişe geçmesi ve bu yeni politik süreci ve durumu doğru okuyamadığımız sürece meselenin tam olarak neye tekabül ettiği konusunda bir kafa karışıklığı yaşayacağımız kesinlik arz ediyor.
Konunun ilk nüvesi, Tarihin Sonu tezi ve Medeniyetler Çatışması tezi ile birebir ilişkili bir durumu işaret eder. Doksanlı yıllarda yayınlanan Tanrının Geri dönüşü, Dinin Yükselişi gibi temel tezlerin kitaplaşarak gündemleşmesi de bunun cabasıdır. Daha sonra Tek Dünya Sistemi parametresi yeterli bir karşılığı bulamayınca çoklu dünya güçleri tezi güç kazanınca bu sefer yeni bir yaklaşım öne çıkarıldı. Bir anda bütün Avrupa ölçeğinde yeni bir aşırı sağ partiler yükselişe geçti. Bu arada Avrupa da özellikle müslüman kesimlere yönelik saldırılar, cinayetler, yakma girişimleri vesaire aldı başını yürüdü.
Bu noktanın doğru anlaşılmasının bir yolu da Avrupa ölçeğinde meydana gelen Müslümanlaşma eğiliminin sürekli yukarıya doğru seyretmesinin önünün alınamamasının nedenlerini düşünmek elzemdir. Bu tek yönlü bir hareket değil, aynı zamanda İslam coğrafyasında da seküler hareketlerin ayağa kalkması, hareketlenmesi ve desteklenmesini de birlikte düşünmekte yarar var. Şu an İran’da meydana gelen toplumsal hareketliliği de bu zeminde düşünmekte yarar var. Hatta Myanmar ve benzeri yerlerde Budistlerin Müslümanlara yönelik yaptığı aşırı şiddet uygulamaları da bu durumdan bağımsız düşünülemez!
Meseleyi salt kendi bağlamı içinde yorumlamaya çalıştığımızda her zaman olduğu gibi büyük resmi görme konusunda ciddi bir zaaf taşıyacağımız bedihidir.
Konunun İslam’ın potansiyel bir güç olarak hala Avrupa Rönesanssına yönelik bir tehdit olma hüviyetini taşımasıdır. Bütün saldırılar karşısında müslüman olma eylemi kendi sistematiği içinde devam etmektedir. Müslümanlar kendi dinlerinin temel prensiplerini yerine getirmeye devam ettiği sürece ve bu ahlaki kaygıyı sürdürdüklerinde müslüman olma zemini güçlenerek devam edecektir. İstanbul merkezi camilerinde neredeyse her gün bir iki ihtida eylemi ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bu konuda çaba gösteren kişi ve kurumlara Rabbim kendi katından ücretlerini verecektir. Ama bu aynı zamanda İslam dininin insan açısından taşıdığı temel anlamı göstermesi bakımından da önemli bir olay olarak önümüzde durmaktadır. İşte bu yüzden, öncelikle Avrupa ölçeğinde Müslümanlaşma hareketini durdurma ve geriletme çabaları öne çıkarılmaktadır. Bu durum iktidarlar tarafından ve kendi etik kurallarına uymama halini de içselleştiren bir tutumu da içerecek şekilde yapılmaktadır. Ama bu durumun kendisi kendi aleyhlerine dönmekte gecikmemektedir.
Bu durum aynı zamanda yapay zekâ tartışmaları, trans hümanist tartışmalar, post human ve insan sonrası durumun neliği meselesini de birebir ilgilendirmektedir. Yani topyekûn yeni bir geleceğe doğru insanlık aktarılmak istenmektedir. Buna Lgbt-i gibi oluşumlar, toplumsal cinsiyet tartışmaları ve çevrecilik, yeşiller hareketi gibi yapılar da dâhildir.
Mesele sanıldığı gibi tek bir olay üzerinden yorumlanabilecek bir hüviyet taşımamaktadır. Bir bütünlük içinde neler olup bittiği ve insanlığın yeni yöneliminin ipuçlarını da dikkate alarak bu yeni durum yeniden ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bu tabii ve derinlikli bir çabanın sistematik tezahürüdür.
İslam kendi varlığını sürdürdüğü sürece, Müslümanların varlığı var oldukça bu yeni elit iktidar seçkinlerinin istedikleri gibi bir dünya ve yaşam oluşturma imkânları berhava olmaktadır. İki yüzyıldır yaptıkları mücadele sonucunda İslam dışındaki bütün kültürleri bir şekilde asimile etmesine rağmen, Müslümanlar hala müslüman kalma hüviyetlerini taşıma konusundaki iradelerini kaybetmediler. İçerden ve dışarıdan yapılan bütün saldırılara rağmen, hale Müslümanlar, müslüman kalma derdini, kaygısını ve sorumluluğunu taşımaya devam etmektedirler. Zaten bu konuda Müslümanların kahır ekseriyetinin aynı duyarlılığı taşıması gerekmemektedir. Azınlıkta olsa, kendi sorumluluğuna müdrik bir temsiliyetin kendisi yeterliliğini göstermektedir. İlahi inayetin varlığı ve İslam’ın kıyamete kadar korunmasının teminatı yeterli zemini sağlamaktadır.
Bu eylemin saf müslüman zihinde yaptığı uyandırma zeminini de dikkate alarak, Müslümanları tahkir etmek yerine doğru olanı yapmaya yönelik tavsiyelerle iş tutmak daha önemli hale gelmektedir. Bu saldırılar, Müslümanların yok edilmesini değil, bilakis, uyanışını sağlaması babında önemli bir hüviyete sahip olacaktır. Yeter ki Müslümanlar, kendileri ile uğraşacaklarına muhataplarının ne yapmak istediğine odaklansın ve ona göre tavırlar geliştirme yoluna yönelsinler…
Korkunun ecele faydası yoktur. Ama Allah ile birebir bağ kuran ve kendisini ona tevdi eden Müslümanlar, sadece Allah’tan korkmaları gerektiği konusunda bir fikri berraklığa ve psikolojik vasata sahip olduklarında mesele kökünden çözümlenecektir.
Onların bir tuzağı varsa Allah’ında bir tuzağı vardır. Allah’ın tuzağı ise çok çetindir…
Kaynak: mirathaber.com