Aksa Eğitim ve Dayanışma Vakfı bünyesinde faaliyet gösteren üniversite birimi tarafından düzenlenen “Kültürel Irkçılık ve İslamofobi Sempozyumu” gerçekleştirildi. 20-21 Mart tarihlerinde düzenlenen program, ulusal ve uluslararası konuşmacıların yer aldığı dört oturumla; 250 kayıt üzerinden öğrenci, akademisyen ve azınlık başvuruları öncelenerekseçilen 100 katılımcı ile çevrimiçi ortamda tamamlandı.
Sempozyum boyunca,“Kültürel Irkçılık ve İslamofobi” başlığını kavramsal ve tarihsel serüveniyle anlamak, toplumsal ölçekte öteki ile kurulan ilişkiyi irdelemek, bu kavramların manipüle edilme potansiyelini tartışmak amaçlanmıştır. Alanında yetkin isimlerin sunumlarıyla, Türkiye-Avrupa coğrafyasındaki güncel gelişmeler akademik ve sosyal zeminde ele alınmıştır.
George Floyd gündemi ve Çin’in, Uygur bölgesine karşı tutumuyla global ölçekte yükselen kültürel ırkçılık karşıtı tepkilere rağmen; Avrupa ve Türkiye’de göç karşıtlığı ve islamofobi yasalarla örselenerek sürdürülmektedir. Aşırı sağ hükümetlerin tutumu, dünya üzerindeki azınlık haklarını ve birlikte yaşama imkanını ciddi anlamda tehdit ederek güvenlik problemi oluşturmaktadır. Bu itibarla,özellikle gençlerin, gündemi çözüm odaklı bir perspektifle incelemesi ve varılan sonuçlar ışığında süreç içerisinde aktif rol üstlenmeye teşvik edilmesi yaşanabilir bir dünya adına kritik önem arz etmektedir. Sempozyumda vurgulanan noktalarınve çözüm önerilerinin söz konusu öneme binaen kamuoyu ile paylaşılmasında fayda görülmektedir:
Kültürel ırkçılık; etnik ve ırksal gruplar arasındaki kültürel farklılıklara dayalı önyargılar ve ayrımcılıklardır. Bu kültürel farklar gerçek olabildiği gibi inşa edilmiş veya hayalî de olabilir. Bu minvalde, farklı kültürleri aynı ortamda mutlak bir uyuşmazlık içerisinde görmenin oluşturduğu tehdit algısıyla birlikte üretilen düşmanlık, toplumun huzuruna kasteden asıl unsur olabilmektedir. Zira, bu düşmanlığın pratik yansımalarında sömürme, baskı, hatta imha etme vardır. Diğer yandan ırkçılık, insanın varoluşsal krizini ifade eder.Sosyal medya kullanımıyla dünya üzerindeki yeni akımların etki alanını hızla genişletmesi, ırkçılığın her türlü formunun karşımıza çıkması bireyin kendi varoluşsal krizinden ve bugünkü teknolojinin mahiyetinin farklılaşmasından kaynaklıdır.Karşı akımlara rağmen yıkıcı bu tavrın siyasette karşılık bulması, yaygın teknolojilerin ulaşılabilir olmasının getirdiği bir dezavantaj olarak insanın bu ilkel yönünün yeniden gelişmesiyle ilişkilendirilebilir.
Tarihi süreç içerisinde toplumların kendi realiteleri eksenindeötekileştirdiği kişilere karşı yönelttiği kültürel ırkçılık tutumu Avrupa’da aşırı sağın semptom ve yansımaları; siyasi partilerin programlarının sağa kayması ve oy oranlarının artması, göçmenlere yönelik baskılar ve devlet otoritesinin yükselmesi şeklinde tezahür etmektedir. Kültürel ırkçılık, biyolojik ırkçılığın kalıntıları üzerine bina edilen bir ırkçılık türüdür. Kültürel ırkçılık sadece Müslümanlara yönelik değil çok kültürlülüğe ve birlikte yaşamayı savunan her düşünceye yönelik bir karşı çıkıştır. Diğer yandan Avrupa’da kültürel ırkçılığın en can alıcı tezahürlerinden olan “Antisemitizm” kavramı bugün yerini islamofobiye bırakmıştır.
Günümüzde Avrupa’da aşırı sağ fraksiyonlar ana akım partileri etkilemekte ve bu durum sokağa maalesef ‘İslam karşıtlığı’ olarak yansımaktadır. Batı’daki islamofobi probleminin temelinde İslam’ın bir din olarak değil, bir ideoloji olarak anlaşılması algısı yatmaktadır.
İslamofobinin dış politika ve iç siyaset olmak üzere iki farklı boyutu vardır. Haddizatında müslümanların batıya bir tehdit meydan okumasından bahsetmek mümkün değilken, Müslümanların batıdaki bazı çevreler tarafından potansiyel tehdit görülmesinin Avrupa merkezli bir iç ve dış siyasetin malzemesi olduğu unutulmamalıdır. Diğer yandan Türkiye’de aynı konunun iç ve dış siyasette ele alınma biçimiyle bir “karşı endüstrileşme” tavrına dönüştürülmesi, ümmet olmanın gerekliliğine uzun vadede halel getirecek bir malzemeye dönüşme tehlikesi oluşturmaktadır. Bu iki büyük tehlike ile mücadele için her bireyin şahsi sorumluluğunu üstlenmesi, etki ve yetki alanının gereklerini ifa etmesi gerekmektedir. Bu minvalde dikkat çekilebilecek bazı hususlar şöyle sıralanabilir:
- Herhangi bir toplumun bir kısmı diğer kısmını ötekileştirir, onları şeytanlaştırırsa bunu bedelini bütün toplum öder. Bunun bir ahlak ve etik meselesi olduğunu iyi tahlil etmek, bu konudaki farkındalığa yönelik örgütlü çalışmalar yapmak gerekmektedir.
- İslamofobi kavramı endüstrileşmeye ve ranta çok müsait olduğundan Müslümanların bu konuda ajiteye kaçmadan mücadele etmesi gerekmektedir.
- Medyada İslamofobi ile ilgili yer alan birçok söyleme Müslümanlar açısından cevap hakkı doğmakta fakat halihazırdaki tavır objektif olarak analiz edildiğinde cevabın özünün büyük ölçüde reaksiyonel ve sadece söze dayalı kaldığı görülmektedir. Söylemin bu kadar artıp, eylemin bu kadar azaldığı bir dönemde islamofobi ile mücadelenin salt entelektüel veya siyasi bir mücadele değil, bir kulluk mücadelesi olduğu idrak edilmelidir. Aksi halde islamofobinin Avrupa azınlıkları için aşılabilirliğinden vazgeçmek, islamofobiyi kendi iç dinamiklerimizde de sürdürmeye devam etmek ve kendi coğrafyamızda İslam'dan korkan Müslümanlar oluşturmaya sebebiyet vermek kaçınılmaz olacaktır.
- Sinemadaki ırkçılık sembollerini doğru analiz etmek ve alt metin okumalarını sağlıklı zeminlerde gerçekleştirmek gerekmektedir. Diğer yandan, sinema dünyasında gördüğümüz her olumsuz hareketin İslamofobi olarak algılanması yerinde bir okuma olmayacaktır.Ancak, felsefi temele dayandırılmış olan islamofobiktavırların karşısında, aynı kanaldan aktif üretimle durabilmek gerekmektedir.
- Yerel medyaların tavrı ise;haksız suçlamalarla hedef gösterici mübalağa aktarımlar ve bir kesimi bilinçli olarak terörize etmeleri göz önünde bulundurularak, yerel halkın itirazları ve yetkili mercilerin denetimiyle objektifleştirilmelidir.
- Avrupa’da azınlıkların haklarını aramasındaki engelleri ortadan kaldırmak adına gönüllü platformların arttırılması, örgütlenmenin önündeki lojistik engellerin kaldırılması açısından önem arz etmektedir. Diğer yandan Türkiye’de mültecilere ve azınlıklara karşı yoğun olmasa da sergilenen tutumların, kendi içinde Avrupa’dan farklı bir seyri olan islamofobinin sebepleri doğru analiz edilmeli ve yaygınlaşmasına sebep olan kanallar farkındalıkla kapatılmalıdır.
İki günlük sempozyum toplantımızdan hareketle çıkardığımız yol haritasında, Müslümanlar olarak öncelikle İslam ahlakını hakkıyla yansıtabilenve ırk, din, ten, dil, mezhep ayrımı yapmadan farklılıkları kendi içinde zenginlik gören örnek bir toplum oluşturmamız gerektiğinin altını tekrar çizmekteyiz. Bu yolda belirlenecek yöntem ve stratejilerin gerekliliğinin farkında olduğumuzu beyan ederiz. Global düzeydeki bu problemi etki alanımız dahilinde, sahada aktif kalma kaydıyla ele alma gayretimizin devamını ve bereketini Yüce Rabbimiz ’den niyaz ederiz.