Külahıyla Muhavere Eden Çoban

Kazım SAĞLAM - 01. 08 2018. ÇARŞAMBA

Külahıyla Muhavere Eden Çoban

Çok namdar, hatır sahibi ve güçlü bir ağa varmış. Bu ağanın da sadık ve becerikli bir çobanı varmış.

Ağanın namı ve çobanın sadakati çevreye yayılmış, herkes örnek olarak gösterirmiş, ağanının sürüleri her sene çoğalırmış, çoban çevreyi çok iyi bildiğinden hayvanları iyi otlatır, kışın da iyi bakarmış. Bu yüzden ağanın hayvanlarının sütü diğer köylüye göre daha çok olurmuş, hayvanları da daha semiz ve bakımlıymış.

Sürünün içinde belli başlı hayvanlar varmış ve onları tüm halk tanırmış. En meşhur kırmızı koç (kimine göre sürüler deve olduğu için kırmızı bir deve) birgün ortalıkta görünmez olmuş, yani kaybolmuş.

Ağa buna çok üzülmüş, köylü bunu duymuş ve bir dedikodu almış yürümüş. Herkes bir tür yorum yapmaya başlamış. Sonunda çoban oturmuş kendi kendine planlar yapmış, bu işin içinden nasıl çıkarım diye? Aslında çoban koçun(devenin) ne olduğunu çok iyi biliyormuş.

Bir gece kara kara düşünmeye başlamış, çareler düşünmüş ve şöyle bir yol izlemiş; duvara yaslanarak oturmuş. Ayak ayaküstüne atmış, külahını da dizinin üzerine yerleştirmiş ve başlamış külahıyla konuşmaya;

-Sen benim ağamsın, ben de senin çobanınım? Külah da cevap verirmiş gibi sanmış veya öyle kabul etmiş, onu konuşur vaziyetine sokmuş, külah sormaya başlamış;

-Evet, söyle bakalım sen, koça ne oldu?

-Efendim, koç yardan düşüp öldü.

-Öldüyse eti nerde, derisi nerde.

-Efendim, etini fakirlere dağıttım, derisini de hayır kurumuna.

-Köyde benim bilmediğim fakir ve hayır kurumu mu var? Hangi fakire verdin.

-Efendim, kurt kaptı ve götürdü.

-Bunca namdar çoban köpeklerimiz varken ve sen de başlarında iken nasıl kurt kapar. Ayrıca yıllardır kurt gören de olmamış.

-Efendim, ayağı kırıldı, siz üzülmeyesiniz diye kestik ve sizden gizledik.

-Peki, eti ne oldu?

Çoban sabaha kadar durmadan mazeretler, bahaneler üretip durdu. Ama içi rahat değildi. Çünkü yalan konuşuyordu, yalanlarını gizlemek için uydurduğu her bahane yine kendisince çürütülüyordu. 

Dışarı çıkıp dolaştı, kaçıp memleketi terk etmeyi düşündü, çevre köylerden birine yerleşmek ve orada kendini unutturmak istedi. Tekrar döndü aynı şekilde oturdu, külahını dizinin üzerine yerleştirdi ve;

-Bak ağam, ben bir halt işledim. Nefsime uydum, bazı yaramaz arkadaşlarımla bir işret meclisi kurduk içtik eğlendik, Onlar benim kanıma girdiler ben de kırmızı koçu getirip kendi ellerimle kestim. Yedik eğlendik, eti tükettik, kemiklerini ve derisini de götürüp uzaktaki dağın dibine gömdük. Böylece kurtulacağımı ve bu işi örtebileceğimi sandım. Çoban bu itirafı ettikten sonra rahat uyudu. 

Hikayemiz burada bitiyor. Aksiyon tarafı ne olmuş, çoban af edilmiş mi, edilmemiş mi, ağa ona nasıl bir ceza vermiş bilinmez, dileyen dilediği şekilde gerisini tamamlar. 

İmdi gelelim hissemize; sanki bu kıssa; Abdullah b. Ömer (ra)´in naklettiği bir hadiste Allah Rasulü şöyle buyurdular: ?Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz.? (Buharî, Nikah, 91) hadisinden ilham alınarak halkın mühliyesince şekillenmiş bir ibret levhasıdır. 

Bugün, ÇOBANLIK mevkiinde olan her bir insan acaba bizim dağdaki çoban gibi külahını dizine yerleştirip kendini sorgulayabilir mi? 

Küçük-büyük bütün yöneticiler, aile reisleri, ana-babalar, işverenler, parti başkanları, il idarecileri, belediye başkanları, kulüp başkanları ve yöneticileri, mahalle ve köy muhtarları, polisler, bekçiler, köy koruyucuları, fabrika ve inşaat bekçileri, kanaat önderleri, şeyhler, hocalar? tüm bunlar; yatmadan önce külahlarını dizlerine koyup onunla bir muhavere edebilme cesaretini gösterebiliyorlar mı?

Ayrıca yeni yetişmekte olan çocuklar, ana-babaya karşı vazifelerini ifa edebiliyorlar mı? Çalışan işçi, işini iyi ve düzgün yapabiliyor mu? Bakkal dürüst davranabiliyor mu? Hepimiz topyekun külahlarımızla muhavere etmedikçe düzgün bir yere varmaklığımız mümkün olamaz. 

Başkası kendine çeki düzen versin anlayışından kurtulup her birimiz kendimizi sorguya çekmeliyiz. Hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekemeyenler sonunda pişman olacaklar. 

Bu hal; sosyal, siyasal, iktisadi, askeri vb. tüm konularda da geçerlidir. Kendini bu manada sorgulamayan toplumlar, devletler, başka toplum ve devletler tarafından sorgulanırlar, izzetlerini de kaybederler. 

Bugün adına İslam ülkeleri denilen ülkeler külahlarını dizlerine yerleştirip onunla muhavere etmemeye devam ederlerse zilletleri de devam edecek.

kazimsaglam.com