Süleyman Seyfi Öğün yazdı;
Kadir Gecesi’nde Kudüs’de başlayan olaylar dünyâ gündemine oturdu. Çoluk çocuk onlarca Filistinlinin öldürülmesi, yüzlercesinin yaralanmasıyla tablo ağırlaştı. Defâlarca seyrettiğimiz bir filmi bir kere daha izliyoruz. Dünyâ kamuoyları suskun. Pandemi, ekonomik krizler, kapanmalar vd meselelerden başını kaldırıp bir dünyâ meselesi olan bu meseleye odaklanan ve tepki veren yok. En beteri de İslâm coğrafyalarında, Türkiye hâriç, yaprak kımıldamıyor. Ayıp olmasın kabilinden , alelusûl, düşük tonlu kınamalar yok değil. Ama hiç kimse bunların inandırıcı olduğunu söyleyemez. Uluslararası ve uluslarüstü yapılar, evelemeler gevelemeler hâricinde alabildiğine suskun. Dünyânın gözü önünde katliamlar devâm ediyor. Ortalık yangın yeri. Ateşi söndürmeye gelen yok.
Bu hâdiseler tam da İsrâil ile Türkiye arasında “yumuşama” beklentilerinin yoğunlaştığı günlere isâbet etti. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile daha da genişleyen bir havzada, Türkiye açısından yeni ilişkilerin kurulacağı beklentisi bu hâdiselerle berâber zora girdi. Doğrusu kendi nâm ve hesâbıma, bu beklentilerin asılsız olduğunu, gelişmelerin bu şekilde cereyan etmeyeceğini defaâtle yazmıştım. Yanılmış olmak isterdim. Olmadı..
Hislerimizi açığa çıkarmak, tepki vermek asgârî bir insanlık vazifesi. Ama zihnimizin bir tarafında bu tırmanmayı anlamak da son derecede elzem. Çünkü, yaşanan hâdiselerin yakın bir gelecekte yaşayacaklarımızın da fitilini ateşlediği kanaâtindeyim. Yâni ârızî bir durumdan bahsetmiyoruz.
Evet, ABD’deki iktidâr değişiminin tekmil dünyâda hayli derin tesirleri olduğu; Ortadoğu’nun da bundan berî olamayacağı ortada. Bakmak ve anlamak lâzım. Dikkât edilecek olursa, Arap Baharı’ndan sonra yangın yerine dönen, iç çatışmalar, savaşlar bir tarafa ; teröre ve her türlü uluslararası müdahalelere açık hâle gelen Ortadoğu’da görece sâkin kalan coğrafya İsrâil idi. Irak ve Sûriye’de gözü dönmüş bir kasap gibi dolaşan IŞİD, İsrâil’i yok sayıyor ve Müslüman katliamı yapıyordu. Hizbullah, İsrâil’e dönük saldırılarını en aza indirmişti. Başka isimler altında ağırlığını Sûriye ve Irak’a vermişti. Gazze ablukası ara vermeden devâm ediyordu. Ama Filistin direnişi de hayli zayıflamıştı. İsrâil, zaman zaman Sûriye’ye, bilhassa İran yanlısı güçlere karşı hava akınları tertip ediyor; Rusya da kendisine her seferinde yeşil ışık yakıyordu. İşler yolundaydı. Tek korkuları İran’ın nükleer silâha sâhip olma ihtimâlinin belirmiş olmasıydı. Trump iktidârı imdâda yetişti ve İran’ı cendereye aldı. Stratejik ehemmiyeti hâiz ve su kaynakları açısından zengin olan Golan tepeleri, uluslararası hukuk hiçe sayılarak İsrâil’e hediye edildi. Kudüs, onca îtiraz ve BM karârına rağmen İsrâil’in yeni başkenti olarak tanındı. İsrâil’de “şâhin” bir iktidar vardı. Kukla Arap devletçikleri İsrâil ile hemhiza yapıldı. Anlı şanlı törenlerle Küre Koalisyonu ihdâs edildi. ABD ile İsrâil arasındaki tek anlaşmazlık konusu, İran’a yapılacak nihâî müdahaleydi. İsrâilli şâhinlerin olanca gayretine rağmen Trump bu nihâi operasyonu her defâsında geri çevirdi.
Biden yönetimi bir başka ABD’yi temsil ediyor. (Bu başka ABD ne kadar ABD’dir, tartışılır). Teopolitik dile aktararak ve kabaca ifâde edecek olursak, “Püritan” ABD karşısındaki “Katolik “ ABD’dir bu. Biden’ın Kennedy’den sonra seçilmiş ilk Katolik Başkan olduğunu biliyoruz. ABD 1960’ların ABD’si değil. İlk defâ püritan nüfûs gerilemiş durumda. Dahası kendi içlerinde kapanmacı paleoconlar ve neoconlar olarak ayrışmış durumda. Son seçimde Neocon Cumhûriyetçilerin apaçık Biden’ı desteklediğini unutmamak lâzım. Katolikler, nüfusları hayli fazlalaşan başta Hispanikler ve Siyahlar olmak üzere “diğerlerinin” oylarını da konsolide edebildi. Neticeten, şöyle veyâ böyle iktidâr oldular. Bu blokun İsrâil siyâsetlerinin Evangelistler gibi olmayacağı ortadaydı. Biden târihsel Katolik-Şii bağını yeniden ayağa kaldırdı. Papa’nın meşhûr ziyâreti bunu ilân etti. Biden, geleneksel Katolik siyâseti üzerinden İsrâil’e bir mesâfe koydu.
İsrâil de artık o eski İsrâil değil. Şâhinlerin hayli yozlaşmış bir sicili var. Bu da İsrâil kamuoyunu derin bir çatlağa sürüklemiş durumda. İsrâil’de bitmek bilmeyen hesaplaşmalar ve istikrarsızlıklar hüküm sürüyor. Yalnızlaşan İsrâil ya “yola gelecek” yâhut “iş başa düştü” kabilinden çığrından çıkarak saldırganlaşacak. Bu mücâdelenin ABD ayağı da var. Belki de Biden için aynı ifâdeyi tekrar edebiliriz: Ya yola gelecek yâhut gidecek. Son Kudüs hâdiseleri bahsedilen ikinci ihtimâlin bir hazırlık teşebbüsü olarak değerlendirilmelidir. İsrâil artık bütün vücudu ile sahnede. Doç.Dr. Fahrî Erenel Paşa, bu konuda çok isâbetli bir tahlil yaptı. Hâdiselerin sâdece Filistinlileri sindirmek ile sınırlı kalmayacağını, demografik dezavantajını aşmak adına kendi Lebensraum’unu Araplardan arındırmaya evrilebileceğini, Arz-ı Mevûd’a doğru istikamet kazanacağını belirtti. Bu teopolitik iddianın İsrâil için hayâtî ehemmiyeti hâiz su sorunu üzerinden reelpolitik bir karşılığı var. Bu karşılık kaçınılmaz olarak Türkiye’yi tutuyor. Odakta Fırat ve Dicle, yâni Mezopotamya var. Senaryoya Mezopotamya’da yaşanacak bir Türkiye-İran çatışması dâhil. Dost ve kardeş Azerbaycan’daki hatırı sayılır İsrâil nüfuzu da, Mezopotamya’yı Kuzey’den kuşatan bir dinamik olarak işlemeye aday... Velhâsıl, Kudüs Kudüs’den ibâret değil…