Kudüs’ün İsrail işgalinden kurtarılması İslam ümmetinin, muvahhitlerin ve her inançtan vicdan sahiplerinin boyunlarının borcudur.
Slogana dönüşme istidadındaki bu ifade, hassasiyet sahiplerince tartışma kabul etmeyen bir doğrudur ve ne yazık ki Kudüs konusundaki yanlışlar tam da bu doğrudan başlamaktadır. Zira hassasiyet sahiplerinin çokluğu, aynı zamanda muhtemel istismarın çokluğuna da isabet etmektedir.
Nitekim, altı gün önce yapılan Büyük Kudüs Mitingi, tertipleyeni ve katılımcıları bakımından zikrettiğimiz doğrunun ve yanlışın tipik bir örneği olarak kayıtlara geçmiştir.
Doğru bir mitingtir çünkü, Trump’ın Yüzyılın Anlaşması adıyla Flistin topraklarını ve Kudüs’ü Yahudilere bağışlamasına karşı bir itirazdır.
Yanlış bir mitingtir çünkü, Kudüs bu mitingte ana muhalefet partisi ile iki küçük partinin gövde gösterisinde, bir hatırlama idealitesi olarak kullanılmıştır.
Doğruluk cihetinden baktığımızda, Kudüs hakkındaki bir oldu-bittiye karşı çıkılması, hangi dünya görüşünü temsil ediyor olursa olsun her siyasi partinin hakkıdır.
Zira Kudüs üzerinde, onun asıl sahibi olan Filistin halkını yok sayarak oynanmak istenen yeni bir oyunu kamuya ifşa etmek, hadi inançla da sınırlandırmadan söyleyelim, vicdan sahiplerinin görevi değil midir? Demek ki, üç siyasi partinin çatısı altında toplanan vicdan sahipleri, Büyük Kudüs Mitingi düzenleyerek, öncelikle vicdani görevlerini ifa etmişlerdir; dolayısıyla bu faaliyete olumsuz bakılmaması ve bu bağlamda bir samimiyet sorgulaması yapılmaması gerekir.
Ne var ki, daha işin başlangıcında, üç siyasi partinin dünya görüşlerindeki uyuşmazlığı Kudüs bahanesiyle giderdiklerini miting yoluyla göstermelerinden kaynaklanan bir kekrelik vardır ve ayrıca bu kekrelik, o siyasi partilerin İslam dünyasıyla ve mevcut iktidarın din esaslı işleriyle ilgili olarak sergiledikleri müsteşrik tutumu nedeniyle kesin bir istismar şüphesinin göstergesine dönüşmektedir.
Örneğin, onlardan biri olan ana muhalefet partisinin, Türkiye’nin Suriye sınırından teröristleri uzak tutma konusundaki gayretine karşı yaptığı itiraz, Suriyeli mültecilere karşı gösterdiği tahammülsüzlük ile kendi derebeyliğini korumak uğruna on milyon vatandaşını sefalete, perişanlığa, göçe mahkum edene karşı duyduğu muhabbet aşikardır.
Aynı şekilde, “Ordumuzun Libya’da ne işi var?” sorusuyla İslam dünyasının sorunlarına karşı ilgisizliği ve dolayısıyla Türkiye’nin, Amerikan güdümündeki Araplarla ve Batılı sömürgenlerce müştereken yürütülen yeni bir yağmaya set seçerek, uluslararası ilişkiler de söz sahibi olmasına karşı muhalefeti de herkesin malumudur.
Zikredilen bu hadiselerle varlığı ve etkisi pekişen Haçlı zihniyetine karşı kör, dilsiz ve sağır kesilen ana muhalef partisinin, konu Kudüs olunca bu zihniyete dikkat çekmesi, izahı mümkün bir çelişki olmadığı gibi, Suriyeli mazlum Müslüman muhacirleri düşman ilan etmemişçesine, Kudüs özelinde Müslümanların haklarına sahip çıkıyormuş gibi davranması da, tek başına her insaf ehlinin nevrini döndürmeye yetmektedir.
Yine, mitingi düzenleyen siyasi parti liderinin, Çamlıca Camiinden kasıtla “Bu camiyi yapmaya ne gerek vardı” şeklindeki itirazının, “Kudüs’te elli tane daha cami varken Kubbetü’s-Sahra’yı korumaya ne gerek var” görüşüne evrilmesi an meselesiyken, birden Kudüs sevici kesilmesi de zaten izahtan varestedir.
Diğer partiye gelince. Kurucusunun Suriye sorununun oluşmasındaki ve büyümesindeki rolüyle, kendi alnına vurduğu suçlu damgası, halen ihtişamla parıldıyorken, Kudüs’e sahip çıkma maksadıyla mitingte boy göstermesi, “Bakın haberiniz olsun, beni dinlemezseniz Kudüs’ü de Suriye gibi kurtarırım” demenin dikalasıdır ve bu yanıyla örneği çok az bulunur bir siyasi ironidir.
Bunlardan bakıldığında mezkur Büyük Kudüs Mitingi, yapılmasındaki doğruluktan çok, Kudüs esaslı istismarın çokluğuna delil teşkil etmektedir.
Zira, miting yoluyla yapılan gövde gösterisi, Kudüs sorununa itirazın değil, iktidara karşı ittifaktaki genişleme bilgisinin gösterisidir ve bu manada Kudüs sorununun taraflarına değil, doğrudan iktidara yönelik bir mesajdan ibarettir.
Üç partinin temsil ettikleri dünya görüşü açısından bakıldığında da, yine farklı dünya görüşlerinin tepkide, itirazda müşterekliğinin değil, bilakis iktidara karşı birleşmede, güç toplamada müşterekliğinin, “-e yoluyla” kamuya iletilmesidir.
O halde aman dikkat!
Demek ki Kudüs’ün imani ve insani hassasiyetleri galeyana getirebilme niteliği, bu galeyanın muhtelif kişi ve kurumlar tarafından istismarına mani değildir.