Önceki yazımızda “Hz. Süleyman’ın mezarı Beytülmakdis’tedir” iddiasında kalmıştık.
Değil Hz. Süleyman’ın, İshak, Yakup ve Yusuf peygamberlerin el-Halil’deki mezarları bile kesinlik taşımaz.
Bu konuda hiçbir kaynak bulunmadığı gibi, gerek Nebukadnezar’ın M.Ö. 586’da, gerekse Titus’un M.S. 70’te Süleyman Mescidi’ni, “üzerine ekin ekilmeye hazır bir tarla haline gelecek” şekilde yıkmaları nedeniyle de Hz. Süleyman’ın mezarının orada halen var olması mümkün olamaz.
Beytülmakdis’te, Hristiyanlarca Hz. Süleyman devrinden kaldığına inanılan ve bugün Ruhlar kubbesi olarak adlandırılan yerdeki bir buçuk metre karelik taştan başka hiçbir şey yoktur ve yine bununla ilgili de herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.
Ayrıca, Hz. İbrahim el-Halil’de yerleşmiştir. İste(n)seydi el-Halil’i mamur ettiği gibi Kudüs’e yerleşip, burayı da mamur edebilirdi. Fakat Kudüs, peygamber(ler) şehri olmaktan çok, Allah’ın şehri olduğu için, Hz. İbrahim’in bile orada maddi bir izi yoktur ki, İsrail peygamberlerinden bir iz/eser kalmış olsun. Öyle ki, bu esasta Hz. Davud Makamı ile oradaki lahdi bile gerçek değildir.
Tam da bu nedenle, Peygamberimizin Miraç için Kudüs’e getirilmesindeki maksadın ve mânânın hakikati, diğer peygamberlerin buradaki varlığından daha güçlü, maddi ve manevi izleri bakımından çok çok daha bariz ve kaydî olarak kesindir.
İddia: Ağlama Duvarı, Yahudilerin ibadet yeridir.
Cevap: Değildir. Çünkü ne kadim Tevrat’ta ne de Talmud’da Ağlama Duvarı diye bir ibare, atıf, ima ya da işaret kesinlikle yer almamaktadır.
Ağlama Duvarı, Nebukadnezar ile Titus yıkımlarına mahsus acı hatıranın canlı tutulması maksadıyla, Yahudilerce M.S. 100’lü yıllarda icat edilmiştir. Üstelik bu icat, sadece bir hatırayı canlı tutmaya yönelik olması bakımından, Ağlama Duvarı’nı bir mescide dönüştürebilecek kadar güçlü bir karşılığa sahip de değildir.
Bugünkü Aslanlı Kapı’dan başlayıp, Kıyamet Kilisesi’nde son bulan Hristiyanların Via Dolorasa/Çile Yolu da aynı şekilde Hıristiyanlığın aslından değildir.
Memlüklerin (1250-1517) Kudüs’te başlattıkları yeni inşa çalışmaları nedeniyle kendilerine yakın gelecekte hiçbir kutsal alanın kalmayacağını düşünen Hristiyanlar, bundan duydukları telaşla Via Dolorosa’yı uydurmuş, Memlüklerin izniyle ve Çile Yolu nitelemesiyle onlar da yine bir hatırayı diri tutma kastıyla kullanmaya başlamışlardır.
İddia: Hz. Peygamber’in miraca çıktığı el-Aksa, Kudüs’te değildir.
Cevap: En fazla yayılmaya çalışılan bu iddianın ilk sahibi, Mustafa Öztürk’tür. Öztürk, Kur’ân-ı Kerim adlı meâlinde, İsra Suresi’nin birinci âyetinin dipnotunda, Vakıdî’nden hareketle bunu yazmış, Taberî’yi de tezine taraf göstermekle birlikte kendisini yalanlayacak şekilde bundan geri adım atmıştır.
Öztürk, Abdülmelik’in, Medine’de mukim olan Abdullah b. Zübeyr ile arasındaki siyasi rekabet nedeniyle Kudüs’ü, Kâbe’nin önüne geçirdiğine dair ikinci bir tez daha ileri sürmüştür.
Bu görüşün tek sahibi Şii tarihçi Ya’kubî’dir. İslâm tarihini İmâmiyye Şîası’nın bakış açısıyla anlatan Ya’kubî, Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ı, “Hz. Ali’nin hakkını gasp ettikleri” gerekçesiyle halife saymadığı gibi, hilafeti Emevîler’e de layık görmeyen bir sapıktır.
Buna göre, özlü olarak söylemek gerekirse, Öztürk’ün kılavuzu sadece bir kargadan ibarettir ve tezi de kendiliğinden geçersizdir.
Öztürk’ün İbn Teymiyye’yi bu teze dâhil etmesinin nedeni ise açıktır: O, İmam’ın şirk konusundaki hassasiyetini istismar etmiştir ki, biz bu istismarın bir boyutuna, Mekke’de Peygamberimizin ve sahabilerinin tüm izlerini silip, onu Las Vegas modeliyle inşa edenlerin sapkınlıklarından tanığız.
Ayrıca Öztürk’ün kendisi de malum, Almanya’nın, ajanları ve hainleri koruma programına sığınmıştır; Miracın yeri ile Kudüs’ün değeri konusunda uyandırmaya çalıştığı şüphe, oturduğu yeni kucağın bedeli olarak yorumlansa yeridir.
Miracın, Kudüs’te ve el-Aksa’nın içinde bulunan Hacer-i Müşerrefe’den başladığı ilgili hadislerle netlikle sabit olduğu gibi, İslâm tarihçileri ve müfessirler de bu hususta ittifak etmişlerdir.
Öztürk’ün tezine kaynak gösterdiği megazi yazarı Vakıdî h. 207, Kur’ân’ı ilk kez tüm âyetleriyle tefsir eden Mukâtil b. Süleymân ise 150 yılında vefat etmiştir. Mukâtil, el-Aksa’yı Beytülmakdis olarak tefsir ettiği halde, ondan 57 sene sonra vefat eden Vakıdî’nin başka bir yeri zikretmesi çok özel nedenlerden kaynaklanmış olmalıdır. Zira Taberî’nin (v. 310), Vakıdî’nin görüşünü, ondan hemen sonra tekrar düzeltmesi de bunu göstermektedir.