Küçük Suriye: İdlib

MUSTAFA KAYA- 02.09.2018

Küçük Suriye: İdlib

İdlib, Suriye´de gelinen durumun kırılma noktasına dönüştü. Bütün objektifler oraya çevrilmiş durumda. Rusya´nın ABD´nin kimyasal saldırı provokasyonu içinde olduğuna dair açıklaması, İdlib´i çok daha farklı boyutlara taşıdı. Peki, muhtemel İdlib operasyonu Türkiye için sadece bir mülteci akını sorunu olarak değerlendirilebilir mi? Kuşkusuz hayır! Böyle bir şey olursa Türkiye tabii ki etkilenir ama asıl sorun, Suriye meselesinin düğümü haline gelen İdlib´in bundan sonra ne olacağıdır. Türkiye için cevabı aranan en önemli soru budur. Zeytin Dalı Harekâtı ile birlikte Afrin´de kontrolü eline alan Türkiye, Afrin ve Lazkiye arasında çok önemli bir tampon bölge olan İdlib´in akıbetini doğal olarak yakından takip ediyor.

Bilindiği gibi Astana görüşmelerinde Türkiye, Rusya ve İran arasında mutabakat çerçevesinde İdlib çatışmazlık bölgesi ilan edilmişti. Tabii uzlaşmanın bütün tarafları tam anlamıyla memnun ettiği söylenemez. Ancak bu adım kısa vadede bir rahatlama da getirmişti.

 

Malum İdlib, rejime karşı olan muhaliflerin bir anlamda kalesine dönüştü. Suriye bu durumdan rahatsız ama Rusya ve İran´ın aldığı çatışmasızlık kararına karşı sesini bu zamana kadar yükseltemiyordu. Suriye son tahlilde İdlib´de kontrolü ele geçiremezse toprak bütünlüğünü sağlayamayacağını biliyor. O yüzden oraya operasyon hazırlığı yapıyor. ABD ise PYD/YPG üzerinden Suriye´de varlığını devam ettirmek gibi bir strateji güderken, İdlib gibi önemli bir yerde işin dışında kalmak istemiyor. Türkiye ise Rusya ve İran´a İdlib´de temkinli davranmayı, terörist gruplara karşı birlikte hareket etmeyi öneriyor.

Özellikle son günlerde ABD ve Türkiye arasında yaşanan krizin Suriye´deki bu gelişmelerden bağımsız olduğu söylenemez. Çünkü S-400´lerin Rusya´dan alınmasına ABD´nin yaptığı karşı açıklamalar, F-35´lerin Türkiye´ye verilmesinin engellenmesi gibi sorunları sadece Rahip Brunson ile açıklayamayız. Brunson belki de bardağı taşıran son bir damladır. Hepsi o kadar.

Diğer taraftan İdlib´de bu tartışmalar yaşanırken, ABD´nin Suriye´de YPG güçlerini korumak adına hava savunma sistemi kurduğuna dair haberler çıkmaya başladı. Aslında bu adımla ABD, 1991 sonrası Irak´ın kuzeyinde oluşturduğu gibi fiili duruma geçişi planlıyor. Bunun yanında hem Irak´ta hem de Suriye´nin kuzeyinde yeni üsler kurduğu şeklindeki bilgiler duyuyoruz. Bu adımların ABD´de ?Türkiye´ye bağımlı olmaktan kurtulma? şeklinde bir havaya dönüştürülmesi, Amerika´nın İncirlik´ten zaman içinde vazgeçebileceğini gösteriyor. Yani anlaşılacağı üzere ABD, bölgedeki planları açısından son aşamaya geldiğini düşünüyor.

 

Bununla birlikte ders kitaplarında iki yüzyıldan beri en büyük hedeflerinin sıcak denizlere inmek olduğunu okuttuğumuz Rusya, 1-8 Eylül arasında Akdeniz´de tatbikat yapacağını duyurdu. Bu sürede bölgenin gemiler ve uçuşlar için geçici olarak tehlikeli olacağını açıkladı. 

İdlib, Suriye, Afrin derken tam da bu noktada bazı sorular zihinlerimizi kemirip duruyor. Türkiye nasıl oldu da, vakti zamanında ABD´nin bu planlarını öngöremedi, Rusya´nın Akdeniz sevdasını unuttu, nasıl oldu da yanı başını fillerin tepiştiği bir alana çevirdi? İşte bunu idrak etmek mümkün değil. Bu soruların bugün sorulmasının, içinde bulunduğumuz sıkıntıların bertaraf edilmesine bir katkısı olmuyor ama insanda kalıcı bir iz bıraktığı da muhakkak.

Kendi vatandaşlarını katleden Suriye rejimine karşı ABD ile işbirliği yapıp yani yılanla aynı çuvala girip, o çuvaldan yara almadan çıkmak gibi bir hesabın eve de, çarşıya da, akla da, mantığa da uymadığını anlamak için bunca bedel ödedik, daha hangi bedelleri ödeyeceğimiz de meçhul. Abdullah Öcalan´ı yıllarca Şam´da koruyan Hafız Esad dönemi Suriye´sine, 1998 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş´in sınırda yaptığı bir konuşma yetmişti. Sonra köprünün altından çok sular aktı. Hava ılıman bir hal aldı. Umutlanmıştık. Ardından kuzu postuna bürünmüş kurt gibi Arap Baharı altında Büyük Ortadoğu Projesi tuzağına düştük. Bugün artık 1998´den sadece zaman değil pozisyon olarak da çok uzaklardayız.

Şimdi Suriye´ye çöreklenen hangi devlete hangi sözümüz etkili olacak da, bu girdaptan en az hasarla sıyrılabileceğiz? İşte geldiğimiz durumun en can alıcı noktası da burası.