Tarih: 20.12.2021 13:30

Kriz üzerine düşünceler

Facebook Twitter Linked-in

Süleyman Seyfi Öğün yazdı;

Biz Türkler dünyâyı “seçmeci yakınlıklar” üzerinden değerlendirmeyi itiyat hâline getirmişizdir. Aslında Türkiye içindeki konumumuz, dünyâ algımızı belirlemektedir. Türkiye’deki gelişmelerden rahatsızlık duyarak onu kötülemek isteyenler, işleri tıkırında bir dünyâ olduğunu, işleri berbat edenin Türkler olduğunu söyler dururlar. Denklem kısaca, iyi dünyâ-kötü Türkiye denklemidir. Onlar iyi, biz berbâdızdır.

Son ekonomik sıkıntıların bu denklemi yeniden kurduğunu rahatlıkla ifâde edebilirim. Muhalif tezlerin merâmı aşağı yukarı şu noktalarda toplanabilir: Dünyâ merkez bankaları, “ortak akıl istikâmetinde”, tekmil fâiz oranlarını yükseltirken, yâni Mersin’e giderken, biz fâizleri düşürerek tersine gitmekteyiz. Onlar kıymetlenen doları çekmek için ellerinden geleni yapmakta, biz ise kendi ayağımıza sıkarcasına bunun tersini yapmaktayız. Türk Lirası’nın değerini düşük tutarak, zâten kıymetlenen doları daha da kıymetlendirmiş oluyoruz. Bu da ağır bir enflasyon olarak geri dönecektir. Zâten siyâset “uygar dünyânın” husûmetini kazanan işler yaparak çizgi dışına çıkmış ve îtibâr kaybetmişken bir de aykırı ekonomik siyâsetlerle bunu perçinlemiş oluyoruz.

O hâlde sormak lazım; meselâ Türkiye fâizleri yükseltse, istenen oranlarda bir sermâyenin Türkiye’ye geleceğinin bir garantisi var mıdır? Gelse bile bunun ne kadarı yatırım ne kadarı spekülâtif amaçlı; gir-çık kabilinden olacaktır? Cevâp verelim: Ucuz kredilerle istenildiği kadar sermâye çekme devri çoktan kapandı. Türkiye fâiz oranlarını %25’e kadar arttırsa istenen sermâye girişinin sağlanabileceğinden hayli kuşkuluyum. Olduğunu farz edelim; belki günü idâre etmek, ödemeleri bir dereceye kadar rahatlatmak kabilinden bir faydası olur. Ama bu girişlerin sağlayacağı geçici rahatlamalar, ödeyeceğimiz bedeller ile mukayese edildiğinde solda sıfır kalacaktır. Yüksek fâiz oranları, belki görece bir çekim tesiri doğuracak; lakin Türkiye’yi daha yüksek oranlar üzerinden borçlu kılacak; orta ve uzun vâdede varlıklarını kaybetmek gibi daha ağır bir noktaya sürükleyecektir.

Türkiye’deki kamu otoritelerinin aldığı karar, esasta doğru, ama zamanlaması îtibârıyla gecikmiş olduğunu düşündüğüm bir karardır. Buna ilâveten, tek başına bırakılmaması, tarımdan sektörel odaklanmalara, enerjiden eğitime kadar ciddî yapısal dönüşümlerle desteklenmesi gerekmektedir. Bunu zamân gösterecek. Değilse, eğer tek başına bir finansal operasyon olarak kalırsa beklenen neticeleri elde edemeyeceğizdir.

Mesele dolar çekmek gibi basit bir beklentinin dışına, üzerine çıkmak zorunda. Bugün Türkiye’de yaşanan kriz, küresel olarak yaşanan sistemik bir krizin yansımasıdır. Bu kriz, esâsen, yanılsamalı olarak peşine düştüğümüz doların krizidir. 2019’da ABD başta olmak üzere başlayan dünyâ bankaları düzlemindeki repo piyasasında kendisini gösterdi. Pandemi buna tuz biber oldu. Aslında 2019 krizi, 2008 krizinin devâmı niteliğindedir. Yâni 2008 krizi sona ermiş değildi. Geçici olarak bir pansuman tedavisine alınmış, 2019’daki repo krizi ile daha da ağırlaşarak yüzeye vurmuştu. Pansuman tedâvisi, başta akıl almaz oranlarda basılan dolar ve buna paralel diğer parasal piyasalara, batan şirketlere kaydırıldı. Çin burada kritik bir rol oynadı. Urban Economics denilen ve ağırlıklı olarak dünyâda hemen her sektörde talebi canlandıran ölü, müteahhitlik yatırımlarına, turizm başta olmak üzere, kırılgan hizmetler sektörüne yöneldi. Hâsılı basılan paralar ekonomik değer üreten bir dönüşüme aktarılamadı. Düşük sermâye ve emek verimliliği oranları üzerinden yaşanan ekonomik canlanma sahte ve geçiciydi. 2008 mortgage krizi konut sektöründe patlamıştı. Gelin görün ki, zehri zehirle tedâvi etmek kabilinden, 2008 sonrası yapılan yatırımların karakteri hâlâ benzerdi. Bugün Çin’de yaşanan evergrande krizi bu akıl dışı tabloyu acı acı düşündürüyor. Aşırı, hattâ sınırsız dolar basımının dolardan soğumayla neticelenmesi beklenirken neden tersi oluyor? Bunun yegâne tetikleyicisi, onun başta enerji fiyatlandırmalarında ve ödemelerinde dünyâ rezerv parası olmasıyla alâkalıdır. İki şey doları “kıymetlendiriyor”. İlki ödemelerin sıkıştırmasıdır. Diğeri ise uğradığı güven kaybı sebebiyle, repo krizinde olduğu üzere dolaşımının aksaması, yâni finansal tedarik zincirlerinin yer yer kırılmasıdır. Yâni doları kıymetlendiren dinamikler ya dönemsel veyâ bizzat onun krizinden kaynaklanıyor. Onun için, Almanya, ABD gibi ekonomilerde şu aralar şaşırtıcı oranlarda yaşanan ve son etapta hiper enflasyona dönüşmesi mukadder olan enflasyonlara dikkât etmek gerekiyor. Yâni doların kıymetlenmiş gözükmesi aslında geçici ve yanıltıcı. Gidişât doların pul olmasına doğru. Şu aralar belirleyici olan doların kıymet kazanmasından çok, altın ve bitcoin gibi sınırlı varlıklar dünyâsındaki önlenemez yükselişler. Bakmayınız FED’in fâiz yükseltmesine, varlık alımlarını kısıtlamasına. Er geç yeniden QI’ye dönecekler ve el birliği ile, patlayıncaya kadar doları şişirecekler.

Türkiye’nin, plânlarını hazırlayıp izlemesi gereken esas işler, doları nasıl çekeriz gibi basit bir hedefe sâhip olanlar değil, tam aksine onun sonlandığı yerde bizi hazırlıklı ve diri kılacak işler. Biz söylemiş olalım…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —