Geçenlerde İK şirketinin organize ettiği asistan alımı görüşmeleri için yaptığımız toplantılarda, müzik ve roman alanında başarıları olan bir gençle görüşmüş ve beğenmiştim. Genç, İK yöneticisine o gün çok heyecanlı olduğunu ve bizimle çalışmak istediğini söylerken, ertesi gün ne gördü veya duyduysa vazgeçtiğini söylemiş. İK sorumlusuna bunun nedenini sorduğumda, bana Ekşi Sözlük’ten bir satırla cevap verdi: “Siz Atatürkçü değilmişsiniz.” Atatürk ile ilişkimi sembollerle göstermem gerektiğini düşündüğünü ifade etti.
“Kriz dönemlerinde Atatürk’ü anmak”
Yıllardır yazılı ve görsel eserler vermeye çalışan bir insan olarak, hakkımdaki yargının bir Ekşi Sözlük notuna bağlanması veya sembol kullanma zorunluluğumun hatırlatılması, böyle bir yazıyı kaleme almama vesile oldu. Yazının başlığının yanlış anlaşılmaya neden olabileceğini tahmin etmeme rağmen başta, “Hangi Atatürk?” yerine “Ben Atatürkçü Değilim” başlığını tercih ettim. Sonradan da dostlarım bana, “Senin Nadir Nadi kadar karşı mahallede kredin yok, başlığa bakıp geçerler” diye de ikaz ettiler. Sonra her türlü riske karşı başlığı “Ben Atatürkçü değil miyim”e çevirdim. Bir gün sonra düşündüm adalet ve vicdanın kitlelerce tartışıldığı bu ortamda en makul başlık “Kriz dönemlerinde Atatürk’ü anmak” olur dedim.
Yıllar önce Cumhuriyet gazetesinin kurucusu ve Atatürk’ün istişare ekibinden Yunus Nadi’nin oğlu, Atatürk ilkeleri üzerine de kitap yazan gazeteci Nadir Nadi, 12 Eylül yönetiminin ideolojik yaklaşımına eleştiri niteliğinde bir kitap yazmıştı. Yayıncı Nurer Uğurlu, kitap için bu ismi, Nadir Nadi’nin 1965 yılında Cumhuriyet’te yayınlanan “Ben Atatürkçü Değilim” başlıklı makalesine atfen önermişti ve Nadir Nadi de bu ismi kabul etmişti.
Farklı sosyal dinamikler
Nurer Uğurlu daha sonra kitap hakkında şöyle demişti:
“Kitap 1981 yılının sonbaharında, askeri dikta yönetimi bütün ağırlığını, acımasızlığını sürdürürken çıktı ve büyük ilgi gördü, yayın dünyasında olay oldu. Her gün, her saat, her konuşmasında ‘Atatürk’ adını dilinden düşürmeyen darbe lideri Kenan Evren bile, ‘her taşın altından Atatürk çıkıyor!’ diyerek Nadir Nadi’nin bu kitabına gönderme yapmak gereğini duymuştu.”
Bugünkü Türkiye’de her taşın altından Atatürk’ün çıktığı değil ama gizli bir Atatürk düşmanlığının çıktığına dair kaygı taşıyan, ülkede belirleyici ve nitelikli bir toplumsal kesim var. Bu konuda pek haksız da sayılmazlar.

Atatürkçülük veya tartışmasız Atatürk sevgisine baktığımızda farklı sosyal dinamikler görebilmekteyiz. Öncelikle, Atatürk’ün bir milleti ya da devleti “bitti” denilen yerden başlatıp toparlayan liderliği, düzeni kurması, toplum açısından temel bir güven unsurudur. Toplum veya ülkenin büyük grup kimliği bu birlik, özgüven ve temel güveni bulabileceği başka bir lider, düzen ve fikir gelmedikçe, tüm iç ve dış tehditlere karşı onun hatırasının önceliğini hep rehber edinecektir.
Atatürk denilince ülkenin seküler kesimi, özellikle kadınlar, kazanılmış bir yaşam tarzı güvencesinin garantisini hissetmektedir. Makul mahalleli, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı liderliğine özel saygı duymaktadır. Liberal aydınlarımız ise Atatürk’ün ihtilal hukuku ve yol arkadaşlarına ilişkin tutumunu haklı olarak eleştirirler. Askerler içinse Atatürk, kararlılığı ve başarıları ile tartışılmaz, kalıcı bir modeldir.
“Yaşasaydı bize katılırdı” metaforu
Ülkede din, bayrak ne kadar tartışılmazsa, popüler düzeyde Atatürk de o kadar tartışılmazdır. Bu manada, 12 Eylül yönetiminden AK Parti yönetimi dönemine kadar Atatürk sembolleri, siyaset ve iş dünyası açısından bir bakıma muhtemel devlet öfkesine karşı koruyucu bir sembol olarak kullanıldı. Mahalleli esnaf ve zengin tüccar ise Atatürk resimlerini asmayarak veya en kötü koşullarda kalpaklı-dualı resimlerini asarak durumu idare etmeye çalıştılar. Mahalleli zor durumda kaldığında eski sisteme karşı kötülük kovucu olarak en fazla “Atatürk yaşasaydı bize katılırdı” metaforunu kullandı.
Toplumun vasatı seküler-dindar kesim için ise Atatürk’ün modern resimleri, daha çok hatırasına saygı duyulmak veya onun ilkelerine sahipliği göstermek için ofislerde, evlerde bulundurulmuştur. Bu manada insanımız Gazi’nin “Nutuk” kitabını genelde okumaz ama kütüphane veya masasında açık bir yere koymayı da tercih eder.
Osmanlılar döneminde halk, adaletsizliğe veya yönetim sorunlarına karşı “şeriat isteriz” diye slogan atardı. Burada şeriat, IŞİD hukuku anlamında değil, devletin olması gereken hukuk düzeni anlamında kullanılıyordu. Bugünün Türkiye’sinde protestolardaki Atatürk sembolleri, ironik bir yaklaşımla benzer anlamı bizlere yansıtmaktadır.
Kemalizm ne kadar Atatürk’ün hayatı?
Ülkede sağ radikaller gibi kendilerini radikal Kemalist olarak tanımlayan, esnek alanları olmayan, uzlaşmadan ve sevgiden uzak bir kesimi de bu tartışmalardan uzak tutmak gerekir. Bir TV programında Atatürk’ü ABD kurucu babası George Washington ile ilişkilendirmem bile tepki çekmişti. İlber Ortaylı’nın Atatürk’ün Osmanlı paşası olduğu ve modernleşmesinin taşıyıcısı olduğunu içselleştirenler aynı içeriği bizlerin taşımasını bile hazmedememekteler. Atatürk’ü bu kesim kendi anladıkları kalıplarla sevmeyi tartışılmaz kabul etmekteler. Atatürk’ü sevmeye, Atatürkçülüğe veya Kemalist ideolojiye bağlılığa mecbur olmak, iç içe geçmiş ama bazen de ayrı hususlardır. Hele bu tasnife girmeyenleri indirgemeci bir yaklaşımla “Atatürk düşmanı” nitelemek doğru ve şık değildir.
Kemalizm’in ne kadar Atatürk’ün hayatı ile ilgili olduğu, ne kadar İnönü-Menderes iktidar çelişkisinin ürünü olduğu hâlâ tartışmalıdır. Ama hangi ideoloji olursa olsun, ideolojilerin insanın hakikat arayışına sınır koyduğunun bilinciyle, Kemalist ideolojiyi hiç benimseyemedim. Ancak ülkeye Kemalizm’in bugünkü yan etkileri kadar kaçınılmaz faydalarını da savundum. Bu saatten sonra Kemalizm’in deneyimlerinden faydalanacağımız, neo değil post bir Kemalizm dönemine ihtiyaç olduğu görülmektedir. Bunu Kemalizm ve Erdoğanizm tartışmalarının dışında düşünmekteyim.
Sıkça ifade ettiğim gibi, merhum Atatürk’ü, sorunlarıyla birlikte Osmanlı modernleşmesinin devamının uygulayıcısı kurucu lider olarak görmekteyim. Osmanlı modernleşmesinin aceleciliği, hiyerarşisi ve felsefi geçiş altyapısının inşa edilememiş olması, Cumhuriyet devrimlerine tabii ki yansımıştır.
Atatürk ve idealist kuşağı, Balkan ve Anadolu’nun taşra çocuklarıydı. II. Abdülhamit, aristokrat ailelerin çocuklarıyla Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiyeyi doldurmaktan vazgeçmiş, kapılarını bu gençlere açmıştır. Bu gençlerin saray ve aristokrasi geleneğinden gelmemeleri, bu iki kurumu devrimlere ortak edememeleri, reformların halk tarafından benimsenmesini zorlaştırmıştır. Bu ayrı bir tartışmanın konusudur. Ayrıca, Atatürk gibi birisinin tarihimizin kırılma noktasında Enver gibi romantik bir idealist yerine, rasyonalizmiyle tarih sahnesinde yer alması, bu ülke için bir şans olduğunu da tekrar hatırlamamız gerekmektedir.
Bugün Atatürk’ün dinin siyasette kullanılması ve mevcut durumuna ilişkin öngörüleri, mahalleli tarihçilerin eleştirilerine karşın ne yazık ki hep haklı çıkmaktadır. Bu durum, kutuplaştırılan, mağdur hisseden ve bu sebeple fanatikleşen bir kitlenin “Gel de bizi kurtar” serzenişlerine sebep olmuştur.
Adalet ve vicdan krizi dönemlerinde Atatürk özlemi
Özellikle Ergenekon ve İmamoğlu davaları sonunda toplumsal öfke ve kriz ortamlarında Atatürk bugün burada olsaydı bunlar yapılamazdı şeklinde tecelli etmiştir. Bu anlamda özellikle hele böyle kriz ortamlarında İslamcı ve liberal mahalle dışında Atatürk’ü dünya tarihinde ulus inşa eden herhangi bir kurucu lider ile mukayese etmeniz veya bilimsel-makul değerlendirmeniz bile yiyebileceğiniz bir linçin vesilesi olabilmektedir.
Bizim gibilere ise kriz dönemi psikolojisiyle muhtemelen bir kesim “siz bıyıklı liberal İslamcı abiler Atatürk’ü överken bile küçümsüyorlar bu bizden kaçmaz bizim öfkemiz ebedidir” diyebileceklerdir. Ancak bu kesime sormak isterim bizim kritiğimiz “Atatürk bugün yaşasaydı Milli görüşçü olurdu” değişinden daha içten değil midir?
Asker ve reformist Atatürk’e bir ülke olarak minnet ve vefa duymak bir zorunluluktur. Ancak Atatürk’ü ve dönemini eleştirel düşünceden ayrıcalıklı tutmak, aydın ve entelektüeller için hiç de zorunluluk değildir.
Adalet ve vicdan krizi dönemlerinde Atatürk özleminin artması sadece bir kesimin değil makulün duyarlılığıdır. Kriz esnasında Atatürk özleminin bir önyargı genellemesi ile makule nefret ve linçe dönüşmesi konusunda artık ders alınması gerekmektedir.
Kaynak: medyascope