İktidar yanlısı gazetelerin dün manşete çıkardıkları haber, kredili ev satışlarının yüzde bin artmış olduğu haberi idi. Devlet bankalarının konut kredilerinde faiz oranlarını düşürmüş olmalarının emlak piyasasını canlandığı günlerden beri sıkça gündeme geliyordu. Ancak bunun yanında bir başka husus daha gündeme geliyordu. O da konut kredilerinde faiz oranlarının düşürülmüş olması ile birlikte konut fiyatlarının birden bire arttığı gerçeği idi. Bu konuda yapılan açıklamalarda konut kredilerinde faizlerin düşmesinin ardından konut fiyatlarının yüzde 20-30 artmış olduğu idi ve bu açıklamayı yapanlar da konut piyasasının içindeki insanlardı. Yani işleri konut pazarlamak olanlar. Kredi faizlerinin düşürülmesi ile dar gelirlilerin ev sahibi olmalarının sağlanması, konut stoklarının eritilmesini öngörüyordu. Ancak, faizlerin düşmesi ile birlikte faizlerdeki düşen oranların üzerinde konut fiyatlarının artması dar gelirlilerin ev sahibi olmalarına ciddi bir katkısı olmadı. Buna rağmen görünen o ki, birikmiş olan konut stokları büyük oranda eridi.
Medyaya yansıyan haberlerde kısa süre içinde yüz binlerce insanın kredi alarak ev sahibi olduklarının altı çiziliyordu. Buraya kadar olan hususta işin iyi tarafı ile kötü tarafının at başı gittiğini söylemek mümkün. Ancak, aynı dünkü gazetelerde döviz ve altında yükseliş, “Piyasalarda tsunami” ya da “Rekor dayanmıyor” başlığı altında yer alan haberlerde, şu hususa dikkat çekiliyor; ‘Altın, ABD Doları ve Euro tüm zamanların rekorlarını alt üst ederken uygulanan hatalı ekonomik politikaların bedelini vatandaşın ödediği’ hatırlatılıyordu. Mesele bununla da bitmiyor, “Altın ve döviz zirveye koşarken dar gelirli kaybediyor, asgari ücretli 3 çeyrek altın kaybetti” başlığı altında yer alan haberde özellikle dar ve sabit gelirliler için hayatın giderek daha da zorlaştığına vurgu yapılıyordu. Çünkü dolar ve altın zirveye koşarken adeta ilan edilmemiş devalüasyona uğrayan TL dar gelirlinin maaşını eritiyor. 2003’te maaşı ile 5,7 çeyrek altın alabilen asgari ücretlinin artık sadece 2,7 çeyrek altın alabildiği hatırlatılıyordu.
Kısacası, dar ve sabit gelirlilerin alım gücü sürekli zayıflıyor, böyle olunca da düşük faizli kredi ile ev sahibi olmak düşüncesiyle bankalara koşanlar gelirlerindeki bu erime karşısında bir süre sonra kredi taksitlerini ödeyemez duruma düşerlerse ne olur? Doğrusu işin bu boyutunu düşünmek bile istemiyorum. Çünkü kredi borçluları açısından büyük bir hayal kırıklığı yaşanırken ekonomide de işler çok daha kötüye gitmiş olacaktır. Çünkü kredi demek borç demektir. Sadece ev, araba ya da tatil yapmak için alınan krediler değil, kredi kartları ile yapılan harcamalar da borç stokunun artması anlamına geliyor. Kısacası toplumun tüm kesimleri hayatlarını borçlanarak sürdürüyorlar. Bir gün gelir de alınan borçların taksitleri ödenemez duruma gelirse hiç temenni etmem ama siz seyredin o zaman toplumdaki feryadı.
Herkesin bildiği bir Nasreddin Hoca fıkrası vardır… Hoca eşeğini kaybetmiş, tüm köy halkı da Hoca ile birlikte eşeği aramaya çıkmışlar. Bir türlü bulamamışlar. Aramalar devam ederken köylüler Hoca’nın bir ağacın gölgesinde dinlenmekte olduğunu görürler ve şaşkınlıkla, “Hocam eşeği bulmuş gibi dinlenmeye çekilmişsin” derler. Hoca’nın cevabı, “Bir ümidim de şu dağın arkasında. Orada da bulamazsam siz bendeki vaveylayı o zaman görün” karşılığını verir.
Dileriz ekonomideki ve özellikle de döviz ve altındaki bu yükseliş devam etmez de normal hayata döneriz. Aksi halde hep birlikte sıkıntıya düşeceğiz. Öyle bir durumda zenginler de bundan zarar görürler… Elbette birkaç vurguncu hariç.