Kraliçe Ankara’da 60 dakika ne yapmıştı?

Yıldıray Oğur Yazdı;

Kraliçe Ankara’da 60 dakika ne yapmıştı?

96 yaşında hayatını kaybeden Kraliçe 2. Elizabeth’in ardından hayatıyla ilgili bütün ayrıntılar yeniden hatırlanıyor.

Anlatılan hatıralar dünyayı aslında Kraliçe’nin yönettiği tezlerini pek desteklemiyor.

Daha çok bir imparatorluğun bir ada devletine doğru çekilmesine sessizce ve nazikçe refakat etmiş, bu sırada ailesi dışında etliye sütlüye de pek karışmamış bir profil beliriyor.

Zaten özel eğitiminde gereksiz hiçbir bilginin öğretilmediği Kraliçe’nin muhtemelen uluslararası ilişkiler hakkındaki bilgisi atlar hakkındaki bilgisinden de azdı.

Fakat İngiltere eski Başbakan’ı Therasa May’ın Avam Kamerası’ındaki anmada söylediği gibi Kraliçe dünyadaki pek çok liderle bizzat tanışmıştı, bazılarının babalarını da tanıyordu.

1952 ile 2022 yılları arasında 70 yıl hüküm sürmüş

Kraliçe, dünyada en çok seyahat etmiş lider unvanına da sahipti.

Bu 70 yılda tam 300 resmi ülke ziyareti yapmıştı.

Bu ziyaretler sırasında üç kez de Türkiye’ye gelmişti.

Geçen hafta Türkiye medyasında sık sık o ziyaretler hatırlatıldı:

1961, 1971 ve 2008…

Aslında bu üç tarihin dikkatlerden kaçan bir ortak özelliği var.

Bunu görmek için ziyaret tarihlerini daha açık yazmak yeterli:

6 Mart 1961,18–25 Ekim 1971 ve 13–16 May 2008

Yani 27 Mayıs darbesinden on ay sonra, 12 Mart muhtırasından yedi ay sonra ve AK Parti kapatma davasından iki ay sonra…

Komplo teorisyenlerinin bu dikkat çekici tesadüfü atlaması çok şaşırtıcı.

Şimdi komplo teorisyenlerini üzebiliriz.

Çünkü aslında Kraliçe Türkiye’ye üç değil iki resmi ziyaret yaptı.

1971 ve 2008’de.

Bu iki ziyaretin de programları bir yıl öncesinden belliydi.

Yani muhtıradan ve kapatma davasından önce ziyaretler planlanmıştı.

Ama ziyaretlerde verdiği kısıtlı sayıdaki siyasi mesajda Kraliçe mevcut iktidarlara istedikleri desteği vermekten çekinmemişti.

Siyaseten zamanlaması manidar bulunabilecek esas ziyaret ise 1961’deki ilk ziyaretti.

Aslında günü birlik bu ziyarete, “geçerken uğradı” demek daha doğru.

Çünkü aslında Kraliçe’nin resmi gezi programında Türkiye ziyareti görünmüyordu.

Programa göre Kraliçe sırasıyla Nepal, İran’ı ziyaret edecekti.

Programa uygun olarak İran’da Şah ile birlikte ülkenin kuruluş şenliklerine katılmış, dört günlük ziyaretinin sonunda uçağı Londra dönüşü Esenboğa Havalimanı’na inmişti.

Türkiye’nin darbe sonrası zor günler geçirdiği günlerdi.

Bayar, Menderes ve DP’liler Yassıada’da yargılanmaya devam ediyordu.

Türkiye’de bazı kesimlerin tekrarlanmaktan hoşlandığı klişedeki gibi DP NATO’cu, Kemalist askerler anti-emperyalist değildi.

Darbenin kansız olması, Türkeş’in okuduğu ilk bildiriden itibaren verilen NATO-CENTO’ya bağlılık güvenceleri ile darbe ilk andan itibaren Batı’dan destek almıştı.

Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi Fletcher Warren, darbenin hemen ertesi günü Cemal Gürsel ile görüşmüş, 30 Mayıs günü ABD yeni yönetimi tanımıştı.

ABD’yi aynı gün İngiltere izledi.

Ama İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Bernard Burrows’un Londra’dan farklı bir hassasiyeti vardı.

Daha sonra Türkiye’nin AB üyeliği için büyük destek verecek, Ankara’da İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nde yöneticilik yapacak,

1997’de eşini kaybettiğinde vefa olarak anısına Kuğulu Park’a ağaç dikilecek Türk dostu büyükelçi, görev süresi boyunca Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Zorlu ile yakın bir dostluk kurmuştu.

Bu dostluk Menderes’in İngiltere’de kurtulduğu uçak kazası sonrası artmıştı.

Büyükelçi Burrows, darbeden dört gün sonra 31 Mayıs günü Cemal Gürsel tarafından kabul edildi.

Büyükelçi, Gürsel’e Londra’dan gelen “İngiltere Türkiye’nin iç işlerine müdahale etme niyetini taşımıyor ve bunun gayet yersiz olacağının bilincinde” mesajını verdi “yeni hükümetin dış politikasının temelde aynı çizgide devam edeceğini öğrenmekten memnun olduğunu vurguladı” ama “Bağdat Paktı, Kıbrıs gibi meselelerde gerçek bir dost ve müttefik ve Türkiye’nin İngiltere ile ittifakını desteklemede Türk ulusunun değerli bir sözcüsü olarak hareket eden Menderes ve Zorlu’nun sağlık ve güvenliği konusunda güvence verilmesi gerektiğini” de söyledi ve Dışişleri Bakanı Selwyn Lloyd’un eski bakanların geleceği konusuna şahsi alaka gösterdiğini hatırlattı.

Gürsel ise “İngiliz yetkililerin daha önce bu derece yakın işbirliği yaptıkları kişilere karşı insancıl duygular beslemelerinin çok doğal olduğunu ve onların bu konudaki fikirlerini tamamen takdir ile karşıladığını belirtti. Kendisinin eski yöneticilere karşı hiçbir şahsi düşmanlık duygusu taşımadığının altını çizmek istedi. Belli kişilere karşı tavır almak isteği ile değil, fakat sadece kendi görevi olduğu düşüncesiyle girişimde bulunduğunu” ifade etti.

Ama darbe hükümeti dış politikada her konuda Batı ile uyumlu bir çizgi izleyince Büyükelçi Burrows’a Londra’dan Türkiye’nin içişlerine karışmaması yolunda uyarılar gelmeye başladı.

Haziran ayında İngiliz Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ross, Ankara Büyükelçiliği’ne gönderdiği telgrafta Londra’nın pragmatik yaklaşımını şöyle özetlemişti:

“İngiliz tarafı, Türk yetkililerden her şeyi seçim sandığı hevesine bırakmalarını bekleyemez ve bu Türklerle Türkiye’nin diğer müttefikleri için kötü bir şey olmayabilir. …genel olarak Atatürk döneminin ruhuna dönülmesine kararlı sıkı, bir otoritenin (ordu) Türkiye’yi yönetmesi gerekir.”

Ama Yassıada Mahkemeleri komedisi dünyayı rahatsız etmeye başlamıştı.

Endişe bu hukuksuz yargılamaların idamlarla bitmesiydi.

Bu süreçte Türkiye’deki darbeci yönetim sık sık Batılı liderler tarafından uyarılmaya başlandı.

ABD Başkanı Kennedy, Fransa lideri De Gaulle bizzat ve elçileri aracılığıyla endişelerini Ankara’ya bildirdi.

İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Bernard Burrows da idamların gelmekte olduğunu görüyor ve Londra’yı daha fazla bastırması için uyarıyordu.

Burrows’un Ankara’da beklenmedik bir müttefiki vardı:

Darbeci hükümetin Dışişleri Bakanı Selim Sarper.

Sarper, CHP yıllarında Moskova Büyükelçiliği yaparken, Stalin’in toprak talep ettiği ve bunu deşifre eden diplomattı. Yıldızı DP iktidarı döneminde de üst düzey görevlerde parlamıştı.

Batı ile ilişkilerin değerinin farkındaydı. Aynı zamanda Menderes ve eski patronu dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya karşı saygı ve sevgi besliyordu.

Dışişleri Bakanı Sarper, Ankara’da yabancı diplomatlarla yaptığı bir toplantıda Gürsel’in de idamlara karşı olduğunu ama Batı’dan gelecek açık uyarıların Gürsel’i rahatsız edeceğini söylemişti:

Toplantıda bulunan İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın Güney Dairesi başkanı Sarell, Sarper’in tavsiyelerini şöyle not almıştı:

“(Türk hükümeti ile yapılacak herhangi bir) Yazışmada ölüm cezası konusu gündeme getirilmemelidir, çünkü bu şahsen idamlara karşı olduğunu kesin bir dille ifade eden Gürsel’i sadece üzer ve rahatsız eder. O, Sarper’e bundan öteye bir şey sormayacağını belirterek ölüm cezalarından herhangi birinin ifa edilmesi durumunda istifa etmeye karar verip vermediğini sordu… Sarper ölüm cezası verilmesi ihtimalinin yüzde elli olduğunu ve ölüm cezası verilmesi halinde 80/20 ihtimalle cezanın uygulanmayacağını tahmin etti.”

Burrows da bir telgrafta açık müdahalenin zararını anlatmıştı:

“Türkler, çıkarcı bir tarzda ekonomik kaygıların gündeme getirilmesine karşı şereflerini savunmaktan hoşlanılacak kadar doğulu bir zihniyete sahiptir. Medeni bir millet olarak onların prestijine hitap etmek daha başarılı olabilir.”

Fakat, Selim Sarper, daha sonraki görüşmelerinde İngiliz muhataplarına ordu içinde idamları isteyen Silahlı Kuvvetler Birliği adlı cuntanın Gürsel’e baskı yaptığını da söylemişti.

Yassıada Mahkemeleri karara doğru giderken 3 Mart 1961 günü Sarper, büyükelçi Burrows’a bir öneride bulundu:

“3 Mart 1961’deTürk Dışişleri Bakanı’ndan çok kuvvetli bir ipucu edindim. Sarper, eski Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğerlerinin Yassıada’daki yargılaması sonucunda ölüm cezasına çarptırılır ve bu ceza infaz edilirse bunun yurt dışında neden olacağı olumsuz imaj hakkında Kraliçe’nin 6 Mart’ta Ankara’ya yapacağı ziyarette Gürsel’le görüştüğü zaman şahsen bir şeyler söylemesinin çok faydalı olabileceğinin altını çizdi. Kraliçe’nin bu tür bir meseleyi gündeme getirmesinin çok sıra dışı bir şey olacağını düşündüğünü, fakat kendisinin Sir H. Miller’a bu konuda şahsi bir mesaj göndereceğimi söyledim. Sarper, böyle bir teklifi kendisinin getirdiğinin bilinmemesinin şahsı açısından hayati öneme sahip olduğunu vurguladı.”

Burrows’un Londra’ya gönderdiği telgraftan böyle bir buluşmanın Gürsel’in de elini rahatlatacağı ve onun tarafından da istendiği anlaşılıyor:

“Başka bir devlet başkanı tarafından (idamlar konusuna ilişkin görüşleri ifade eden) bir açıklamanın General Gürsel’e iletilmesi her şeyden daha etkili olabilir ve ölüm cezalarının hafifletilmesini sağlayacak bir kararın alınması çabasında onu güçlendirebilir. (Sarper), General Gürsel’in bu tarz bir görüşmeyi mümkün kılmayı umuyor ya da istiyor olabileceği izlenimini bile verdi, çünkü Gürsel gizli bir konuşmanın yapılabilmesi için havaalanındaki resepsiyon odasında bulunacak kişilerin sayısının sınırlı tutulması (Kraliçe, Edinburgh Dükü [Kraliçe’nin kocası Prens Philip], Sayın Sarper ve siz) isteğini kendisine bildirdiğini söyledi.”

6 Mart 1961 günü Kraliçe’nin uçağı Tahran’dan Londra giderken saat: 14.47’de Esenboğa Havalimanı’na indi.

Darbeden sonra Ankara’ya gelen ilk devlet başkanıydı Kraliçe. Aynı zamanda 1936’da İstanbul’da Atatürk ile buluşan Kral VIII. Edward’ın uğramadığı Ankara’ya ilk gelen İngiliz kral-kraliçesi olmuştu.

Ama gazetecilerin görüntü alması için bile gerekli hazırlıkların yapılmadığı hızlı bir ziyaretti bu.

ke.jpg

Cemal Gürsel tarafından karşılanan Kraliçe için yirmi bir pare top atışı yapıldı, iki ülkenin milli marşları çalındı ve Kraliçe tören kıtasını “merhaba asker” diyerek selamladı.

Sonra Kraliçe, havaalanının şeref salonuna geçti. Görüşmeye Cemal Gürsel, eşi Edinburg Dükü Prens Philip ve Dışişleri Bakanı Selim Sarper ve İngiltere Dışişleri Bakanı katıldı.

40 dakika süren görüşmede Kraliçe hiçbir ayrıntıya girmeden Gürsel’e Türkiye’nin siyasal durumunu sordu.

Gürsel yine İngiliz telgraflarına göre şöyle cevap verdi:

“Hukuk kuralları yerine getirilirken müdahale yapılamazdı. Savunma avukatları iyiydiler ve yargıçlar Türkiye’nin en iyileriydiler. Mesele onların vicdanına bırakılmalıydı. Fakat karar bizzat kendisinin ve MBK’nın değerlendirmesine bağlıydı. Gerekirse ve doğru olursa ancak o zaman özel aftan yana müdahalede bulunma fırsatı olacaktı. Mahkemenin sonucunu kuşkusuz öngöremiyordu ama hükümetinin kansız bir devrim yaptığını söylüyordu, kansız devam ettirmek istiyorlardı”

Telgraftan görüşmede daha açık sözlü olanın Prens Philip olduğu anlaşılıyor.

Prens Philip, Gürsel’e “Türkiye’nin yurt dışındaki birçok dostunun özel affı belirtecek bir kararı kuşkusuz iyi karşılayacağını” söylemişti.

Görüşmede Rusya konusu da açıldı. Bu ülke konusunda en tecrübeli isim olan eski Moskova Büyükelçisi Sarper bir Türk atasözünü hatırlatarak şöyle dedi:

“Ruslarla yemek yiyenin kaşığı uzun olmalıdır. Türkiye ile ilgili olarak Ruslar kur yapmak ile suiistimal etmek arasında değişik teklifler sunmaktadır. Türkiye’ye ekonomik olarak çok cazip şartlarda ticaret önerileri yapıldı fakat Türkiye bu tür ilişkilere girmekten kaçındı”

Görüşmeyle ilgili İngiliz Dışişleri Bakanı telgrafında Gürsel’in sağlık durumunun kötü göründüğünü, söylediklerini yapmaya ömrünün yetmeyebileceğini yazmıştı.

Görüşmenin ardından Kraliçe ve beraberindekiler hemen uçaklarına döndüler ve Londra’ya devam ettiler.

Ziyaret toplamda bir saat kadar sürmüştü.

Gürsel, Kraliçe’nin ardından gazetecilere “mükemmel bir insan, fevkalade zarif bir bayan” dedi.

Ne konuştuklarını soran bir gazeteciye ise “Gazeteleri enterese edecek hiç birşey konuşulmadı” diye kaçamak bir cevap verdi.

İdamları engellemek için Gürsel’e daha sonra İngiltere Başbakanı’ndan, ABD Başkanı Kennedy’den mesaj ve mektuplar geldi.

Son anda İsmet İnönü’nün devreye girmesi bile işe yaramadı.

Yaşlı ve yorgun Gürsel, genç ve ateşli subaylara sözünü geçiremedi.

Kraliçe’nin göreceği bir sonraki Türk lider 1967 yılında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay oldu.

Sunay, Kraliçe tarafından ağırlanan ilk Türk Cumhurbaşkanı’ydı.

İngiliz gazeteleri ise Sunay’ın ziyareti için şöyle başlıklar atmışlardı:

“Kraliçe bir İngiliz savaş esirini kabul edecek”

Çünkü Sunay, Birinci Dünya Savaşı’nda harp okulundan mezun genç bir zabıt namzeti olarak Filistin Cephesi’nde İngiliz ordularına karşı savaşmış, 1918’de Kudüs civarında savaşta yaralanmış ve müftü olan babasıyla birlikte İngiliz ordusuna esir düşmüştü. Bir yıl kaldığı Kahire’deki esir kampından 1919’un sonunda kaçmayı başarmıştı.

Kraliçe, bu ziyaretin iade-i ziyaretini dört yıl sonra Türkiye’de askerler yine yönetime el koyduğu bir sırada yaptı. Ziyaret darbeden önce planlanmıştı.

Kraliçe, Türkiye’yi ziyaret ederken darbe sonrası tutuklamalar, yargılamalar devam ediyordu.

Kraliçe ve Prens Philip ziyaret sırasında yine siyasete girmemiş, sadece anarşiye karşı istikrar mesajları vermişlerdi.

Anıtkabir’i ziyaretinde “Atatürk’ün bu kadar yakışıklı olduğunu bilmiyordum” diyerek gönülleri kazanan Kraliçe, programda olmamasına rağmen Pembe Köşk’te İsmet İnönü ile yarım saat görüştü.

İnönü, Kraliçe’yi nasıl bulduğu soran gazetecilere “Müstesta bir hükümdar, büyük bir hükümdar, buna şüphe yok” demişti.

İzmir, Çanakkale ve İstanbul’u kapsayan altı günlük ziyaret boyunca manşetlerden düşmeyen Kraliçe Türkiye’ye bir daha 37 yıl sonra geldi.

Geldiği Türkiye’de bir yıl önce askerler muhtıra vermiş, iktidar partisi hakkında iki ay önce kapatma davası açılmıştı, davetlisi olduğu Cumhurbaşkanı Gül için bile siyasi yasak isteniyordu.

Yani zamanlaması manidar olan Kraliçe’nin Türkiye ziyaretleri değildi, Türkiye’nin zamanlaması manidar olmayan normal bir zamanına denk gelememek de Kraliçe’nin suçu değildi.

Zaten ilk ziyaretinde Türkiye Dışişleri Bakanı’nın bile ülkenin Başbakan’ın asılmaması için kendisinden ricacı olması Kraliçe’ye Türkiye hakkında yeterince bir fikir vermiş olmalı.

Atlar kadar olmasa da Kraliçe bu üç ziyaretinde Türkiye’yi de yakından tanımıştı.

İngiliz arşivlerinden alıntıların kaynağı: Cihat Göktepe, İngiliz Kaynaklarına Göre Türkiye’deki 27 Mayıs Darbesi, Türkler, Cilt: 17 Sayfa: 54-65.