1979’da Ayetullah Humeynî’nin M. Rıza Pehlevî liderliğindeki monarşiyi yıktığı sıralarda herkes mutlu ve umutluydu. Özellikle mutedil samimi Müslüman kitleler, “İslamî demokrasi”nin çağdaş bir örneğinin fiilen dünyaya gösterileceği, bu devrimin bütün Müslüman toplumlara yenilik, başarı ve mutluluk getireceği beklentisine girmişlerdi. İran gibi kadîm medeniyete ve devlet kültürüne sahip bir ülkenin halkına böyle bir öncülük de yakışırdı doğrusu. Bu olayın, diğer Müslüman ülkelere ve halklara da ilham vereceğine, onlar için de mutlu ve müreffeh bir gelecek vaad ettiğine inanılmıştı. Bizden de bir hayli “Humeynici” çıkmıştı. Hatta lafızcı-şekilci ulemanın ölçülerine göre “iyi” bir Müslüman olmayan Daryus Şâyegân’da bile böyle bir beklenti vardı. İzninizle bu yazımda da ondan bir alıntı yapacağım. 2012’de çıkan La consience métisse (Melez Bilinç) adlı kitabında şöyle diyordu:
“1978 sonbaharında, Şah rejiminin çöküşü arifesinde Tahran’da [çağdaş Fransız filozofu] Michel Foucault ile görüşmelerimizi hatırlıyorum. [Foucault’nun,] coşkusuna rağmen, basireti hatta şüpheciliği elden bırakmadığını fark ettim… Tek tek herkesin dediklerini büyük bir dikkatle dinliyordu. Bir gün bize döndü ve… mealen şunu söyledi: Şu aynı yerde bir yıl sonra yine bir araya geldiğimizi ve birbirimize, ‘Humeynî’den nasıl kurtulacağız?’ diye sorduğumuzu görür gibiyim.”
***
Tunus’ta, Aralık 2010’da bir seyyar satıcının, “Yoksulluğa son, işsizliğe son!” diye haykırarak kendini yakması üzerine “Arap Baharı” meşalesi ilk önce bu ülkede parlamıştı. Şâyegân, anılan kitabında Tunus’un siyasi geleceği hakkında hayli iyimser olduğunu yazmıştı. Fakat bu meşale 2022 Martında Tunus’ta da söndü. Arap Baharı’nın asıl ses getiren kısmı olan Mısır’daki başarısızlığına dair birkaç gözlemcinin tespitlerini 6 Ocak 2021 tarihli Karar’da yazmıştım. Şâyegân, anılan kitabını yazdığı sırada iktidarda olan Müslüman Kardeşler hükümeti hakkında iyimserliğini koruduğunu belirtiyor; “Umarım… oyunun kurallarına uyup, ‘Türk modeli’ni seçer ve teokratik devlete meyletmekten kaçınır” diyordu. (O zamanlar Türkiye Müslüman dünya için tek doğru “model”di.)
Diğer ülkelerdeki “İslâmî yönetim” girişimlerinin akıbeti biliniyor. Gerçek şu ki, bugüne kadar hiçbir Müslüman toplum, ruhunu ve ilkelerini kendi din, kültür ve medeniyet değerlerinden alan, onları çağın insanî değerleriyle buluşturan bir yenileşme ve çağdaşlaşmayı (batılaşmayı değil) başaramadı. Takriben 150 yıldan beri bu yönde çıkışlar olduysa da hiçbiri kalıcı bir ivme yakalayamadı. Sebep açık: Çünkü ulema/medrese zihniyeti, toplumlarda bilimsel zihniyetin oluşmasına izin vermedi.
***
Tabii ki bu, asla her şeyin bittiği anlamına gelmez. Daha önce yazdığımı bir kez daha tekrar edeyim: Adı “Arap Baharı” olur veya daha kucaklayıcı bir başka isim olur; ama yenileri gelecek. Bilgi teknolojisinin böylesine geliştiği, bilginin inanılmaz bir hızla yayıldığı, bu kadar küçülen dünyada yeni nesiller, eskiler gibi bin yıl önceki kafayla yaşamaya razı olmayacaklar; bu kesin. Onlar –dilerim ki- kendi dinî ve kültürel değerlerinden kopup savrulmadan, yenileşme ve sonuçta kendi kimlikleriyle var olma ideallerinin önünü kesmeyen, tersine bunları güvence altına alan bir din yorumunu bulacaklar.
Bu yorumda artık doğal afetlerde on binlerin, vekâlet savaşlarındaki aptallıklarla yüz binlerin, milyonların ölümünü kabullenmeye yer olmayacak. Bu yorumda bilgisizlik ve erdemsizlik sebebiyle çürük ve bozuk işler yapıp, bu yüzden uğranan can ve mal kayıplarının suçu, “Allah’tan geldi” diyerek –hâşâ- Allah’a yüklenmeyecek. Zira bu yeni yorumla insanlar bilecekler ki, Kur’an’da buyrulduğu üzere, “Senin Rabbin, halkı işlerini iyi ve doğru yapan ülkeleri, zalimlik yapıp helak etmez” (Hûd 11/117). Bu yeni nesillerin konuşmalarında, derslerinde, yazılarında söyledikleri “güzel sözler”, yaptıkları “düzgün ve yararlı işler”, “Allah katına yükselecek” (Secde 35/100); O’nun kabulüne layık olacak ve karşılık bulacak. “Onlar, kadınıyla erkeğiyle inançlarını koruyup, doğru ve yararlı işler yapacaklar”; Allah da “onlara hoş (rahat, huzurlu, güvenli) bir hayat yaşatacak” (Nahl 16/97).
Ve son olarak, bu kadar küçülen bir dünyada –bin yıllık değişmezlik ve köhnelik şöyle dursun- birkaç on yıllık durgunluk ve değişmezliğin bile taşınamayacağını; çünkü şimdinin birkaç on yılındaki değişim ve yenileşmenin, eski zamanlardaki bin yıllık değişimden kat kat daha fazla olduğunu fark eden Müslüman nesiller mutlaka gelecektir.
Kaynak: Farklı Bakış