Tarih: 30.03.2020 15:13

Koronavirüsün kamu yönetimine öğrettiği ve öne çıkardığı kritik bilgiler

Facebook Twitter Linked-in

er musibetin bizlere vereceği kritik dersler vardır. Yeter ki bizler ibret almayı ve ders çıkarmayı bilelim. Bu yazımızda COVID-19 virüsünün ülkemizde ve özelde de kamu yönetiminde öğrettikleri dersleri açıklamaya çalışacağız. Her tehdit fırsatıyla beraber gelir, yeter ki tehditleri iyi analiz edip eksiklerimizi görelim ve bunu fırsata çevirmeyi bilelim.

Bilginin gücünü ve saygınlığını öğrendik

Dünyaya korku salan COVID-19 virüsü nedeniyle Ülkemizde de TV ekranlarında çok fazla faydalı tartışma programı yapılmaktadır. Programa katılan konu uzmanı ve alanlarında çok iyi olan Prof. Dr. unvanlı kişilerin mütevazilikleri ve programda bağırış-çağırışların yaşanmaması mutlaka ilgimizi çekmiştir. Yani konuşanın da dinleyeninde bir şeyler öğrenebildikleri programlar yapılabiliyormuş demeye başladık.

Hele programlarda yer alan konuk uzmanların biri birlerine karşı gösterdikleri saygı ve sözünü kesmeden dinleme adabı ile bu alanla şu hoca daha iyi bilgi verecektir tavırları bizlere çok önemli mesajlar vermiştir diye düşünüyorum. Demek ki bilim insanları, neyi bilip neyi bilmediğini açıkça, gocunmadan ve çekinmeden itiraf edebiliyorlarmış.

Meğer bu programlar sayesinde alanında uzman olan kişilerin ben bu konuyu bilmem tavırlarına ne kadar da hasret kalmışız. Konuk uzmanların biri birlerini nezaket içerisinde ve ilgiyle dinlemeleri ile dinlerken ve anlatırken bir şeyler öğrenmeye ve öğretmeye çalışmaları bizleri ciddi bir şekilde şaşırtmıştır. Bu sayede reyting uğruna birinin ak dediğine diğerinin ısrarla kara demesi ve sürekli bağırmasının ne kadar da çirkin olduğunu anlamaya başladık. Demek ki karşılıklı bağrışmadan ve hakaret etmeden de konuşulup anlaşılabiliniyormuş.

Herhalde öğrendiğimiz en kritik bilgi ise muhalif de olsa konu uzmanlarının kamu kurumlarınca ısrarla toplantılara çağrılması ve görüşlerine değer verilmesi olsa gerektir. Karşılıklı polemikler yerine sorun çözümüne yönelik açıklamaların ne kadar değerli olduğunu da öğrenmiş olduk. Hangi uzmanın geçmişte hangi paylaşımda bulunduğunu kimse umursamadan toplantılara çağırdı ve bilgilerinden faydalandı. Demek ki bilginin hatırı çok yüksekmiş.

Yine işini bilen insanların ne kadar değerli olduğunu ehliyetin ve liyakatin birçok şeyin önüne geçtiğini, teferruatla asıl meselelerin istenilince ayrılabildiğini ve teferruatın bir kenara atılabildiğini öğrenmiş olduk.

Ayrıca, bilmeden konuşmanın imkansız olduğunu ve bilmeden konuşanların ne kadar komik duruma düştüğünü de öğrenmiş olduk. TV ekranlarında polemikleriyle tanıdığımız birçok gazetecinin bilim insanlarını nasıl da uslu uslu dinleyebildiklerini ve sözlerini kesmediklerini öğrendik.

Kamu kurumları neler öğrendi?

COVID-19 virüsü sayesinde Sağlık Bakanı’nın başkanlığında oluşturulan Sağlık Bilim Kurulu, kamu yönetiminde bilimin ve bilmenin, ehliyet ve liyakatin ne kadar değerli olduğunu öğrenmiş olduk. Bilim Kurulu üyelerinin alanlarındaki yetkinliği, bunların mezhebini, meşrebini, ideolojisini ve muhalif duruşlarını örttü. Hiç kimse bu kişilerin liyakatini tartışmadı ve aldığı kararları azami olarak uygulamaya koydu. Halbuki bu Kurulun aldığı kararların bağlayıcılığı da yoktu. Demek ki bilimsel bağlayıcılık hukuki bağlayıcılık kadar etkili olabiliyormuş.

Yine Sağlık Bakanının konusuna hakim ve babacan tavrı kamuoyu tarafından takdir topladı. Seven sevmeyen her kesimden ciddi bir teveccüh geldi. Doğrusu çok farklı kesimlerden bilim insanlarıyla çalışmanın ve polemiğe girmeden ortak karar almanın başarılabilindiği gösterildi.

Cumhurbaşkanı tarafından Sağlık Kurulu’nun ehil insanlar tarafından oluşturulduğu vurgusu ile okullara ara verilip verilmeyeceğinin Kurulun vereceği karara göre belirlenmesinin doğru olacağını Milli Eğitim Bakanı’na açıkça söylemesi büyük takdir topladı.

Ayrıca, bu dönemde öne çıkması gereken kurumların kriz ortamlarında nasıl çuvalladığını ve lime lime nasıl döküldüğünü öğrenmiş olduk.

En önemli öğrendiğimiz konu ise işportacı yöneticilerin kriz ortamlarında hiçbir işe yaramadığıdır. Hele bir de temsil ve tanıtımla ayakta kalmaya çalışan yönetici tipleri kriz ortamlarında iyice nefret oluştururlar. Elinden iş gelmeyip te bir de çalışanların motivasyonlarını bozan işportacı yönetici tiplerinin ne kadar zararlı olduğunu öğrendik. Bakalım bunlarla mücadele için de adım atılacak mı?

Kamu kurumları başkaca neler öğrenmeli?

Konunun sağlık boyutu ne kadar önemliyse ekonomik, çalışma ve sosyal boyutu da oldukça önemlidir. Nasıl ki Sağlık Bakanı’nın başkanlığında oluşturulan Sağlık Bilim Kurulu sağlık alanında önemli kararlar alıyor ve bu kararlara azami olarak uyulmaya çalışılıyorsa aynı hassasiyet çalışma ve ekonomi alanında da yapılmalıdır.

Demek istediğim odur ki Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı, acilen çalışma ve sosyal politikalar konusunda saygın bilim insanlarından oluşan Çalışma ve Sosyal Politikalar Kurulunu oluşturmalıdır. Nasıl ki Sağlık Bilim Kurulu’nda üye olan hiçbir üyenin yetkinliği ve ehliyeti dışında başka bir özellik aranmadıysa Çalışma ve Sosyal Politikalar Kurulu üyesi olacak bilim insanlarında da aranmamalıdır. Sadece ve sadece bu kurul üyelerinin bilgi ve deneyiminden azami nasıl faydalanacağına odaklanılmalıdır.

Bu üyelerin çalışma hayatında alacağı kararlara azami derecede uyulmalı ve bakanlığın vereceği kararlara bilimsel dayanak oluşturulmalıdır. Bu sayede kamunun kıt kaynakları etkili ve rasyonel bir şekilde dağıtılarak çalışma hayatının en az hasar alması sağlanabilir. Belki de sosyal yardımlarla sosyal sigortacılığın farkları öğrenilebilir ve biri birlerine karıştırılmasının oluşturulacağı sakıncalar anlaşılabilirdi.

Aynı şekilde Hazine ve Maliye Bakanı, acilen ekonomik politikalar konusunda saygın bilim insanlarından oluşan Ekonomi Politikalar Kurulu’nu oluşturmalıdır. Bu sayede alanında yetkin bilim insanlarının son derece değerli fikirlerinden faydalanma imkânı buluruz.

Bu kurullar laf olsun diye oluşturulmazsa bu ülkede yeni bir başlangıç da oluşturulmuş olacaktır. Bu kurulları oluşturmak için kanuni dayanak aramaya da gerek yoktur.

Yine öğrenmemiz gereken diğer önemli bir husus ise üniversitelerdeki yetkin akademisyenlerle kamu kurumlarının çalışmak zorunda olduğudur. Akademisyenleri kamu kurumlarına yönetici yapalım gibi yanlış bir anlam çıkarılmasını istemeyiz. Amacımız yetkin akademisyenlerin kamu kurumları ile bilgi paylaşımlarının yaygınlaştırılmasıdır. Bunun için de 2547 sayılı Kanun’un 38’inci maddesinde değişiklik yapılarak üniversite kamu iş birliğinin teşvik edilmesinin önünün açılması sağlanmalıdır.

Son söz olarak, dünya sağlık örgütünün tekrar ettiği test, test, test kuralarını kamu yönetimine uyarlarsak, ehliyet, ehliyet ve dahi ehliyet; liyakat, liyakat ve dahi yine de liyakat demek zorunda olduğumuzu bilelim. İlahi buyruk olan “Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.” hükmüne sarılmaktan başka çare olmadığını hatırlatmak isteriz.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —