Birinci Dünya Savaşı’nda bir grup askerin direncini, mücadelesini, cephe gerisindeki olayları anlatan ünlü yazar Erich Maria Remargue’ın ünlü Romanı “Batı Cephesinde Yeni Bir şey Yok”un ismini, makalemin başlığına ödünç olarak aldım.
Fotoğraf: Twitter
Biraz da okuyanlara günümüzde bile direnme gücü veren bu romanda anlatılanlar, koronavirüs konusunda yürüttüğümüz mücadele ile benzeştiği için bu başlığı seçtim diyebilirim.
Kissinger, geçtiğimiz günlerde Wall Street Journal’daki bir makalesinde “Korona salgının küresel sistemi sonsuza kadar değiştireceğini” belirterek aşağıdaki açıklamaları yaptı:
Koronavirüsün yarattığı hasar geçici olabilir. Bunun neden olduğu siyasi ve ekonomik kargaşanın birçok kuşak boyunca devam edebileceği,
Kriz ile ulusal temelde savaşıldığı; ancak salgının hiçbir sınır tanımadığı,
Dünya liderlerinin korona sonrası sisteme geçiş için paralel bir proje başlatmaları gerektiği ancak bunun cari mücadelenin önüne geçmemesini (iki eksenli),
Krizi aşmak için uluslararası işbirliği, vizyon ve program gerektiği, eğer yeterli irade gösterilemezse iki eksende de başarılı olamama ihtimalinin mevcut olduğunu,
Bilimsel araştırmaların geliştirilmesi yolu ile küresel çapta bulaşıcı hastalıklarla mücadele yeteneğinin kazandırılması,
Küresel ekonomiye verilen zarar nasıl önlenebilir veya giderilebilir?
Liberal düzenin ilkelerine odaklanılmalı,
Krizi yönetmek ve geleceği aynı anda inşa etme konusundaki başarısızlığın dünyayı ateşleyebileceği....
Kissinger bunları söylüyor ancak onun hesabı liberalizmin krizden sonra da devam edeceği ve dünyadaki mevcut liderlerle ve sistemle krizin aşılmasının ileriye yönelik paralel planlamaların yapılmasının zor olduğunu da belirtiyor.
Bu krizin sonunda dünyanın bir bölünmeyle belki de ülkelerin de bölünmeyle (Çin, ABD, Rusya vb. dahil) karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz.
Mevcut gelişmeler üzerinden ileriye yönelik yapılan hesaplamalar, krizin haziran ayı ortalarında veya eylül gibi kontrol altına alınacağını ve normal yaşama dönüş yapılabileceği konuşuluyor.
Genelde hemen hemen bütün ülkeler krizi kontrol altına almak için üç aşamalı bir planı uyguluyorlar.
Tecrit, aşı ve ilaç bulma konusunda hazırlık ve çalışma, geniş kapsamlı ekonomik yardım paketleri. Bu arada koronavirüsün hep bizlerle birlikte olacağını da unutmamalıyız.
Koronavirüs bize kaliteli ve yeterli bir sağlık sisteminin, milli ilaç ve aşı üretmenin yanında uygun kalite ve miktarda gıda sağlayacak tarım ve hayvancılığın hayati önemde olduğunu bir defa daha hatırlattı.
Bu arada tarım arazileri ve meraların yabancılara satılmaması ve işletilmesi gerektiği de umarım üzerinde durmamız gereken en önemli konudur.
Böylesi geniş bir giriş yaptıktan sonra üzerinde durulması gereken ya da yeniden organize edilmesi gereken başta ekonomi olmak üzere o kadar çok konu var ki bunları tek bir makale içinde anlatabilmek mümkün değil.
Ben bu makalede daha çok güvenlik ve askeri konular üzerinde duracağım. Daha sonraki makalelerde ekonomi ve diğer konulardaki düşüncelerimi kriz esnası ve sonrası olmak üzere, alınması gerekli kısa, orta ve uzun vadeli tedbirleri de ele alacağım.
Daha önceki makalelerimde de belirttiğim gibi cari harekatı yürüten ekibin, karargahın, komuta merkezinin dışında geleceği planlayan başka bir ekibin de oluşturulması olmazsa olmazdır.
DAHA FAZLA OKU
Mevcut krizden sağlık, ekonomik, insan gücü, askeri güç, güvenlik vb. olarak nasıl çıkacağımız belirsizlik gösteriyor ve adeta bir sis tabakasının gerisinde duruyor.
Krizden çıkışta nasıl olacağımız konusunda senaryoların oluşturulması gerekiyor. Bu senaryolar sadece güvenlik için olmayabilir, diğer güç unsurlarını da içine alabilir.
Bu senaryolardan istifade edilerek çok katmanlı simülasyonlar yapılabilir ve bunlardan belli sonuçlar çıkarılabilir.
Türkiye içinde kriz esnasında ve krizden sonra bazı halk hareketleri ya da terör faaliyetleri olabilir. Bu konuda hassas bölgeler neresidir?
Bu bölgelerde yabancı istihbarat örgütlerinin faaliyetleri takip ediliyor mu?
Türkiye’de bulunan Suriyeli geçici sığınmacılar ve diğer yasa dışı göçmenlerin sayısı beş milyondan fazladır. Bunlar kriz döneminde provoke edilebilir.
PKK, FETÖ, sol örgütler ve radikal dinci unsurlar bir kalkışmanın içine itilebilirler. Bütün bu tehdit ve riskleri takip eden istihbarat teşkilatımız yeterli mi?
Bu kalkışma ve krizlere karşı koyacak ya da bu krizleri, kalkışmaları caydıracak önlemleri alacak bir strateji ve planlama var mı?
Böyle bir duruma ne kadar hazırlıklıyız? Görev bölümü yapılmış mı? Bunları belirlerken Suriye, Irak, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya ve Ege denizindeki sorunlarımız için yeterli güç ayırabilecek miyiz?
Balkanlar, Kafkaslar, Hazar Havzası, Orta Asya vb. bölgelerdeki milli menfaatlerimiz için yeterli gücümüz var mı? Yoksa başka ülkelerle bir ittifak ihtiyacı mı var?
Mevcut ittifaklarımız ne olacak? BM, NATO, AB vb. uluslararası teşkilatların durumu ne olacak?
Federasyonlar mı, ulus devletler mi, şehir devletleri mi yoksa gevşek Konfederasyonlar mı tesis edilecek?
Küresel çapta liderlik mücadelesi nerelerde ve kimler arasında devam edecek? Gücümüz bu mücadeleyi etkileyebilecek durumda olacak mı? Kimin yanında olacağız?
Kriz sonunda birçok iktidar ve lider değişecek gibi görünüyor. Beşar Esad’ın iktidarı büyük bir ihtimalle haziran gibi sona erecek diyebilirim.
Buradan şunu anlayabiliriz; Suriye ya bölünecek ya da merkezi hükümeti çok zayıf bir federasyona veya konfederasyona dönüşecek.
Fırat’ın batısında İdlib ve Halep dahil bölgenin Halep Cumhuriyeti adı altında Türkiye’nin kontrolündeki güçler tarafından yönetilmesi büyük önem arzetmektedir.
Türkiye geleceği için bunun sağlanması gerekmektedir. Çünkü Suriye’nin bir şekilde bölünmesi aşikardır.
Diğer önemli konu Fırat’ın doğusunda tesis edilecek olan özerk veya bağımsız bir Kürt Devletçiği ya da Arap-Kürt Federasyonudur.
Bu konu hem ABD’nin hem de Rusya’nın ajandasındadır. Tabii İsrail’in de. Bu konuda Türkiye zorlanabilir.
Fırat’ın doğusu ve batısı arasında dengeyi sağlayacak bir güç kombinasyonu sağlanabilir. Bu konuda seçeneklerimiz hazır mıdır?
Tabii ki her seçeneği gerçekleştirecek gücümüzün olması gerekiyor. Kastettiğim askeri güç yanında, ittifaklar, ekonomik güç, bilim teknoloji, siyasi güç, jeopolitik vb. unsurlardır.
Bu salgın sırasında ve sonrasında stratejik hedeflerimizi yerine getirecek gücü muhafaza edebilecek miyiz?
Ya da yaptığımız durum değerlendirmesi ve stratejik öngörü sonrasında karşımızdakilerin gücü ne olacaktır?
Müttefike ihtiyacımız var mıdır? Değişen jeopolitiğe göre muhtemel müttefikler kimler olabilir?
ABD bugünlerde muhtemel füze ve roket taarruzlarından kendini korumak için Irak’ta bazı üsleri boşaltmakta ve buradaki güçlerini El Anbar bölgesindeki Ayn El Esed üssüne çekmektedir.
Bu üsse ve Erbil’deki üsse patriotlar ve Vulkan Phalanks (namlulu) hava ve füze savunma sistemleri mevzilendirerek, roket, füze, havan, dronlara ve uçaklara karşı hava savunmasını sağlamayı planlamıştır.
Daha önce de belirttiğim gibi Suriye-Ürdün sınırına yakın Ürdün’deki üssüne F15 ve F35’leri konuşlandırarak İran’a yönelik karşı veya önleyici harekata hazırlık yapmaktadır.
Özellikle ABD’nin Irak güçlerine bıraktığı üsler Musul, Kerkük vb. tartışmalı bölgelerde bulunmaktadır. Bu bölgelerde hem Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin ve PKK/YPG/PYD’nin gözü bulunmaktadır.
Aynı bölgeler de dahil olmak üzere Bağdat’ın batısında Suriye sınırına doğru olan bölgede bir Sünni Arap devleti tesis etme ve Irak’ı üçe bölme hedefi devam etmektedir.
Bu hedef Sunni Araplarla, Merkezi Irak Hükümeti, IKBY ve PKK/YPG’yi karşı karşıya getirir ve yeni bir çatışmanın fitilini ateşler.
Peki, bütün bunlara müdahale edebilecek gücü muhafaza edebilecek miyiz? Nasıl bir siyaset ve strateji yürüteceğiz?
Müttefiklerimiz kim veya kimler olacak? Nasıl bir diplomasi yürüteceğiz?
Doğu Akdeniz ve Libya’da zorlu bir süreç bekliyor Türkiye’yi. Sadece askeri gücümüz değil topyekun gücümüz mevcut politikayı sürdürmemize imkan verecek mi?
Bu konudaki hazırlıklarımız ve seçeneklerimizi gözden geçirdik veya belirledik mi?
Bir çıkış stratejimiz var mı? Nasıl bir son ya da bir durum meydana gelirse bu harekatı sona erdiririz?
Libya’daki, Kıbrıs’taki, Doğu Akdeniz ve Ege’deki hak ve menfaatlerimizi koruyan kara, deniz ve hava unsurlarımızı hem salgından hem de muhtemel saldırılardan (kara, hava, deniz) koruyup onları hedeflerimizi ele geçirecek güç ve kuvvette tutabilecek miyiz?
Stratejinin temel unsurları güç, zaman ve mekandır. Ancak hedefinize uygun güç oluşturmanın yeterli olmadığı, bu gücün uygun zaman ve mekanda siyasi ve askeri hedefi/hedefleri ele geçirmesi için muhafazası ve korunmasını gerektirir.
Gücünüzü uygun zaman ve mekanda kullanamazsanız fırsatı kaçırırsınız ama gücünüzü geliştirdikten sonra koruyamazsanız başarılı olamazsınız.
Güç nasıl korunur? Fiziki olarak korursunuz, hava taarruzlarına, füze roket taarruzlarına, ağır silah ateşlerine karşı bazen mevziiye, korugana girerek, hava örtüsü sağlayarak, lojistik destek (gıda, mühimmat, akaryakıt, onarım, teçhizat), moral, motivasyon, güven, sağlık hizmeti vb. hizmetleri sağlayarak korunur. Aynı zamanda manevi ve psikolojik olarak korunur.
Peki, şu salgın ortamında ve muharebe sahasında sahra sağlık hizmeti ve bunun yurt içi ayağı var mı?
Sahra sıhhi tahliye ve tedavi hizmeti nasıl yürütülüyor? Böyle teşkilat ve böyle bir birim var mı?
Oluşturduğumuz gücü sağlık açısından nasıl muhafaza edecek ve koruyacağız. Bunu hem muharebe esnasında hem de barışta yapmalıyız.
Bundan sonraki makalem sahra sağlık hizmetleri, sıhhi tahliye ve tedavi konusunda olacak gibi görünüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish