‘Korona Affı’nda ‘istisna’ yanılgısı

Akif BEKİ ANALZİ ETTİ...

‘Korona Affı’nda ‘istisna’ yanılgısı

Uyuşturucu satıcıları bırakılacak, torbacılar sokağa salınacak; sapık ve katiller çıkarılacak ama düşünce ve basın suçlarından yargılananları, haksız tutuklananları kapsamayacak’ diye ayağa kaldırılıyor ortalık.

Böyle kıyaslamaları okuyunca sizin de nevriniz dönüyordur. 
İnfaz indirimi düzenlemesiyle, uyuşturucu suçlarının kanundaki cezası fiilen kaldırılacak, kağıt üstünde bırakılacak da...’Terör, darbe, casusluk’ ve benzeri suçlara sokulduğu  için konuşmanın, yazmanın cezası paketten yararlandırılmayacak, neyse hiç ellenmeden olduğu gibi mi kalacak? 
Ve bu af, karambolde korona bahanesiyle yutturulacak ha!
Tahammülü zor. Fakat tepenizi hemen attırmakta acele etmeyin. Kazın ayağı pek de öyle olmayabilir.
AK Parti grubu, yeni infaz düzenlemesini MHP’yle istişare etmişti. CHP ve İYİ Parti gruplarıyla da görüşüyorlar.
Paketin ne getirip ne götürdüğünü ancak olgunlaştırıldaktan sonra konuşabiliriz.
Yine de önden söylenebilecekler yok mu, var.
En önemli uyarı, ceza hukuku otoritesi Prof. Adem Sözüer’den geldi bana sorarsanız.
Sözüer, cezaevlerindeki şişkinliğin sebeplerini doğru analiz etmeye çağırıyor. 
1999 Rahşan Affı ve 2012’den bu yana infaz düzenlemeleriyle getirilen dolaylı kısmi aflar niye ters tepti? 
Kalıcı, sistematik çözümün yolu, dolduruşa gelmeden bu soruya gerçekçi cevap vermekten geçiyor.

BİR: SALGIN TEHDİDİ KILIF DEĞİL GERÇEK

Bugün cezaevi nüfusu 300 bine yaklaşıyor. 200 bini mahkum, 100 bin kadarı da tutuklu kategorisinde.
Düşünün ki 13 Ocak 2016 itibariyle içeride 179 bin 611 kişi olduğu söyleniyordu. Toplam kapasite ise 180 bin 176’ydı.
Adalet Bakanlığı tarafından Meclis İnsan Hakları İnceleme Alt Komisyonuna sunulan rakamlar böyleydi.
Yani bundan 4 yıl önce, ceza ve tutukevlerimizde topu topuna sadece 565 kişilik boş yer kalmıştı.
Üstelik o tarihten sonra 15 Temmuz darbe girişimi yaşandığı ve FETÖ sanıklarına yer açmak için Ağustos 2016’da KHK ile yeni bir doldur-boşalt düzenlemesi yapıldığı halde...

‘4 yıl önce 180 bin sakinle cezaevleri dolup taşmak üzereydi,  bunun üzerine yeni cezaevi projeleri hızlandırıldı, şartlı tahliye ve denetimli serbestlik düzenlemeleriyle eskilerinin mevcudu azaltıldı, yine de bugün içeridekilerin sayısı 300 bine yaklaşıyor, neredeyse iki katına çıkmış’ dersem belki sorunu zihninizde canlandırabilirsiniz. 
Kapasite zorlanmamış hayır, çok üstünde bir yük bindirilmiş görünüyor. Sürdürülemeyeceği ortada, salgın tehlikesi de başgösterince neşter kaçınılmaz. 

İKİ: ÖNCEKİ AFLAR NİYE RAHATLATAMADI? 

Epeydir konuşulan ama sürekli ertelenen son infaz düzenlemesi, içerdekileri ölümcül virüsün insafına terk etmeme mecburiyetiyle nihayet raftan indirildi. Kitlesel ölümler göze mi alınsaydı!
Fakat paket hangi suçları kapsayacak, kimleri dışarıda bırakacak?
Prof. Sözüer, en başta eşitsizliğe yol açma tehlikesine dikkat çekiyor. İkinci olarak da cezaevlerinde bugünkü kapasite aşımına yol açan hataların tekrarlanma riskine...
Şöyle sıralayabiliriz:
Bütün uyarılara, hak hukuk hatırlatmalarına rağmen, Kavala ve Altan örneklerindeki gibi tutuklu yargılamada ısrar edilmesi. Zorunluluk halinde başvurulacak bir tedbirken tutukluğun, bir gözdağı verme aracı ve peşin cezalandırma yöntemine dönüştürülmesi...
Gazeteci, yazar ve siyasetçilerin ‘ibret olsun diye ikisini Taksim meydanında sallandır, bak bir daha cesaret eden oluyor mu’ mantığını çağrıştıran bir kolaycılıkla hapse tıkılması...
İyi hal şartlarının, kamuoyunun nabzına göre  yanlış uygulanması...
Hukukun toplumsal duyarlılığa yani popülizme kurban edilmesi, kimi suçlarda ayarın kaçırılması, ceza süreleriyle infaz oranlarının ölçüsüzce arttırılması...
Popülizm uğruna koşullu salıverme, adli kontrol ve denetimli serbestlik rejiminin hakkıyla ve eşitlik ilkesi bozulmadan tatbik edilememesi...
Sonuç; cezaevi mevcudu seyrelecekken katlanmış, infaz düzenlemeleri amacına ulaşamamış ve bugün balık istifiyle üst üste tıkıştırma yüzünden mahpuslar bir felaketin eşiğinde. 
Nereden saldıracağı belli olmayan bir bulaşıcı hastalık tehdidi yüzünden, cezaevlerinde bir kez daha alarm zilleri çalıyor şimdi.
Biz ise hala hangi suçlu ve sanıklar kanun önünde eşit hangileri değil, adamına göre kim çıksın kim istisna tutularak içeride kalsın tartışmasıyla uğraştırılıyoruz.

ÜÇ: TORBACIYA VAR DA GAZETECİYE YOK MU?

Zaten baştan tutuksuz yargılanması gerekenler, hiç içeride olmaması icap edenler düzenleme bile beklenmeden hemen bırakılmalı, haklı bir beklenti, eyvallah da...
Bu talebin haklılığı, toptancı ve yanıltıcı kıyaslamalarla başkalarına haksızlığı savunmadan dile getirilemez mi?
200 bin mahkum, 10 kadar suçtan yatıyormuş. Çoğu da mükerrer. Afla çıkıp aynı suçtan tekrar dönenler...
Ama kim infaz indiriminden yararlanamamalı denince, en son bile akla gelmiyor bu sınıftakiler.
Hangi suçlar istisna tutulacak, neye göre belirlenecek?
Uyuşturucu suçlarından yatanlar, 80 bin civarındaymış. Çoğu hapis yerine terapiye, tedaviye gönderilecek içici, kullanıcı, bağımlı. Hepsine tedarikçi, satıcı, torbacı muamelesi yapılacaksa cezaevi yoğunluğu nasıl rahatlatılacak? 
Sözüer’in Cumhuriyet’e yaptığı değerlendirmeden anladığım bu. 
“Kimi suçların cezasını yine kâğıt üstünde bırakacak, kimi suçları da istisna sayıp cezaevi dolduracak bir düzenleme Rahşan Affı’na dönebilir” diye uyarıyor. 
İçmekten, kullanmaktan içeri atılanlar da zehir çetesi üye ve yöneticileriyle birlikte örgütlü suçtan istisnaya ayrılsın, infaz indiriminden yararlanamasın mı istiyoruz? 
Yoksa istediğimiz; konuşmaktan, yazmaktan başka eylemi olmayanların infaz indiriminden istisna tutulmaması mı? 
Paket cana zarar vermiş toplum düşmanı suçları bile kapsarken ‘devlete karşı’ diye kodlanan siyasi suçları kapsam dışı bırakma ihtimalindeki çelişkiye mi vurgu?
Öyleyse, istisna rejimini savunmak yerine Sözüer gibi eşitlikçi yaklaşmak en doğrusu.
Tutarsızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe işaret için formüle edilen popülist sloganlar, istisnacıların işine yaramasın da sonra!