İnsanı korkularının tutsağı haline getirmek, aklına hayaline gelmeyecek konularla karşı karşıya getirmek medya endüstrisinin en büyük sermayesi oldu. En çok bu satıyor. Sadece filmlerde değil, gündüz kuşağındaki “gerçek şov” adıyla sunulan sözde hayatın içinden her programda da bu yapılıyor.
Film filmdir, kurmaca olduğunu bilirsiniz. “Gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır” yazısını okusanız da kurmacadır. Ama reality şov gerçek kişilerle olur. Etkisi müthiş. İnsanın korkularını tetiklemekte, aklına gelmeyeni getirmekte de üzerine yok. Ama hayatın kendisi deyip çıkılamayacak kadar vahim tablolar hafızamıza, belleğimize kazınıyor. Belli ki televizyonlar para kazanıyor ama toplum hiçbir şey kazanmıyor. Bu programların izleyicileri de artık kadınlar değil. Erkeklerden de bu programların müdavimleri olduğunu görüyorum. Amacım meslektaşlarımı eleştirmek değil. Toplumun içine düştüğü bu karamsar psikolojiye katkıları olduğunu söylemek istiyorum sadece. Sağlıklı yaşamak için korku kadar ümidin de pompalanması gerekiyor. İyiliği bir ümit olarak ekranlara daha çok yansıtmalıyız. Kötüleri tanıtmak için harcadığımız mesaiyi iyileri öne çıkarmak için vermek zorundayız.
Ev sohbetinde bu televizyondaki kötü insanlar konuşuluyor. İyi insanlar yok ortada. Neye kıymet verirsek o artar çoğalır.
Ve İsmet Özel’den:
Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.
ÇAĞI ANLAMANIN YAŞI OLUR MU?
İş bankası Yayınları’ndan Edgar Morin’in Yolumuzu Değiştirelim-Koronavirüsün Öğrettikleri isimli kitabını, kitap bilgisine güvendiğim bir arkadaşım çok methetti. Konu, çağı anlamaktan açıldı. Yaşadığımız çağı anlıyor muyuz? Çağı anlamak ille yaşla doğru orantılı mıdır derken 92 yaşında ölen Zygmunt Bauman’dan başlayarak filozofların bugüne dair isabetli yorum ve öngörülerinden konuştuk.
Sosyal medya üzerine hâlâ en kapsamlı teorik çalışmayı yapmış olan Howard Rheingold 90’ı bulmuş bir akademisyen. 1921 doğumlu Edgar Morin de koronavirüs ile birlikte tüm hayat yolculuğunu kendisine torpil geçmeden, tabiri caizse kendisine hiç acımadan analiz ettiği bir kitap kaleme almış. Çağı anlamak için yaşın önemli olmadığı bahsinde önemli bir örnekti.
“Çağı anlamak ne demek” belki bu soru üzerine daha çok kafa yormak gerekir. Olayı, dijitalleşmeyi makineleri kavramaya indirgemeden, bu çağa bakmak için yine geçen yüzyılın filozoflarına başvuruyoruz.
İRADENİN EĞİTİMİ
Profil Kitap Jules Payot’un “İradenin Eğitimi “ isimli kitabı yeniden yayınlamış. 19. yüzyılda yaşamış Payot, Cemil Meriç ve Ali Fuat Başgil’i de etkilemiş bir isim. Kitapta yazar irade eğitiminin ergenlik çağında başlaması gerektiğini söylüyor. Kendisinin efendisi olmayı öğrenebilmesi gereken yaşta, tutkuların ruhu istila ettiği zamanda verilemeyen irade eğitimi için de eğitim sistemini sorumlu tutuyor.
İrade eğitiminin başlaması gereken yaşta gencin sadece derslerinden ve okulundan sorumlu tutulmasına karşı çıkıyor. Bu yaştaki gençlere yolunu kaybettirenin bu olduğunu söylüyor. Ayrıca eğitime odaklanırken gencin çok özgür ve yalnız bırakıldığını, hayat sorumluluklarından uzak tutulduğunu söylüyor. Okul kısmının bu tarafı hep eksik olsa gerekir ki eskiden askere gitmeyene kız verilmezdi. Sadece askerlik eğitimi değil, spor ve müzik eğitimi de birer irade eğitimi örneğidir. Şimdi okullarda bu eğitimler de zayıfladı.
Eğitimi alışkanlıkların biçimlenmesi, ya da bireyin şartlanması değil de irade eğitimi olarak görüp yapılandırmak hayatın bin bir testinden geçmeyi de kolaylaştıracaktır. Genç evlilerle konuşuyorum. Hayat dair sorumluluk almayan eşlerden çok şikâyet ediyorlar. Ya da çocuklarına sorumluluk sahibi olmayı “kedi alarak” öğretmeyi deneyen anne babaları görüyorum. Tam burada yine eğitim şart derken alışkanlık değil irade eğitimi üzerine bir kez daha düşünsek mi?
GELENEK GEÇMİŞLE BAĞLANTI KURAR… YA GELECEK!
Sahip olduğum dünya görüşü gereği İslâm’ın dün de bugün de insana ve dünyaya söyleyecek sözü olduğuna inanan birisiyim. Diğer taraftan sanatın da bu sözü aktarmakta büyük katkısı olduğuna inanıyorum. Ancak geleneği tekrar eden, taklit edip üzerine geçemeyen eserlerle de bu mesaj aktarılamaz.
Kendimize sanat yapıp dururuz. Bu tarafta da şiirden sanata dünyaya söz söyleyen şairlerin sanatçıların sayılarının çok az olduğunu belirtmek isterim. Hazır eğitime başlamışken buna eğilmekte fayda var. Sanatı sadece “aykırı olana odaklanmaya” indirgemeden, bir insanlık bilgisi, bir dünya bilgisi olarak ele almak için ille de “eğitim” diyoruz.