Çok belli ki bu bir yıl hiç kolay geçmeyecek.
Yaşını başını almış siyasiler, ülkenin en köklü partileri ve onların liderleri, mülteciler üzerinden tutuşturmaya çalıştıkları ateş için hummalı bir gayret içindeler.
İktidarın zayıf karnını keşfettiklerini düşünüyorlar ve oradan vuruyorlar.
Adeta bir tür işbölümü var aralarında.
Bazıları çok kaba, vülger biçimde Batı’daki ırkçı partilerin dilini ve kalıplarını birebir kullanarak yapıyor bunu; bazıları çok daha inceltilmiş bir dille.
Vurdukları ülkemiz aslında.
Sürekli olarak mültecilerle ilgili abartılı rakamlar, ürkütücü senaryolar ve yalan sağanağı altında topluma korku pompalıyorlar.
“Korku özgür bir toplumdaki en sinsi şeytandır” der Stefan Rochow; Almanya’da yabancı düşmanı, ırkçı dalganın yükselişini yorumlarken.
Bugün burada da birileri onu kullanıyor.
“Sessiz istila” türünden ilkokul müsameresi düzeyindeki kurgulara bunca insanın itibar etmesi, 3-5 milyon sığınmacının 85 milyonluk ülkeyi ele geçireceğine inanması sistematik bir propagandayla korkutulmuş olmalarından geliyor.
Siyasi ve ekonomik sorunlar da bu absürt senaryolara inanmayı kolaylaştırıyor.
İktidar hatalar yapsa da bu konuda net biçimde çok daha insani bir yerde duruyor. Ülkeyi yönetmeye talip olanların, muhalefetin önemli bir kısmı ise ateşe benzin dökmeyi tercih ediyor.
Ürkütücü bir yere doğru gidiyoruz. Önümüzde Altındağ pogromunun utancı var ve yeni bir 6-7 Eylül için bütün eski taşlar yeniden döşeniyor.
Bazı yorumcular bu yazın sıcak geçeceğini, bazı devletlerin istihbarat öğütlerinin işbaşında olduğunu, ortalama vatandaşın bununla mücadele edemeyeceğini ve devletin önlem alması gerektiğini söylüyor.
Eğer başka bir devlet veya devletler iddia edildiği gibi Türkiye’ye mülteciler üzerinden operasyon yapıyorsa, birileri Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için bir planı sistematik biçimde uyguluyorsa, bunu vatanseverlik ve milliyetçilik retoriğini kullanarak ve her türlü yanlışa ikna edecek korkuyu yayarak çok başarılı biçimde yapıyor demektir.
Ya da sadece ahlak dışı bir politikanın ısrarla sürdürülmesi sorun.
Öyle veya böyle, doğal olmayan bir tarafı var yaşadıklarımızın. Onca kurgu, sahte kahramanlar, senaryolar ve bin bir çeşit dezenformasyon ürünleri, gündelik olağan kötülüğün kapasitesini fazlasıyla aşıyor.
Dün İstanbul’da taksi bekleyen, Ürdün ve Avustralya vatandaşı Arap asıllı üç çocuk, tanımadıkları 5 kişi tarafından saldırıya uğradı. Ama bu kışkırtılmış kötülük, hali hazırdaki ekonomik koşullar altında ülkeye Arap turistin gelmesini önlemekten çok daha fazlasını kaybettirecek gibi görünüyor.
Ya bu kışkırtmalarla kendi kendimizi yiyip bitirmeye devam edeceğiz; ya da birileri bu ahlak dışı siyasi kartı kullanmaktan, iktidarı yıpratabilmek için ülkeyi yıpratmaktan, onu istikrarsızlaştırmaktan vazgeçecek.
Açıkçası bundan çok umudum yok. Ama her kesimden makul sayıdaki makul bir grup insanın, doğruları ısrarla ve sürekli olarak dile getirerek bu konuda dili ve standardı belirlemesinin mümkün olduğunu düşünüyorum.
6-7 Eylül’ü engelleyememiştik. Ama şu an gidişatın nereye doğru olduğunu biliyoruz ve bu kez o kötülüğe teslim olmamayı başarabiliriz.
Aksi halde kaybedecek olan, mültecisi ve yerlisiyle bütün bir ülke olacak.
Konu ile ilgili vieonun linki: https://youtu.be/Oa2xbHJO_rM