Çocukluğumda gördüğüm o eski köy evlerinin ortasındaki akşamları herkesin bir araya geldiği büyük odaya hayat denirdi, şimdi ona salon deniyor. Bu isim değişikliği bile nasıl savrulduğumuzu anlatmaya yetiyor.
?Çocukluğumda okuduğum bir Afrika masalı şimdi gerçek oldu. Esrarengiz bir hayvanın peşine takılıp bilmediği bir kasabaya gelen, orada bir süre dolaştıktan sonra tekrar geri dönüp kendi köyüne varan çocuğun hikayesi. Adı Unkama.
Unkama köyüne döner; ama orada hiçbir tanıdığına rastlamaz, sokakların, evlerin bile çoğu değişmiştir. Birisine Unkamaların evini soracak olur.
Unkama mı, derler, o bundan dört yüz sene evvel bir hayvanın peşinde köyden ayrılıp bir daha geri dönmeyen bir çocuğun masalıdır.
Uzun yıllar Anadolu´da çalışırken yazları adeta bir teşehhüd mikdarı gelebildiğim İstanbul´a nihai dönüşümde kendimi Unkama kadar şaşkın hissettim.
Sanki her rejim değişikliği bu nadide şehri yok etmek için planlanmış gibi, 1908´den, 1923´ten, 1950´den, 1960´tan sonra kademe kademe İstanbul´a kıyıldı.?
Turgut Cansever ile söyleşilerin yer aldığı Kubbeyi Yere Koymamak adlı kitapta Bilge Mimar, tek katlı ve bahçeli evlerden apartmanlaşma modasına geçişin şahitlerinden biri olarak o sürecin İstanbul´daki seyrini böyle anlatıyor.
**
19. yy ikinci yarısına kadar evler kıble istikametinde iken, modernleşme bağlamında Tanzimat ile beraber 45 derece döndürülüyorlar.
Paris Bulvarı taklidi denize bağlanan iki tarafı ağaçlı yollar ile tarihî yapılar yok ediliyor.
Var olan gecekondular yıkılarak ve ağaçlar kesilerek, doğal olmayan bir yapılaşma örgüsü gerçekleştiriliyor.
Cansever´e göre esas itibariyle loncalar kapatılınca büyük sorunlar başlıyor.
Mimarinin erbabı kalfalar yerine, yurtdışından kültürümüze yabancı mimarlar ve plancılar getiriliyor.
Üretken sanatlar yerini yeni ve ithal olana, sadece konuk olunup katkı sağlanmayan sanatlara bırakıyor. Sinema, tiyatro, edebiyat gibi.
İstanbul sınırları içine yapılan konutun aynısı Mardin´e de yapılıyor.
İklim şartları, sosyal yapı gibi kıstaslar tamamen göz ardı ediliyor.
**
Toprakta ve konutta rantın olmadığı dönemlerde arazi mülkiyeti ticarî alanlarda vakıflara ve hayır kurumlarına aitti çünkü konut için merkeze yakınlık veya ticari yapı için bir han içinde bulunmak bir avantajdı.
Bu arazilerden gelecek ekstra gelirler vakıf eli ile tekrar kamuya dönerdi. Şahısların tekeline gitmezdi.
Osmanlı döneminde evler müstakil yapılardı ve yoğunlaşma ile toprak rantı oluşmazdı.
Ve böyle bir mahallede sosyal donatı da mahalle sakinleri tarafından tesis edilirdi. Rant sadece ticarî kurum bulunan alanda oluşurdu.
**
Menderes dönemi şehirleşme ve yapılaşmada yabancı etkisinin yoğun olduğu dönemin başlangıcı.
Cansever de bu tarihin, devlet kademelerinde çalıştığı dönemlerde yakın şahitliğini yapmış bir zat.
O dönem belli isimler var. Misal Wagner güzel bir plan yapacak iken izin verilmiyor.
Molke yanlış bir yöntemle ilk imar planını yol ağırlıklı şekilde çiziyor.
Prost İstanbul için Yarımada Nazım İmar Planı hazırlıyor. Diğerlerine nazaran daha fazla yeni yol önerileri getiren bir plan 1957 Prost planı.
Atatürk Bulvarı´nı açan, Kuruçeşme´de Art Nouveau saraylarını ve tarihî eser değeri bulunan Boğaziçi yalılarını yıktıran bir bu planın dönem valisi ise Lütfi Kırdar.
Bugün gündemde olan bir başka meseleden, Taksim´den bahsetmek gerekirse; yine Prost planı ile Taksim Kışlası da yıkılmış oluyor.
Menderes´in danışmanı Piccinato olduğu dönemde kendisi Prost´tan daha objektif olmasına rağmen, köprü yapılmaması gerektiği halde yaptırılıyor.
Köprü yapılırsa gelişim kuzeye doğru olacak denmesine rağmen inanılmıyor raporlara. Ayrıca İstanbul bu dönemde planlarla toplu şekilde apartmanlaştırılıyor.
**
Bütün apartmanları yıkıp yerine tek katlı bahçeli evler yapsak, bütün ülke halkını İstanbul Kocaeli arasına yerleştirmek mümkün iken biz neden beton yığınlarına doluştuk?
Komşuluk için mi?
Hayır.
Keşke öyle olsaydı.
Apartmanlarda komşuluk da yok.
Bu sorunun tek cevabı var; Yerli ve yabancın konut ve arsa rantçılarının oyununa geldik.
Apartmanda yaşamayı medeniyet diye yutturdular.
Fena aldandık.