Siyasetin kitabını yazanlar 'Siyasette dostluk da, düşmanlık da ebedi değildir' derler.
Bir dönem can ciğer kuzu sarması olan kişiler gün gelir kanlı bıçaklı olabilirler.
Uzun uzadıya çok eskilere, Sezar'a, Bürütüs'e kadar gitmeye gerek yok.
Bizim yakın dönem siyasi tarihimiz de bunun yüzlerce örneği var.
Mustafa Kemal-Kazım Karabekir, İsmet İnönü-Celal Bayar, Süleyman Demirel-Ferruh Bozbeyli, İsmet İnönü-Bülent Ecevit-Deniz Baykal, Turgut Özal-Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan-Tayyip Erdoğan, Tayyip Erdoğan-Erkan Mumcu-Abdüllatif Şener-Abdullah Gül-Ahmet Davutoğlu-Ali Babacan ayrılıkları ilk akla gelenler.
Bu ayrılıklar modern zamanların 'İki medeni insan gibi anlaşarak boşandık' açıklamaları şeklinde olsa sorun yok!
Ne yazık ki siyasette işler böyle yürümüyor!
Tıpkı 'klasik' boşanma vakalarında olduğu gibi taraflar birbirlerini rezil rüsva ederek ayrılıyorlar.
Kısmen teşkalesiz (olaysız, kazasız-belasız) durumlarda ise çoğu kez aba altından sopa gösteriliyor, bir zamanların eski dostlarına ayar verilmeye çalışılıyor.
'Beni fazla kızdırmasın şu, şu, şu konularda bildiklerimi açıklarsam yer yerinden oynar!'
'O konu öyle bildiğiniz gibi değil! Böyle ağır aziz sustuğuma bakmayın! Ağzımı açarsam kıymet kopar' gibi ifadeler en çok duyduğumuz tehdit ve şantaj içeren sözler.
Geçtiğimiz günlerde HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'ın 2013 yılındaki çözüm süreci ile ilgili olarak başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Cumhur İttifakı yetkililerine hitaben söylediği "Çözüm sürecinde bizlere neler vadedildiğini yeri ve zamanı geldiğinde açıklamazsak namerdiz" sözleri büyük tartışmalara yol açtı.
Öncelikle belirtmek gerekir ki böyle bir durum söz konusu ise mutlaka açıklanmalı.
Demokratik rejimlerde politikacılar yetkilerini seçim yoluyla halktan alırlar.
Tabii olarak öncelikle vekaletini aldıkları halka karşı sorumludurlar ve müvekkillerinden bir şey saklayamazlar.
Böyle bir durum emanete ihanet etmek demektir ve en hafif ifadesiyle şerefsizliktir.
İkincisi eğer böyle bir 'saklama' var ise, yine hukuki tanımlamayla suça ve suçluya yardım-yataklık ederek delilleri karartmaktır ve suçtur.
Çözüm süreci, resmen başladığı 23 Şubat 2013 tarihinden bu yana tartışılıyor.
Öyle gözüküyor ki siyaset dünyamızda uzun yıllar daha tartışılmaya devam edilecek.
23 Şubat 2013'te İmralı Adası'nda Abdullah Öcalan ile yapılan ilk görüşme heyetinde Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan ile birlikte ben de yer aldım.
Sürecin hepsinin olmasa da önemli bir bölümünün tanığıyım.
İlk günden itibaren hem partili arkadaşlarımla hem de hükümet yetkilileri ile fikren ve zikren ayrı düştüm.
Bu sürecin bildiğim kadarını üzerinden geçen sekiz yıl boyunca hemen her fırsatta kendimi sorumlu saydığım halka arz ettim.
AK Parti hükümetinin öncelikle 'çözüm süreci' yöntemine karşı çıktım.
İtirazlarımı birkaç başlık altında özetleyecek olursam;
- Demokratik haklar, PKK başta olmak üzere hiçbir kişi, kurum ve kuruluşla pazarlık edilemez, rehin tutulamaz ve tartışılamaz.
Onun içindir ki kültürel ve siyasi demokratik hakların muhatabı doğrudan halktır.
PKK ile ancak silahların bırakılması, 'Dağda silahla gezileceğine, ovada siyaset yapma' siyasi mahkumların affı ve toplumsal hayata rehabilite edilerek katılımları gibi konular görüşülebilir.
- 'Devlet sırrı' gibi suiistimale açık ve enfeksiyona müsait davranışlardan kaçınılarak elden geldiğince açık, şeffaf ve halka güven verici bir yöntem uygulanmalıdır.
Halk sürekli olarak bilgilendirilmeli ve süreci sabote edecek karşıt söylem, propaganda ve kışkırtmalara karşı risk alınarak dik bir duruş sergilenmelidir.
- Olabildiğince dikkatli; ancak hızlı hareket edilmelidir. Dikkatli olayım derken ağır ve geç hareket etmek her taraftan yapılacak sabote eylemleri ile süreci akamete uğratır.
- Başta HDP heyeti olmak üzere siyasilerin konumları ve rolleri 'müzakereci' olmalıdır.
Siyasiler İmralı-MİT-Kandil arasında 'postacı' olmamalıdır. Devletin elinde (PTT'de) çok miktarda postacı vardır.
Bu konularda elimden geldiğince hayatım boyunca ilkem olan 'devlet adamı' olmaktan öte 'millet adamı' olmaya çalıştım.
23 Şubat 2013'teki İmralı görüşmesinden sonra ilk günden itibaren bu doğrultuda hareket etmeye çalıştım ve sorumluluklarının bilincinde olan biri olarak TV kanallarından halkı bilgilendirdim.
'Konuşmayın' uyarısına uyan arkadaşlarım ise 3-4 ay hiçbir TV kanalına çıkmadılar.
İlk ve en önemli görüşmeden sonra İmralı heyetinden çıkarıldım.
Ünlü bir Arap atasözü 'Sen sabretsen de zaman sabretmez' diyor.
Bugün üzerinden 8 yıl geçtikten sonra Pervin Buldan bildiklerini açıklayacağını söyleyerek tehditler savuruyor.
Heyetteki diğer arkadaşlar ise halen susmaya devam ediyorlar.
Evet! Demokrasilerin en önemli unsuru şeffaflıktır.
Halktan gizlenen her şey halka ihanettir.
Kim ne biliyorsa açıklamalı.
Halkın uyutulmaya değil, uyandırılmaya ihtiyacı var!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.