Türkiye, son iki yıldaki yavaş büyüme oranlarını dışarıda tutarsak, 2000’li yıllarda hızlı büyüyen bir ekonomik performans sergiledi.
Hızlı büyüyen her ekonomide olduğu gibi enerji ihtiyacı da hızla arttı.
Aynı zamanda, fosil enerji kaynağı olarak da nitelendirilen petrol varlığı bakımından dışa bağımlılığımız da arttı.
Enerjide dışa bağımlılık enerji faturamızı (cari işlemler açığını) arttıran en önemli faktör.
Uzun vadeli sürdürülebilir bir büyüme ve kalkınma yürüyüşünü devam ettirebilmek için enerjideki dışa bağımlılığı yerli enerji kaynaklarıyla ikame etmek gerekiyor.
**
2019 Eylül sonu itibarıyla Türkiye’de kurulu elektrik enerji gücünün yüzde olarak 31,4’ü hidrolik, 28,6’sı doğalgaz, 22,4’ü kömür, 8.1’i rüzgar, 6,2’si güneş ve 3,3’ü diğer kaynaklardan oluşuyor.
Buna karşılık 2018 yılında elektrik üretimininyüzde 37,3’ü kömürden, 29,8’i doğalgazdan, yüzde 19,8’i hidrolik enerjiden v.s. elde edilmiş.
Açıkçası, kömürlü termik santrallerden üretilen enerji, kurulu güce göre çok daha fazla (yüzde 20 civarında kurulu güce karşı enerji üretiminin yüzde 37’si kömürle çalışan santrallerden elde ediliyor).
Bu artışta, yerli kaynaklardan elektrik üreten (özellikle kömürle çalışan) santrallere verilen teşviklerin etkisi yüksek.
**
Kömür kullanılarak elektrik enerjisi üretilmesi tarihi neredeyse 100 yıl öncesine dayanıyor.
Ancak kömür aynı zamanda bilinen en kirletici enerji elde etme yöntemidir, aynı zamanda. Çünkü kömür yakıldığında ortaya çıkan karbon ve kükürt gazları hem insan sağlığını hem de çevreyi (gıda ve su kaynaklarını) adeta mahvetmekte, bütün ekonomik faaliyetleri (turizm, tarım ve hayvancılık gibi) olumsuz etkilemektedir.
Kömür, iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının en önemli kaynaklarından biridir. Bu nedenle de küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadelede politika belirlemeye çalışanların hedefinde kömür var.
Kömürü bir elektrik enerjisi kaynağı olmaktan çıkarmadan çevre ve iklim değişikliği mücadelesinde başarıya ulaşmanın imkânı yok.
HEAL (Health and Environment Alliance) Türkiye raporunda her yıl 2876 erken ölüm, binlerce kronik bronşit, kalp-damar hastalıkları, akut astım semptomları ve birçok rahatsızlık kömür yakıtlı santrallerle ilişkilendiriliyor.
**
Hal böyleyken Türkiye’de, son yıllarda (biraz da zorunluluktan) kömürle çalışan termik santrallerin yapımını ve yaygınlaştırılması bir devlet politikası olarak teşvik edilmiştir.
1990 yılında Türkiye’de termik santrallerin kurulu gücü 5,6 MGw (megawatt) iken 2018 yılı sonunda 21,2 MGw’a çıktı.
Kömür yerli ve milli bir enerji kaynağımız, lakin en fazla doğayı kirleten enerji kaynağı aynı zamanda.
Kömür sanıldığı kadar ucuz bir enerji kaynağı değil (Carbon Tracker’in raporuna göre AB’de kömürle çalışan santrallerin yüzde 79’u zarar ediyor). Üstelik Türkiye kömürden elde ettiği enerjinin yarısını ithal kömürle üretiyor. Bu durum aynı zamanda ülkeden hatırı sayılır bir döviz çıkışı anlamına gelmektedir.
**
Termik santralleri, kurulduğu bölgelerde insan ve çevre sağılığını ciddi olarak tehdit ediyor (çevrede yaşam belirtisi adına bir şey bırakmıyor… ot bitmiyor ot… çıplak gözle de bu görülebilir).
Kömür savunucularının iddiası; termik santrallerinin bacalarına filtre takıldığında zehirli gazların havaya yayılmadan tutulabileceği.
Dünyada, termik santrallerinin filtreleme sistemleri sayesinde zehirli gazların atmosfere yayılmasını tamamen önleyebildiği belirtiliyor. Ancak, filtreleme sistemleri çok pahalı ve elektrik üretim maliyetlerini yüzde 50’ye yakın oranlarda artırıyor.
Üstelik tahmin edileceği gibi, filtreleme sistemleri teknolojisi de tamamıyla yabancı bir teknoloji.
Hal böyle olunca, Türkiye’deki termik santral işletmecileri mevzuatından yararlanarak filtreleme işinden şimdiye kadar kaçtılar.
Cumhurbaşkanı’nın meclisten çıkan filtrelemeyi erteleyen yasayı veto etmesi bu kaçışın sona erdiğini gösteriyor. Bu veto; her şeyden önce insan sağlığı, çevre kirliliği, hava, su ve toprak kalitesinin korunmasına verilen önem bakımından çok anlamlı.
**
Son söz olarak; kömürle enerji üretimini teşvik eden enerji politikalarından biran önce vazgeçilmeli, AB ülkelerinde başlatıldığı gibi kömürle çalışantermik santrallerinin kapatılması bir takvime bağlanmalı.
Zira kömürden elektrik elde etmek hem eskisi kadar ucuz değil (açık maliyet), hem de iklim değişikliği, çevre kirliği, insan sağlığı ve canlı hayatını etkileme maliyetleri telafi edilemeyecek boyutlara ulaşmış.