Stockholm Üniversitesi'nde doktora yapıp 1980'lerin başında İsveç'ten yurda döndüğümde, siyaset bilimi eğitimi görmüş yeni zihnimle yeniden baktığım ülkemle ilgili iki temel gözlemim oldu:
1) Özgürlükçü demokratik rejim iyi kötü, şöyle böyle yerleşecek ise, yaygın İslam inancıyla bağdaşmalıdır. 2) Eğer bilimsel düşünme iyi kötü, şöyle böyle yerleşecek ise komplo teorilerine dayalı zihniyetin yaygınlığı son bulmalıdır. Diyebilirim ki, bir akademisyen ve yorum yazarı olarak 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar süren kariyerime yön veren bu iki arayış oldu.
İkinci cephede yapmaya çalıştığım ilk naçizâne katkı, Mete Tunçay'ın önerisi üzerine Karl R. Popper'in "Prediction and Prophecy in the Social Sciences / Toplum Bilimlerinde Öndeyi ve Kehanet" başlıklı makalesini Türkçeye çevirmek olmuştu. Makale, Bryan Magee'nin "Popper" üzerine kitabının Türkçe çevirisinin sonuna eklenerek yayımlandı. (Karl Popper'in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Çev. Mete Tunçay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1982.)
Bugün sosyal bilimlere hâkim olan eleştirel akılcılık felsefesinin kurucusu olan Popper'in 1948’de, 10. Uluslararası Felsefe Kongresi'nde yaptığı konuşmayı içeren bu makalede altını çizdiği hususları şöyle özetleyebilirim: Bilimsel düşüncenin zıddı olan toplumsal komplo teorisi, dinsel bâtıl inançların (her şeyi kontrol eden, hükmeden tanrı/lar fikrinin) laikleşmiş şeklidir. Yanlışlanması, yanlışlığının gösterilmesi mümkün olmayan bu tür teorilere göre bütün olaylar bundan çıkarı olan kimselerin eylemlerinin ürünüdür. Hiç komplo yapılmadığı Elbe söylenemez, ancak komplolar çok ender olarak başarıya ulaşır. Zira varılan sonuçlar daima amaçlananlardan çok farklı olur. Toplum bilimlerinin görevi de zaten, amaçlı insan eylemlerinin amaçlanmayan toplumsal etkilerini, sonuçlarını ortaya çıkarmaktır.
Bu çeviriden sonra yıllar içinde çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan birçok yazımda, siyasî gelişmeleri açıklamak için başvurulan komplo teorilerinin aldatıcılığını göstermeye, başka bir iki yazar gibi ben de çaba harcadım. Tıpkı başka bazı yorumculara benzer şekilde, toplumsal sorunlarımızın çözümü için özgürlükçü demokrasinin yerleşmesi gerektiğini savunduğum gibi...
Türkiye'nin bugün, yaklaşık 40 yıl sonra vardığı nokta, ne yazık ki, iki cephede de hayli başarısız. Özgürlükçü demokrasiyi de, bilimsel düşünce tarzını da yerleştirmekten çok uzağız; belki daha da uzağa düştük. Şurası muhakkak ki, bu iki cephede başarı birbirine bağlıdır, yani özgürlükçü demokrasi yerleşmeden bilimsel düşünce gelişemez, bilimsel düşünce gelişmeden de özgürlükçü demokrasi yerleşemez.
Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Kerem Karaosmanoğlu, yakınlarda yayımlanan Komplo Teorileri: Disiplinlerarası Bir Giriş (İletişim Yayınları, İstanbul 2019) adlı kitabında komplo teorilerinin çeşitli disiplinler (psikoloji, psikiyatri, sosyal psikoloji, siyaset bilimi, siyaset felsefesi, vs.) açısından kapsamlı bir analizini yapıyor. Dikkat çektiği noktalardan biri, komplo teorilerinin özgürlükçü demokrasiyi iyi kötü yerleştirmiş olduğu söylenebilecek Batı ülkelerinde ancak marjinal kesimlerde rağbet bulurken, bizde son yıllarda patlama yapıp neredeyse anaakım hâline gelmesi. Bunun temel nedenlerinden biri de komplo teorisinin resmî söyleme, yani devlet zihniyetine de hâkim olması.
Karaosmanoğlu, bu alandaki zengin Batı literatürüne dayanarak, şu hususların altını çiziyor: Komplo teorilerine inananlara göre, "Hiçbir şey tesadüf değildir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Her şey birbiriyle bağlantılıdır. Dünya, arka planda mutlak iyiyle mutlak kötünün çatışma hâlinde olduğu" bir sahnedir. Toplumsal olaylar (alternatif olarak) emperyalistlerin, kapitalistlerin, komünistlerin, faşistlerin, teröristlerin, Yahudilerin, Siyonistlerin, Sabetayistlerin, masonların, küresel egemenlerin, irticanın, "üst akıl"ın, dış ve iç düşmanların, vs. vs. eylemlerinin ürünüdür.
İnsanların komplo teorilerine inanmalarının psikolojik nedenleri vardır. Dinî inançlara benzer şekilde, kesinlik arayışındaki insan zihnini rahatlatır, belirsizlikten kurtarırlar. Komplo teorilerine inananların siyasette şiddeti destekleme olasılığı yüksektir. Öte yandan insan zihni her zaman olaylarda örüntü, düzenlilik bulma eğilimindedir.
Söz konusu teoriler, iktidarını pekiştirmek için düşman yaratma arayışındaki sağ ya da sol nitelikte milliyetçi, ayrımcı, anti-demokratik, popülist, baskıcı rejimlerin söylemine egemen olma eğilimindedir. Bunlara göre eğer birileri mevcut düzene karşı ayaklanmışsa mutlaka arkalarında onları kukla gibi yöneten güçler vardır.
Türkiye'de yaygın olan komplo teorilerinin kendine has özellikleri de vardır. Son yıllarda onlarca yayınevi tarafından basılan yüzlerce kitapla yayılan komplo teorileri resmî tarihten etkilenmektedir. Bunlara göre, bütün kötülüklerin kökü dışarıdadır; dış düşmanlar ve yerli işbirlikçileri devlete sızarak onu sessizce ele geçirme, karanlık emellerine alet etme uğraşındadır.
Karaosmanoğlu'nun kitabı, komplo teorisinin ne olup ne olmadığı ve Türkiye'de yaygın komplo zihniyeti üzerine bugüne kadar yazılmış çok az sayıdaki çalışma arasında en doyurucu ve en yetkin olanı. Bu bakımdan, bu konuya ilgi duyan herkes tarafından okunması gereken çok nitelikli bir araştırma. Umarım fazlasıyla hak ettiği ilgiyi görecektir.
Kitabın son bölümünde yazar "Bulunduğumuz bu noktada, elimizdeki veriler ışığında, komplo teorileri üzerine yazılmış külliyatı da gözönünde bulundurarak Gülen Cemaati'ni ve etrafında dönen tartışmaları bu sorunsalın içine ne şekilde sokabiliriz ve nasıl anlamlandırabiliriz?" diye soruyor ve cevaplamaya çalışıyor.
Buna girişirken şu hatırlatmaları yapıyor: "Gülen Cemaati'nin kendisi, üstlenmek istediği rol ve gerçekleştirmiş olduğu şeyler tarihte çok az benzeri olan, dünyada örneği olmayan son derece kendine özgü özellikler barındırmaktadır. Bunun dışında 15 Temmuz 2016 askerî darbe girişiminin kendisi de bütüncül bir analize muhtaçtır. Askerî darbe girişimi hakkında henüz gün yüzüne çıkmamış, hâlâ aydınlatılmayı bekleyen unsurlar vardır. Zaman içinde bu mesele hakkında daha kapsamlı, dengeli ve sağlıklı analizler yapılabileceğini düşünüyorum... Ama yine de bir vaka çalışması olarak, şimdiye kadar yazılanların ışığında Cemaat ve 15 Temmuz darbe girişimi üzerine bir fikir jimnastiği yapabiliriz." (s.204)
Varılan sonucu şöyle özetlemek mümkün: Bu bağlamda iki teori bulunuyor. Birinci teoriye göre, Cemaat "Ordudaki unsurların erken tasfiyesine yönelik duyumların da etkisiyle aceleye getirilerek, koordineli ama kusursuz olmaktan hayli uzak bir darbe denemesi" gerçekleştirmiştir. İkinci teori ise, "darbe girişiminin 'Erdoğan tarafından tezgâhlanması' veya fitilinin ateşlenip kontrollü bir şekilde 'patlatılması' iddialarına dayanmaktadır... Birinci teori daha akla yakın ve 'mütevazı' gözüktüğü için tercih edilmelidir." Ama bu "birinci teoriyi kusursuz yapmaz... daha makûl olmasına rağmen herşeyi (henüz) açıklayamamaktadır ... Kafalarda soru işaretleri vardır ve bu sorular eleştirel aklın süzgecinden her zaman geçirilmelidir. Ama bütün bunlar görece daha zayıf temellere dayanan ikinci teorinin olumlanmasını gerektirmez." (s.215 - 216.)
Muhakkak ki bu son bölümde yapılan irdeleme, Karaosmanoğlu'nun kitabını güncel tartışmalar açısından da son derece dikkate değer kılmakta.
P24