ATASOY MÜFTÜOĞLU
Aziz İslam; içsel, derunî, manevi, irfanî boyutlar/unsurlar içerdiği gibi, dışsal, kamusal, siyasal/dünyevi unsurlar, boyutlar da içerir. İslami bütün ibadetlerin, yükümlülüklerin, ahlaki/vicdani işlevleri olduğu kadar, kamusal, siyasal, dünyevi işlevleri de vardır. İslami bütünlük, modern-seküler saldırılara maruz kaldığı tarihten itibaren bozulmuş, parçalanmış ve dünyevi misyonunu kaybetmiştir. İslamın dünyevi/siyasal misyonunu kaybettiği tarihten bu yana, İslam toplumları, İslami bünye, büyük bir kırılganlıkla, tarihsel kırılmalarla malûl, savunmasız, korunmasız, güvensizliğin ve belirsizliğin uçurumlarında yaşayan, yaşatılan toplumlara dönüşmüş ya da dönüştürülmüştür.
Günümüzde İslam ve Müslümanlar, ideolojik ve ırkçı sözcüklerin/dilin saldırıları karşısında bile savunmasızdır. İslami düşünce hayatı, dini hayat, gerçek sorunlarla yüzleşmeye cesaret edemediği için, sözcüklerin saldırılarına bile cevap verememekte, köhne ayrıntılarla oyalanmaktadır.
İslami bütünlük, içerisinde bulunduğumuz dönemde de, ne yazık ki, içeriden, milliyetçi saldırılarla çok daha kırılgan hale getiriliyor. Müslümanların Türkleştirilmesi, Araplaştırılması, Farslılaştırılması, Kürtleştirilmesi ve daha nice etnik kimliklere dönüştürülmeleri ile, ümmet, özellikle siyasal anlamda-bağlamda bütünüyle etkisiz hale getiriliyor. Peygamberimiz Efendimizin (s.a.v.) kamusal-siyasal bir görev-misyon üstlendiği günümüzde her nasılsa hiç konuşulmuyor. Dünya ve insanlık tarihini derinden etkileyen ve dönüştüren Efendimizin Peygamberliğinin münferit bir peygamberlik olmadığı da keza hiç hatırlanmıyor. İslamın günümüzdeki konumunun-sınırlarının, ırkçı-ideolojik dünya görüşleri tarafından belirlenmiş/belirlenmekte olması da, her nasılsa, sorgulama konusu yapılamıyor.
TEHDİTLERİN FARKINDA OLMALIYIZ
Müslümanlar olarak, İslami umutlardan, ancak İslam´ın maruz kaldığı bütün tehditlerin farkına ve bilincine vardığımızda, bu tehditleri bertaraf etmek üzere bütünlüklü bir mücadele yürüttüğümüzde söz etmeye başlayabiliriz. Yeni gerçekler, yeni durumlar, yeni gelişmeler, yeni hesaplaşmalar, meydan okumalar karşısında, yeni çözümlemeler yapamamak, İslami bilincin kötürümleşmesine yol açar. Hayatımızı anlamlı-önemli kılan, ilkesel temel tercihlerimiz, ilkesel kararlılıklarımızdır. Tüketimin putlarına hizmet etmeye başlayan bir topluluk için İslami ilgi, folklorik bir ilgiden ibarettir. İslami alana ancak İslami varoluşun sorumluluklarını üstlenerek dahil olabiliriz. İslami dil´i, bilgi´yi, dünya görüşünü özgürleştirmeksizin, İslami varoluştan hiç bir şekilde söz edemeyiz. Resmi yükümlülükleri yerine getirdiğimizde, ancak resmi alana/dünyaya dahil olabiliriz.
Müslümanlar olarak düşünen/akleden, ahlaki hayatlar sürdüren, adalet ve hakkaniyet ilkelerini yaşatan topluluklar olmayı başarabilseydik, bugün İslam´ın, İslami yapıların, sözcüklerin, kavramların, gerçekliği temsil gücünü nasıl yitirdiğini tartışıyor; bu yapıların, sözcüklerin, kavramların yeniden nasıl tecrübe edilebileceği üzerine çözümlemeler üretiyor olacaktık. İslami varoluş mücadelesinin yerini, çıkar-yarar mücadeleleri aldığı için, İslami-insani varoluşun derinliklerine nüfuz etme imkânını büyük ölçüde kaybettik, kaybediyoruz. Çıkar-yarar mücadeleleri, uğraşları, tercihleri, hesap-kitap yapan mantık, yaklaşım, içerisinde bulunduğumuz dönemde, buz gibi kayıtsızlıklara, buz gibi ilgisizliklere, buz gibi bencilliklere ve dikkatsizliklere neden oluyor.
Çıkar-yarar mücadeleleri sınır tanımadığı için, ölümü hiç mi hiç hatırlamıyoruz. Ölümü tefekkür ederek hayatı çok daha anlamlı, çok daha erdemli, çok daha yoğun ve çok daha derin kılabiliriz.
HAKİKATİ SÖYLEMEK VE SAVUNMAK
Bugün, İslami inceliklere sahip olabilseydik, ihtiraslarımızı, aşırı beklentilerimizi kontrol edebiliyor olacak, daha ölçülü, daha adil hayatlar yaşayabilecektik. İhtiraslarımızla ihtiyaçlarımız arasındaki denge ve ölçüyü büyük ölçüde kaybetmiş bulunuyoruz. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, toplumsal ve siyasal sorumluluklar üstlenerek, en güzel dili kullanarak, politik, ekonomik, bürokratik, manevi her tür iktidara karşı hakikati söyleyen bir topluluk ve varoluş tarzı kalmamışsa eğer, ahlaki ve vicdani bağlamda hiç bir şey kalmamış demektir.
Hangi bağlamda ortaya çıkıyor olursa olsun, bütün ihtiraslarımız, ahlaki/ruhsal çoraklıklara neden oluyor, zihnimizin ve kalbimizin imkanlarını sınırlandırıyor. Kendi eşsizliklerine, benzersizliklerine inananlar, başkalarının niteliklerini ve erdemlerini değerlendirme ihtiyacı duymuyor. Körü körüne itaati gelenek haline getiren kültürler, toplumların karar verme yeteneklerini bütünüyle yok ediyor. İslam dünyası toplumlarının halen içerisinde bulundukları zihinsel-entelektüel fosilleşme ve taşlaşma aşılmadan, bu fosilleşmenin-taşlaşmanın nedenleriyle ilgili çözümlemeler yapılmadan, hiç bir özgürlük/medeniyet/kültür tahayyül ve tasavvurundan, mücadelesinden söz edilemez. İslami mücadele, bir öç alma mücadelesi değildir, çünkü İslam dayatılan bir inancın, düşüncenin, dilin, kültürün adı değildir.
?ÖZGÜRLÜK´ YANILSAMASI
İnsan bilincinin ideolojik baskı yoluyla şekillendirildiği bir dünyada, gerçek özgürlük ancak büyük bir yanılsama olabilir. Çünkü ?özgürlük? klişesi, ideolojik algılar ve sınırlar içerisinde kullanılmaktadır. Bugünün dünyasında bir yanda ?özgürlük? ve ?eşitlik? klişeleri yüceltilirken, diğer yanda bizzat ?liberal demokratik? toplumlarda yapısal eşitsizlikler, yapısal özgürlüksüzlükler, ırkçılıklar, ötekileştirmeler, dışlamalar yoğunlaşarak devam ediyor. Bu tür toplumlardaki yapısal eşitsizlikler, yapısal özgürlüksüzlükler/mahrumiyetler sebebiyle, Müslüman azınlıklar/göçmenler çok ciddi aidiyet sorunları yaşıyor. Bu tür toplumlarda siyasal değerler, piyasa değerleri tarafından belirleniyor.
İslami mücadele ya da İslamcılık mücadelesi, Batılılaşmanın, sömürgecilik yoluyla, jeopolitik çatışmalar yoluyla, kültür emperyalizmi yoluyla, İslam toplumlarına bir tahakküm biçimi olarak dayatılmasıyla birlikte, kesintiye uğratılan, bastırılan, engellenen İslami varoluş tarzını ve dünya görüşünü yeniden dünyada ve tarihte tecrübe edilebilir bir noktaya taşıma mücadelesidir.