Yönetim Kurulu, Başkan Kerem Kınık’a sahip çıkan bir açıklama yapmıştı. Kurumu yıpratmak ve karalamak kastıyla saldırılara hedef seçildiğini, insani yardım faaliyetlerine adanmış bir şahsiyet olduğunu, liderliği sayesinde Kızılay’ın dünyada saygınlık kazandığını, kendileri için büyük bir şans olarak gördüklerini ve arkasında durduklarını duyuruyorlardı.
Halbuki ‘yedirmeyiz, kolay lokma yaptırmayız, yanındayız’ edebiyatı yerine, olan biteni sır saklamadan ikna edici bir şekilde millete anlatsalar daha hayra geçmez miydi? Kızılay için, kendileri için ve kalkan oldukları Başkan Kerem Kınık için...
Kurumda akraba kadrolaşması, yağlı maaş, lüks araç ve ballı lojman iddialarından başlayıp eleştirileri, ilkokul çocuğunun bile anlayacağı basitlikte tane tane çürütseler...
Daha çok kafa karıştıracak, daha çok şüphe çekecek dolambaçlı izahlar yerine...Başkent Gaz adlı şirketin, Ensar Vakfı’na bağışlayacağı 8 milyon doları niye Kızılay üzerinden transfer ettiğini, aracılık rolünü neden kabul ettiklerini çıkıp bir kerede dürüstçe ve olanca yalınlığıyla paylaşsalar...
Baskan Kınık’a çok daha makbul bir destek sunmuş olmazlar mıydı?
Lafı dolandırınca, sarpa sarıp bakın neye mal oluyor!...
Başkent Gaz, niye Kızılay’ı aracı kullandı? Hala muamma. ‘Vergiden kaçınma’yla açıklanmıştı. Yani bağış miktarını vergiye sayarak Ensar’a aktarma hesabıyla...O çöktü.
Başkent Gaz, kamu yararına vakıf statüsü tanındığı için, bağışı doğrudan Ensar’a da yapsa vergiden düşebileceğini, sonucun değişmeyeceğini kabul etti.
Niye Kızılay öyleyse? Neyin izi kaybediliyor, vergi değilse neydi kaçınılmak istenen?
Ensar, bağışın aslında TÜRGEV’le ortak girişimleri TÜRKEN Vakfı’na yapıldığını söyledi. Elden ele dolaştırmaya niçin gerek duyuldu peki? Ucunun nereye çıktığı bulunamasın diye değilse niye?
Hem, vergiden düşülecek bağışla vakfa direkt Hazine’den para aktarmak arasındaki fark nedir?...
Kınık’ın başkanlığı kurum için ne büyüklükte bir şans, bilemem.
Fakat şunu söyleyebilirim. Kızılay paravan mı yapıldı; neye, niye alet edildi, arkada neler dönüyor sorularının önü alınmazsa o şans, kuruma güvenle birlikte heba edilmiştir.
Davul Ankara'da tokmak Şam'da çıkarken
Rusya’yla ipler kopma noktasına geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçenlerde Rusya’yı uyarmış, Astana mutabakatına uymaya ve dostu Esad’la ortağı Türkiye arasında artık bir seçim yapmaya çağırmıştı.
Tonu dün daha da sertleştirdi Cumhurbaşkanı. Rusları, açıkça Astana’ya sadakatsizlikle suçladı.
Şu ‘elimiz kolumuz bağlı oturup seyirci kalmayacağız’ ve ‘bıçak kemiğe dayandı’ mesajlarını yazın bir kenara:
Bir: “Rusya ile bir mutabakat imzalamıştık. Bu mutabakat Esed rejimini destekleyen Rusya tarafından kanla adım adım delinmekte, bozulmakta, ihlal edilmektedir.”
İki: “Barış Pınarı Harekâtı bölgesinde de aynı yol ayrımına gidiyoruz.”
Üç: “Askeri güç kullanmak dahil ne gerekiyorsa yapmaktan çekinmeyeceğiz”
Dört: “Ülkemizi Suriye’de çıkmaza sürükleyerek dikkatimizi dağıtmaya çalışanların hesapları tutmayacaktır.”
Demek ki Cumhurbaşkanı, Rusya’nın tutmayacağı sözlerle Türkiye’yi oyalayıp Esad’a zaman kazandırdığını, sahada avantaj sağladığını düşünüyor.
Putin’in, Ankara’yı boş vaatlerle durdurup Şam’a ve YPG’ye ‘yürü’ dediği kanaatine ulaşılmış görünüyor.
Tabiri caizse meali şudur: Davulu Ankara’nın boynuna asıp tokmağı Esad’ın eline tutuşturmuş Moskova.
‘Biraz geç kalınmadı mı bunu anlamak için’ ve ‘baştan öngörülemeyecek gibi miydi, oysa çok söyleyen oldu’ soruları bir yana...
Cumhurbaşkanı’nın zehir zemberek suçlama ve tehditlerine Moskova’dan gelen tepki de son derece lakayt.
Kremlin Sözcüsü Peskov cevabi açıklamasında, güç kullanma tehdidini duymazdan geliyor. ‘Aldattınız’ isyanını ise almaza yatarak üstünde durmadan reddediyor.
Peskov; Astana mutabakatına riayet ettikleri, İdlib’te Esad’la birlikte terörist saldırılarına karşılık vermekten başka bir şey yapmadıkları teraneleri tutturmaya devam ediyor.
‘Biz üzerimizde düşeni yapıyoruz, verdiğimiz sözleri tutuyoruz’ derkenki iması da enteresan. Tersinden Ankara’yı, üstlendiği sorumluluğu yerine getirmemekle, sözlerini tutmamakla suçlamaya çalışıyor sanki.
Aynı gün Türkiye’den domates ithalatı kotasını arttırma tasarısı hazırlamaları da tesadüf olmasa gerek. Dalga geçer gibi. Geçen yıl 50 bin tondan 150 bine çıkarılmıştı. Şimdi 200 bine ikmal edeceklermiş.
Bu kadar ucuza kapatabileceklerini mi zannediyorlar, iyice cıvıtıp işi laubaliliğe mi vuruyorlar? Akılları sıra ‘sus’ payı olarak domates kotası mı teklif ediyorlar? Yorumu size kalmış.
Ama bana sorsanız, çıkarılacak kesin bir sonuç var; Ankara ile Esad ve YPG arasında bir seçim yapmayacaklar.
***