Birkaç nahiyelik Kızıl Kürdistan’dan girdik, meseleyi, her şeyi küçük ayrıntılara dönüştüren Rus-Türk rekabetine bağladık. Savaş şimdiden yüzlerce insanı toprağa gömdü, acıları büyüttü. Belki çatışmalar siyasal liderlerin söylemine güç katacak; savaş ağalarının yüzünü güldürecek.
Coğrafya mühendisliği belli bir ligde olmayı gerektirir. Osmanlı, yanı başında Çarlık Rusya, devamında Sovyetler bu ligdeydi. Her kesimin ulusalcıları bunda övünecek noktalar bulabilir ama halklar açısından acı hatıralar barındırır. Suçlar sadece emperyallerin tekelinde değildir. Sovyet coğrafyası alt emperyalleriyle de malumdu. Trans Kafkasya’nın üç cumhuriyeti Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan egemen etnik grubun dışındakileri baskılamak, statüsüz bırakmak ve asilime etmek için yeterince gayretkeşti. O güzelim coğrafyanın altı ve üstü, dünü ve bugünü etnik sorunlar keşmekeşi.
Karabağ Azeri midir, Ermeni midir kavgası son 30 yıldır bir durup iki alevlenen düşmanlık sürecini başlattı. Milliyetler coğrafyasına her dokunuş katliam, tehcir ve etnik temizlikle dolu bir başka sayfayı açıyor. Bugünün savaşlarına tarihten referans arayan bütün taraflar kendi avlularına yığacak malzemeyle dönebilirler. Avunmak ve avutmak için bunlar yeterlidir. Kitlesel tüketime yönelik ve devlet tekelinden geçen anlatılardan bol ne var! Mesela Azerbaycan ve Ermenistan’ın kitlelere dönük anlatılarına bakalım; bugün üzerinde kavga verdikleri şeridin Kürtlerine dair bir şeyi var mı? Kürt geçmişi herkesin görmezden geldiği bir tarih.
Elbette her bir geçmişin arkasında bir başkasının geçmişi vardır. Erivan’ın, Stepanakert’in (Hankendi), Şuşa’nın vs.
1923’te Sovyet idari yapılanmasında Ermeni çoğunluklu Karabağ, özerk oblast olarak Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlanırken Karabağ’ın batısından Ermenistan sınırına kadar olan bölgede Kızıl Kürdistan diye anılan ‘Kürdistan Uyezdi’ kuruldu. Altı nahiyeli idari yapının yani kazanın merkezi Laçin’di. Laçin’in yanı sıra Kelbecer, Zengilan, Kubatlı, Cebrail ve kısmen Zengezur bu yapının içindeydi. 1926 nüfus sayımına göre bölgenin nüfusu 51 bindi. Bunların yüzde 72’si Kürt, yüzde 26’sı Azeri ve yüzde 0.7’si Ermeni’ydi. Ancak yüzde 92 Azerice konuşuyordu. Kızıl Kürdistan iki cumhuriyet arasında gerilimi emen bir tampon olarak kurgulanmıştı. Sonra Türkiye’nin ‘Kürt’ endişesini gidermek için 1929’da lağvedildi. Kurulurken faydalı görülen kaldırılırken de faydalı bulunmuştu.
Dilini kullanmayı önceki yüzyıllarda bırakmaya başlamış Kürt nüfusu daha da asimile oldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Orta Asya’ya sürülenler arasında Kürtler de vardı. 1992’deki çatışmalarla kalanlar da dağıldı.
Biraz daha genelleme yaparsak 1988 sonrası çatışma sürecinde Ermenistan Azerileri, Azerbaycan Ermenileri içinden attı. Burada tarihi referanslarda bir başlık olamadıkları gibi güncel trajedide de Kürtlerin adı yok. 1994 ateşkesinden sonra Minsk Grubu’nun arabuluculuğunda yürütülen müzakerelerde Kürtler hiçbir tarafın not defterinde görülmedi. Bu konuları ancak Kürt idealistleri kendi dar çevrelerinde yazıp konuşabiliyor.
Hem Azerbaycan hem Türkiye’de Türklük temelinde doludizgin kahramanlık ve dayanışma kampanyası yürütülürken araya başka bir şeyin girmesine kim izin verir! Kürt kökenli Azerbaycanlılar bile bu geçmişe sahip çıkmazken! Beri tarafta Erivan’daki Azeri izlerini heyecanla hatırlatanlar da Kızıl Kürdistan’ın anılmasını öfkeyle karşılayacaklardır.
Savaşların temellendirildiği milliyetçi savlar ve saikler süreçleri anlamak ve anlamlandırmak değil amaca doğru güdülemek için var. Kafkasya da bu açıdan önemli veriler içeriyor.
***
Şimdi yeniden şiddet faslındayız. Yıllar içinde Azerbaycan petrol gelirleriyle iyice silahlandıktan sonra Ankara’nın da “Sonuna kadar git, arkanızdayız” telkini ve “Ne istersen veririz” garantisiyle kaybettiği toprakları geri almak için 27 Eylül’den beri hücumda.
Her milliyetçi okuma ya da çıkış, karşı okuma ve çıkışla karşılık buluyor. Her müdahale başka altüst oluşları beraberinde getiriyor. Bunun kaybedeni halklar.
Türkiye destekli son Azerbaycan hamlesinin nereye varacağını, kime ne getireceğini, daha önemlisi neye mal olacağını şimdiden kestirmek güç. Savaş planlandığı gibi sonuçlar vermeyebiliyor. 1991-1994 savaşında Karabağ ve Ermenistan sınırına kadar olan rayonların Azerbaycan’ın kontrolünden çıkması da böylesi bir şeydi. Bakü yönetimi Karabağ’da otoritesini kurmak isterken daha fazla toprak kaybetti. Binlerce insan yaşamını yitirdi. Bölge etnik temizliğe sahne oldu.
Şimdi Ermenistan fakir, Azerbaycan güçlü ve donanımlı. Türkiye geçmişten farklı olarak askeri, siyasi, diplomatik ağırlığını Azerbaycan’dan yana koymuş durumda. Rusya açısından da durum daha nazik. 1990’lardan bu yana Moskova’nın bölgeyle ilişkilerinin rengi ve içeriği değişti. Ermenistan’ın müttefiki; burada üsleri var. Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO) şemsiyesi altında Ermenistan’ın güvenliğini kendi güvenliği sayıyor. Beri tarafta Ermenistan’a kıyasla Azerbaycan’la ekonomik ilişkileri daha ileride. Eskiden de Sovyet kurumsal yapılanması Azerbaycan’da güçlüydü. Ruslar birini ötekine feda etmek gibi bir lükse sahip değil. Geçmişte çıkan çatışmalar sayesinde ağabeylik rolünü güçlendirip her ikisini de kendisine minnettar kılma becerisini sergiledi. Moskova’nın 2018’de iktidara gelirken Batıdan yana tercihini yapmış Başbakan Nikol Paşinyan’ın savaşın şiddeti karşısında büyük bir nedametle Rusya’ya teslim olması için araya girmekte nazlandığı söylenebilir. Ama her şey bu gerekçeye indirgenemez. Rusya çatışmaların CSTO’dan kaynaklanan sorumluluklarıyla yüzleşeceği bir noktaya varmasını istemez. Dahası Türkiye’nin dahliyle Ermenistan’ın ezilmesi Rusya için berbat bir senaryo. Bunun varacağı yer bir Türk-Rus karşılaşması olur ki Moskova’nın beklediği son şey bu. Suriye’de bile bu tür senaryoları bertaraf etmek için diplomatik, askeri ve siyasi mekanizmalar geliştirdiler.
Fakat bir taraftan da Türkiye, Azerbaycan’la eşgüdüm halinde ateşkes için işgal altındaki topraklardan çekilme şartını dayatıyor. Azerbaycan açısından ulusal ve uluslararası koşullar hiç bu kadar elverişli olmamıştı. Bu ivmeyi yakalamışken sahada durumu değiştirmekte ısrarlılar. Fakat Ermeniler de Karabağ-Ermenistan bağlantısını varoluşsal bir sorun olarak görüyor. Bu da Ermeniler arasında seferberliğin güçlü bir karşılık bulmasını sağlıyor. Tarihsel geçmişiyle birlikte ortada çetin bir durum var. Azerbaycan savunulması zor olan düzlük birkaç yerde kısmi bir zaferin ardından oyalaması olmayan ciddi bir müzakere süreci için ateşkese yanaşır mı? Rusya bunun garantörü olur mu? Ermenistan da fiili durumu normalleştirmeye yönelik siyasetine son verir mi? 2018 Kadife Devrimi sonrası Erivan ‘barış için toprak’ formülüne sırt çevirip ‘önleyici saldırı’ anlayışıyla ‘yeni topraklar için yeni savaşlara hazır olmaktan’ söz etmeye başlamıştı.
Peki Kafkasya ateşini çok daha farklı beklentilere bağlayan Türkiye’nin kendi ateşi düşer mi? Rusya, Kafkasya’da suların durulması için Libya ve Suriye’de Türkiye’nin beklediği tavizleri verir mi? Yoksa savaşın Türkiye için de arz ettiği risklerin görülmesi için tırmanışa biraz daha göz yumar mı? Bu gidişat doğrudan Ermenistan içine, oradan Azerbaycan’la kara bağlantısı olmayan Nahçıvan Özerk Bölgesi’ne sıçrarsa ne olur? Malum Türkiye’nin 1921 Moskova ve Kars Anlaşmalarıyla Nahçıvan’da garantör. Ermenistan topraklarının saldırıya uğraması da CSTO’nun “Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için” sloganının gereğini yapmayı dayatıyor.
Hem Azerbaycan’ı kazanmaya hem de Ermenistan’ı sahiplenmeye çalışan Batılılar da umutsuzca Ruslar ağırlığını koysa da bu savaş daha fazla büyümese diye bakıyor. Tabii Türkiye ile Rusya’nın kapışması senaryosunu dört gözle bekleyenler de yok değil. Kimi parlak günlerine dönmeye çalışan Rusya’nın, kimi Orta Doğu’dan Afrika’ya, Akdeniz’den Kafkasya’ya her yerde macera arayan Türkiye’nin dersini almasını istiyor.
***
Birkaç nahiyelik Kızıl Kürdistan’dan girdik, meseleyi, her şeyi küçük ayrıntılara dönüştüren Rus-Türk rekabetine bağladık. Huyumuz kurusun! Savaş şimdiden yüzlerce insanı toprağa gömdü, acıları büyüttü. Belki çatışmalar siyasal liderlerin söylemine güç katacak; savaş ağalarının yüzünü güldürecek; İHA, SİHA, roket, füze, tank, tüfek satanların kasasını şenlendirecek ama barış ve huzuru getirmeyecek, halkları kardeş yapmayacak.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.