Tarih: 25.03.2020 23:04

Kitlesel Bilinçsizleştirme

Facebook Twitter Linked-in

Dışarıdan dayatılan sömürgeci gerçeklik ve bu gerçekliğe maruz kalan toplumlar-halklar, dünya sisteminin çıkarlarına hizmet edebilecek şekilde konumlandırılıyor, sınırlandırılıyor, bu doğrultuda, her zaman, her alanda kontrol altında tutuluyor. Bu kontrol-sınırlandırma süreçlerine, kölece boyun eğen toplumlar-halklar, sömürgeci tahakküm sistemine bir şekilde dahil olarak tahakkümün bir parçası haline geliyor. Sömürgeci tahakküm sistemi kar-çıkar mülahazaları temelinde yapılandırıldığı için, insani mülahazalara, ahlaki mülahazalara hayat hakkı tanımıyor.

İslam dünyası toplumlarında, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, sömürgeci gerçekliğin entelektüel anlamda kontrolüne maruz kaldığı için, İslami bilinci tamamlayamıyor, yarım kalan bir bilinçle de, İslami bilgiyi ve dünya görüşünü özgürleştiremiyor. İslam dünyası toplumları bir yanda sömürgeci gerçeklik tarafından kontrol edilir, baskılanır, aşağılanırken; bir diğer yanda da, bu toplumlara vaziyet eden, otoriter-popülist iktidar yapıları tarafından kitlesel bilinçsizleştirme politikalarına maruz bırakılıyor. Bu toplumlarda, İslami alan-çevre, propaganda/manipülasyon/hamaset, sloganlar/klişelerle kuşatılarak işgal edildiği için bugün, toplumlarımızda maalesef apaçık bir içeriksizleşme ile karşı karşıya bulunuyoruz. Sözünü ettiğimiz içeriksizleşme sebebiyle İslami duruşumuzu bütünüyle kaybediyoruz. İslami önceliklerimizin yerine, patolojik milliyetçilikler geçiyor. İçeriksizleşme kültürel duyarsızlığı derinleştirdiği gibi, çok ciddi bir yapaylaşmaya, bunlarla birlikte düşünsel üretkenliğin, eleştirel üretkenliğin sona ermesine de neden oluyor.

Bir türlü tamamlanamayan, hep yarım kalan ve baskılanan bir bilinçle bugün, İslami bütünü- bütünlüğü temsil edebilecek, İslami bir entelektüel bağımsızlık iklimi oluşturulamıyor. Tamamlanmamış, hep yarım kalmış, dışarıdan ve içeriden sistematik bir şekilde kontrol edilen , baskılanan bir bilinçle, gerçeklerin, ideolojik-politik-etnik-ırkçı çıkarlar-amaçlar adına çarptırılmasına ne yazık ki gereği gibi müdahale edemiyoruz. Günümüz dünyasında, toplumlarında, İslam toplumlarında da gerçekler kimsenin umrunda değil. Kim neye ve kime inanmak istiyorsa, orada hizalanıyor. Propaganda dili gerçeği ezip geçiyor. İslam toplumlarında, popülizmler adına, ahlaki tavizler vermek, ahlaki ölçüsüzlükleri çoğaltmak normalleştirilebildiği için, temel İslami ilkeler, ölçüler/ölçütler, bütünüyle de değersizleştiriliyor. Toplumlarımızda, insanın, kendi kendisini, kendi önyargılarıyla zincire vurması demek olan hizipleşme kurumsallaşabiliyor. İslami aidiyetimizi, yaşamadığımız, yaşatamadığımız, çoğaltamadığımız, kamusal alanda mevcudiyetini gerçekleştiremediğimiz, gerçek hayatta somutlaştıramadığımız ansiklopedik bilgiler bağlamında temsil edebiliyoruz. Zihinsel-ruhsal dünyamızın bütünlüğü parçalandığı için, insani bütünlüğümüzün de parçalandığını gereği kadar idrak edemiyoruz. Her toplumda, gerçeklerin-doğruların ne olduğuna güç-iktidar sahipleri karar veriyor. Geleneksel kültürler, duygulara olgulardan daha çok değer veriyor.

İslam toplumlarında bugün, takva ve liyakatin karşılığını, somut davranışlarda değil, ancak, sözlüklerde bulabiliyoruz. Takva ve liyakatten yoksun büyük sayılarla hiçbir mücadele yürütülemeyeceğini, hiçbir mücadeleden sonuç alınamayacağını öğrenmemiz gerekir. İslam, hepimizden, takva ve liyakat/adalet temelinde değişmemizi isterken, gelenek, değişim taleplerini sapıklık olarak etiketliyor. İslami yorum, biçimlere, kalıplara, klişelere, tekniğe hapsedildiği için, İslami öze, ruha, bilince, derinliğe, bilgeliğe yabancılaşıyoruz. Dini ya da politik liderlerin, her şeyin en doğrusunu bildiğine inanılan toplumlarda hiçbir zaman toplumsal farkındalık oluşturulamıyor. Bu yaklaşım, toplumlarımızda Müslüman bireylerin eleştirel düşünme ve içerik üretme yeteneklerini bütünüyle yok ediyor. Müslüman halklara yapılabilecek en büyük kötülüğün, onları düşüncesizleştirmek olduğunu önemle kaydetmeliyiz.

Geçmişe doğru düşünmeye devam eden bir zihin dünyasının, geleceğe hiçbir şekilde olumlu bir katkısı olamaz. Taklide dayalı bir zihin dünyası üretme yeteneğini kaybeder, bu nedenle de farklı ve yeni olanı tecrübe edemez. Dijital iklim-ortam ve ilişki biçimleriyle bütünleşen günümüz insanı, gerçek dünyanın ve bu dünyanın gerçek sorunlarının dışında kalarak bu dünyanın sorumluluklarına yabancılaşıyor. Dijital dünya ile bütünleşen günümüz insanı, kendi iradesi ve tercihiyle, kendisini gerçek dünyadan tecrit ediyor. Bu defa, günümüz insanı, kendi iradesi-tercihi dışında, küresel sağlık krizi koronavirüs sebebiyle bir başka tecrite mahkum edilmiş bulunuyor. Modern dünya sistemi, kapitalizm, kar-çıkar, kazananlar-kaybedenler yaklaşımı temelinde şekillenmiş, bu yaklaşım eşitsizlikleri, adaletsizlikleri, sömürgecilikleri, barbarlıkları kurumsallaştırarak küresel bir insani-ahlaki krize neden olmuştu. Dünya sistemi, halen, ekonomik manipülasyonlarla, ekonomik tetikçiliklerle, ambargolarla, tehditlerle barbarlığını sürdürüyor. Günümüz dünyasında ahlaki-insani kriz derinleşirken, insanlık dünyası büyük bir iklim krizi ile karşı karşıya geldi. Modern dünya sistemi bu krizlerle yüzleşme ihtiyacı duymadı. Günümüz dünyası, içerisinde yaşadığımız günlerde, küresel bir sağlık krizi ile kuşatılmış bulunuyor.

Dünyayı ırkçı/sömürgeci/ideolojik/ekonomik demagojilerle yönetmeye çalışan emperyalist dünyanın, küresel sağlık krizi koronavirüs sebebiyle evlerine hapsedilen halkların-toplumların karşı karşıya bulundukları çok yönlü, çok boyutlu sorunlarına cevap ararken; emperyalist/sömürgeci ihtiraslar adına, masum Müslüman halklara reva gördükleri eşsiz ve benzersiz kötülükleri, bu halkları dehşete düşüren korkunç askeri saldırıları, bu halkları yüzlerce yıldır ilkel sığınaklarda, harabe-enkaz haline getirilen yurtlarında, açlığa, susuzluğa, ilaçsızlığa, muhacerete ve ölüme neden mahkum ettiklerini hatırlamaya/düşünmeye başlamaları gerekir.

İnsanları yüzeylere mahkum eden bir uygarlık, insani anlamlara, acılara, yalnızlıklara, trajedilere ve mahrumiyetlere nüfuz edemez. İnsanlığın dünyasını, kar ve çıkar mülahazaları temelinde algılayan bir uygarlığın, dünya görüşünün ya da ideolojinin hiçbir zaman bir hakikat kaygısı taşıdığı görülmemiş ve duyulmamıştır. Böyle bir dünyada, İslami düşünce hayatının, yerli-milli sınırlara-algılara/zihniyet ve yaklaşımlara hapsedildiği için, anti-emperyalist bilinç temelinde, yirmibirinci yüzyılın küresel/tarihsel sorunlarıyla-meseleleriyle ilgili, küresel analizler yapabilecek, küresel çözümlemeler üretebilecek, küresel tartışmalara katılabilecek düşünürlere/filozoflara sahip olmaması, bu mahrumiyete rağmen, romantik-nostaljik bir özgüven duygusu içerisinde bulunuyor oluşu, hayati/varoluşsal bir özeleştiri sorumluluğu ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —