“Sahi, Kürtler nereye?”
Tarihte, İslam tarihinde ve günümüzde, farklı diyarlardan gelmiş olmaları, ayrı mezhebî forma dahil olmalarına vb. farklı konumlarına rağmen, dünya yüzünde birbirlerine bu kadar yakın duran; diğer toplumlarda pek olmadığı halde birbirleriyle evlilik gerçekleştirip akraba olan, ayrılıkları, gayrılıkları yok denecek kadar az olan ve azalmış bulunan Türklerden ve Kürtlerden başka iki topluluğa tesadüf edilmiş midir acaba?
Doğal olarak böyle bir birlikteliğimiz söz konusu ise, neden bir tarafta “ülkenin bölünmez bütünlüğü” mes’elesi gündeme getirilip, adına “beka meselesi” denen heyula içerisine girilir?
Ya da konuya bağlı olarak biz Türkler “dayı ve yeğen”(*) isek, dayılar olarak inkâr politikalarına, bir yok oluşa kurban edilirken, beri yanda ise “yeğenler olarak” ha bire ulusalcılık/milliyetçilik girdabında sığ sularda ilerlemeye, kulaç atmaya çalışırız? Bunu anlamak pek de makul gelmiyor bize!
İşin esprisi bir tarafa, bu coğrafyada kader birliği edip yüzlerce yıldır bir arada yaşayan iki ana topluluktan biri olan Kürtlerin, yaklaşık yüz küsûr yıldır kendilerine reva görülen inkârcı, yok sayıcı, yer yer yok edici ve asimilasyon politikaları sonucu, yaşadıkları halde adeta “medeni ölü” kabilinden göz ardı edildiği ve gideceği yerin neresi olacağı mevzuu da birçok bilinmezi içerisinde barındırmaktadır.
Başlıkta dedik ya “Kürtler nereye?” Evet, yine soralım “Kürtler nereye?”
Değişmeyen şeyin değişimin bizzat kendisi olduğu gerçeğine bakıldığında, birçok konuda ve alanda olduğu üzere Kürtlerin, bunca olan bitenden sonra, kendilerini de içerisine alan değişim sonucu bir tercihlerinin olması pek de bilinmeyen sınıfından olmasa gerek!
Kürt olgusu ve Kürt sorunu söz konusu ise, Kürtlerle ilgili olarak öteden beri üretilen milliyetçi söylemleri, hakikat içermediğinden dolayı sarf-ı nazar ettiğimizde, makul ifadeler eşliğinde Kürtlerin nereye doğru gittiklerinin/gidebileceklerinin ve hangi noktayı tercih edeceklerinin dikkate alınması gerektiği kendini gösterecektir.
Tabii ki de “Kürtler hiçbir yere gitmez; anca beraber, kanca beraber hep birlikte yaşayacağız” söylemi makul olduğu kadar, onu teklif edene bir hayli sorumlulukta yükler!
Bu söyleme sahip zümre, buna hazır ve sonuna kadar işin başında bulunacak mı?
Elbette ki verilecek cevap/lar çok önemli!
Bu düşünce ve olası eylemliğe rağmen, Kürtlerin, bu istikamet dışında, başka bir yöne gitmelerini isteyen güçlerde elbette var olup bu da az çok bilinmektedir.
Bu tercihin, bu yolu öneren ve bu yola niyetlenen insanların/grupların kendi tercihleri mi olduğu, yoksa başka saikler sonucunda mı oluştuğu da az çok bilinmektedir.
Görüldüğü kadarıyla Kürt toplumu, elbette gerek siyasal açıdan olduğu üzere, sosyal vb. açılardan da “aynı kararı verecek” anlamında her ne kadar homojen olmasalar dahi, Kürtlerin kahir ekseriyetinin tercihlerinin Türkiye ve Türklerle birlikte, ama eşit vatandaşlık ve “anayasal güvence” çerçevesinde bir arada yaşamaktan yana olduğu sır değil!
Konuyu anlama açından “zahire hükmetme” bağlamında, son dönemlerde HDP’den yapılan açıklamalara da bakıldığında, Kürtlerin tercihlerinin, nitelikli bir birliktelikten yana olduğu da artık sır değil!
O halde Kürtlerin başka bir yere gitmeyecekleri temin edilebilir!
Bunun böyle olduğu, olacağı günümüz şartlarından ziyade, tarihin derinliklerinde yatan reddedilemez gerçeklikte yatmaktadır!
Bu böyle olmakla birlikte, Kürt sorununun kalıcı ve sağlam bir çözüme kavuşturulması gerekir. Sadece, Türkiye bağlamında değil, Türkiye, Suriye, Irak ve İran; kısacası Ortadoğu bağlamında…
İşte “Kürtler Nereye?” adlı eserinde Ali Bulaç’ta şu ifadeleri kullanmakta; “Türkiye, Suriye, Irak ve İran’a yayılmış ve nüfusu 25 milyonu bulan Kürtler, hemen hemen her ülkede sorunlar yaşamaktadır. Sadece Türkiye’de yaklaşık 60 bin insanın hayatını kaybetmiş olması, ne denli ağır bir sorunla karşı karşıya bulunduğumuzu göstermektedir.” (Arka Kapak’tan…) dedikten sonra, çözüme yönelikte şu ifadeleri sarf etmekte; “Bu sorunu insan hakları temelinde çözmek, daha insanı bir dünyanın inşa edilmesi ve istikrarlı bir Ortadoğu için zorunludur.” Tespitinde bulunmaktadır. (Arka Kapak’tan…)
Ali Bulaç’ın bu eseri, zaman içerisinde konuya bağlı olarak kaleme alıp çeşitli basın, yayın organlarında yayınlanan makalelerden oluşmakta…
Elimizdeki nüshaya göre ilk baskısı 2010 yılında yapılmış. Bunu da, öteden beri devam eden soruna rağmen, -belki de dönemi açsısından önemli bulunan- 12 Eylül referandumu henüz yapılamış, PKK’yi –geçici de olsa- terk-i silah etmeye icbar eden Paris cinayetleri gerçekleşmemiş, haliyle çözüm süreci stard almamış, FETÖ’ün süreci sabote edebileceği bir vasatın henüz olgunlaşmadığı bir zamana denk gelmesi kitabı farklı kılmaktadır.
Kitabın yapılan 2. Baskısı içinde aynı sebepleri sıralayabiliriz.
Ama 3. Baskısının 2021’de, yani yaklaşık bir yıl önce yapılmış olması, bu eserin bir açıdan, 15 Temmuz kalkışması sonrasında vukubulan olayları, siyaset sahnesinde var olan değişimi, bu sorunun muhatabı ve çözücüsü olduğu sözünü veren AK Parti’nin, özellikle de Erdoğan’ın, yine 15 Temmuz sonrası MHP ile birlikte beka siyaseti çerçevesinde, özgürlükçü bir tutum yerine güvenlikçi tutumlara yönelmesine bağlı olarak konu ister istemez farklı bir şekilde ele alınmasını gerektirmiştir denilebilir.
Yani, özgürlükçü ortamdan önce, özgürlükçü olmayan ortamdan sonra…
Türk solu içerisinde bulunan ve Kürt sorununa da dikkat çeken kalemler ile birlikte, Kürt solu içerisinde var olan bu soruna yönelik epeyce bir literatür var.
Araştırma, rapor, makale ve kitap…
Müslüman, daha doğrusu “İslamcı” cenahta konu ile ilgili materyaller yetersiz denecek kadar az sayıda var.
Bunların –birkaç kitabı istisna kılarsak- büyük oranda dergi yazıları olduğu görülecektir.
Bu sorunla ilgili olarak yukarıda atıf yaparak belirtmeye çalıştığımız üzere Ali Bulaç’ın “Kürtler Nereye?” Adlı çalışması, konuyu/sorunu çeşitli yönleriyle ele alması açısından önem arz etmektedir.
Kitap 12 ana bölümden ve her bölümde, konu bağlamında birkaç ara başlıktan oluşmakta… konu/sorun, dinden, siyasete; sosyal olgulardan, çözüme, bir temel üzerine bina edilmiş bulunmakta… konu yazar tarafından belli bir vukufiyet içerisinde ele alınmaktadır.
Ali Bulaç, kitabın macerasına yönelik olarak “önsöz” bölümünde şu ifadeleri kullanmakta; “Kürtler Nereye?” adını verdiğimiz bu kitap “Şahitlikler dizisi”nin dördüncü halkasını teşkil etmektedir.
“Kürt sorunu”nu ilk silahın patladığı 1984 Ağustos ayından beri olayları yakından takip etmeye çalışan biri olarak 30 yıl boyunca(**)konuyla ilgili yazılar yazdım. Her bir yazı, o günün gelişen olaylarına ilişkin bir şahitliği/tanıklığı ifade eder. Dolayısıyla bu kitap soruna ilişkin bir çerçeve oluşturmakla beraber, gelişmenin seyrini yakından takip eden bir tanıklığı da ifade eder.”(s. 9)
Daha öncesine temas etmeden, ilk silahın patladığı dönemde, bu ülkeyi kalkındırmak ve gerek içeride ve gerekse de dışarıda “iyi ve layık-ı vechile” temsil etme konumunda bulunan dönemin idarecilerinin, başta kamu olmak üzere kamu çeşitli kurumların, üniversitelerin de ya böylesi çalışmalar yapması, ya da Ali Bulaç gibi kalemlere ihtiyaç hissetmeleri gerekmez miydi; diye insanın söylenesi geliyor.
Ki, o dönem sözde başta liberal görüşleri ile önplanda bulunan Turgut Özal gibi bir şahsiyetin bulunması, böyle bir ihtiyacı insana ister, istemez hatırlatmakta…
Ali Bulaç’ın uzmanlık alanı olarak hem ilahiyatçı ve hem de sosyolog olması; birçok uzmanlık alanına sahip, ama bazı sebeplerden dolayı toplumsal olaylara, olgulara resmi paradigma açısından bakma eğiliminin yanında bir bütünlüğü imkân olarak sunmaktadır.
Ana başlıkta var olan konular; Milliyetçilikler, Temel Yaklaşımlar, Sosyal ve Ekonomik Boyut, Toplum Kimlik ve Gelecek, PKK ve Apo, Din Faktörü, İslami Bir Perspektiften Kürt Sorunu, Kuzey Irak’ta Bir Kürt Federe Devleti, Kürt Siyaseti ve Seçmeni, Kürt Sorunu Neden Çözülemedi?, Mozaik mi,Kubbe mi?, Daru’l-İslam:Ortak Evimiz” ana başlıklarından oluşmakta… (İçindekiler Bölümü; s. 5, 6, 7)
Ali Bulaç’ın da vurguladığı üzere, ilk silahın patladığı andan bugüne konu ve sorun bağlamında oluşan bölüm başlıklarına dikkat edildiğinde, zahiren bir biriyle pek bir bağlantısı yokmuş gibi görünse de, bazı başlıklara bakıldığında bir konu bütünlüğü yakalanabileceği gibi, sorunun geçmişten günümüze “çözümsüzlük seyri” içerisinde tevarüs ettiği/ettirildiği ayan beyan ortada durmaktadır.
“İlk silahın patladığı…” ibaresi, var olan bir soruna yönelik ilgi duymak ve neşter vurmak anlamına geldiği gibi, ilk silah patlamadan da önce, var olan bu soruna Müslümanların el atması gerektiği yargısını haklı çıkarmaktadır.
Gerçi, daha otuzlu yıllarda Necip Fazıl gibi şahsiyetlerin Dersim hadisesi döneminde “Müslüman” bir duyarlık içerisinde meseleye işaret etmeleri elbette önemli, ama yeteli değildi. Ki, bu yeterlilik her ne kadar tamamlanmamış olsa da, kayda değer. Bunu da bir kazanç, bilinç, ortaklaşma, var olan hakları hakkı olana tevdi etme ve kardeşlik açısından okuyabiliriz…
Yukarıda Ali Bulaç’ın, uzmanlık alanını ilahiyat ile sosyoloji olarak belirtmiştik. Mutlaka, bu iki alan dahil, birçok uzmanlık alanına sahip birçok insanın varlığı da söz konu ediliyor olsa, dağınık bir zihin ve tabiri caizse “akademcilik” kıskacında bulunan birçok insanın, konu Kürt sorunu ise, sağlıklı bir şekilde yaklaşamayacağı öngörülebilir. Hele bir de devrede İslamî kimliği örteceğinden kuşku duyulan millilik, milliyetçilik ve mezhepçilik durumu varsa…
“Yiğidi öldür hakkını inkâr etme” derlermiş eskiler. Ali Bulaç’ta konuyu/sorunu bir arada ele alıp ona sağlıklı bir çözümü uygun görme açısından, işi, adeta iğneden ipliğe bir bütünlükle ele almaktadır.
Sadece bunlardan ikisini ele alsak dahi, aradaki fark ta kendiliğinden ortaya çıkar.
Bunlar, Kürtçe İncil tercümelerinin olduğu bir yerde “Kürt dili ile meal yapılamaz” yanlış öngörüsünü kırmaya yönelik düşünceye yer vermek ve aynı zamanda siyasal bir sorun olan Kürt sorununun toplumsal sorun olmasına yönelik, şiddetin akrabalar arasında birbirlerine yönelmesi olarak okunması gereken Mardin-Zangırt köyünde vukubulan katliam. Kürtçe ifade ile “brakujî; yani “kardeşin kardeşi öldürmesi olayı.
Bu konudan da anlıyoruz ki, Kürt sorunu sadece rejimin Kürtlerin varlığının inkârına dair tekil bir sorun olmayıp sistem dışında da ayak izlerine rastlanılan ve tüm toplumu çürüten, değerleri alt, üst eden, niteliği yok eden, ama niceliği de anlamaktan yoksun bırakan çok yönlü bir sorundur, vesselam…
Kitapta konuya uygunluk açısından birçok başlık ile birlikte, saydığımız bu iki başlık dahi, araştırmanın önemini ortaya koymaktadır.
Ne diyelim; Babil Kulesi’nden ortak evimize; Daru’l-İslam’a…(s. 423)
(*)Dayılar, Anadolu’nun otantik halkı olarak Kürtler, yeğenler ise Orta Asya’dan gelip Kürtlerle akraba olan bilumum Türkler.
(**)2014 yılı olsa gerek…
Kaynak: Farklı Bakış