Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
1969 yılında Urfa'da doğmuşum. HRÜ. İnşaat MYO, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler ile İşletme Bölümlerinden mezun oldum. Şiir, deneme, inceleme, biyografi, belgesel, roman ve tiyatro dalında eserlerim vardır. 2005 yılında Kırım'da, 2015 yılında Tataristan'ın Başkenti Kazan'da, 2019'da Edirne, Yunanistan Gümülcine şehrinde, Bulgaristan'ın Kırcaali ilinde ve son olarak İstanbul'da yapılan Türkçe'nin Uluslararası 14. Şiir Şölenlerine katıldım. "Eski Dünyaya Seyahat" kitabımla Türkiye Yazarlar Birliği 2014 yılı gezi dalında, 2018 yılında ise "Ezelden Urfa" kitabıyla ESKADER (Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği )'nin Şehir dalında yılın yazarı ödüllerini aldım. Ayrıca şiir ve gazetecilik dallarında çeşitli ödüllerim bulunmaktadır. Şiirlerim ve yazılarım İngilizce, Farsça, Arapça, Romanca ve Arnavutça'ya çevrilmiştir. 2000 yılında TYB Urfa kurucu üyesi ve üç dönem başkanlığını yaptım. GAP Gazeteciler Cemiyeti kurucu üyesiyim. Uluslararası birçok kanallara verdiğim röportajlar, metin yazarlığı yaptığım belgeseller Türkçe ve İngilizce olarak yayınlanmıştır. ŞURKAV (Şanlıurfa Kültür ve Araştırma Vakfı), Anadolu Yazarlar Birliği, GAP Gazeteciler Cemiyeti, İLESAM üyesiyim. İki dönem TYB Ankara Şube Başkanlığı yaptım. Halen TYB Genel Sekreteri olarak görevime devam etmekteyim. 1989 yılından farklı kurumlarda memur ve idari görevlerde bulunduktan sonra 2008 yılından bu yana VGM Kültür ve Tescil Daire Başkanlığında Kütüphaneler ve Yayınlar Şubesi Müdürü olarak devam etmekteyim.
Yayınlanmış Eserlerim: Bana Kendini Anlat, Şiir, 1998, Hafızasını Kaybeden Şehir, Deneme, 1999, Gurbeti Olmayan Diyar, Şiir, 2000, Urfa Efsaneleri, Araştırma, 2005 (3 baskı), Çağa Küsen Leyla, Şiir, 2005, Ben Kendimden Yanayım, Deneme, 2005, Kültür Şehri Urfa, Araştırma, 2006 (3 baskı), Şiir Şehir Urfa, Şiir Seçkisi, 2006 (3 baskı), Hafızasını Arayan Şehir, Deneme, 2007, Savaşın Âşıkları, Tiyatro, 2008, Urfalı Nabi, Biyografi, 2008,Ben Yusuf Sen Züleyha, Şiir, 2009, Çağın Divanesi, Rubailer, 2010, Gâvur Mahallesinde Aşk, Roman, 2011, Rıfkı Kaymaz Kitabı, Biyografi, 2011, İbrahim'in Nazargahı Urfa, Gezi, 2012, Meliküş Şuara Yusuf Nabi, Biyografi, 2012, Eski Dünyaya Seyahat, Gezi, 2014 (TYB Gezi Ödülü), Hasret ve Umut Bosna, Gezi, 2014, Türk Sinemasında Urfa, İnceleme Araştırma, 2015, Hasret ve Azap Tanpınar'da Şehir ve Kadın, İnceleme, 2015, Bir Batı Masalı Shakespeare, İnceleme 2015, Metafiziğin Trajik Şairi Necip Fazıl, İnceleme 2015, Bu Eller Utandırmaz Adamı, Fikir 2016, Mehmet Âkif, Biyografi, 2016, Dilim Türkü Gönlüm Gazel, Şiir, 2017, Şehristan Deneme, 2017, Ezelden Urfa, Deneme, 2018, Az Gezdim Çok Gördüm, Gezi 2018, Tanrıyı İcat Etmek, Deneme, 2019, Yeşilçam'ın İmgeleri, İnceleme, 2020, Şair Derviş Kahraman Mehmet Akif, Biyografi, 2021, Kahramanlara Sevgiler, Biyografi, 2022, Keşke Toprak Olsaydım, Şiir, 2022, Kahramanlara Selam, Biyografi, 2022
Şiir yazma biçiminizi anlatır mısınız? Şiirin mutfağı sizde nasıldır?
Coşkuyla yazan bir insanım. İlham nerede nasıl gelirse öylece yazarım. Şiir yazmak için ilhamı beklemem, o ansızın gelip beni bulur. Şiiri yazdıktan sonra dinlendirmeye bırakırım. Sonra üzerinde aşırı derecede oynarım. Hatta yayınlanmış şiirlerimi dahi üzerinde düzeltmeler yaparım. Çünkü şiir ilham olarak doğduğunda hamdır, onu bir süre bekletirseniz olgunlaşır, daha yerinde sözcüklerle yeniden inşa edersiniz. Başkaları gibi sözcük avcılığı yapmam, mısra mısra yazıp sonradan bir bütün haline getirmem. Benim hece şiirlerim de serbest şiirlerim de bir anda içime doğar ve kâğıda dökülür. Yazının mutfağı vardır, yazının mutfağı olmadan sağlam ve güçlü metinler ortaya çıkmaz. Ancak şiirin mutfağına inanmıyordum. Çünkü şiir melal ile yazılır. Ümmi şairlerin şiirine bakınız hem melal vardır hem de oldukça içtendir. Bu bağlamda benim şiirimin iki saç ayağı olduğunu söyleyebilirim. Birincisi duygu ikincisi bilgidir.
Günümüz şiirlerinin sorunları nelerdir? Çözüm ne olabilir? Şiirimizin bugünkü durumu hakkında neler dersiniz?
Bugün okuyucuyu bırakın, şairler içinde şiiri sorun etmiş kaç kişi vardır. Sonra şiir İsmet Özel'in deyişiyle karın doyurmadığı gibi artık devrim de yapmıyor. Hatta genç kızlar kadınlar dahi şiire mesafeli. Bugün yalnızca şiirin sorunları yok, okuma sorunu, yazma sorunu, düşünme sorunu en önemlisi insanın çağın karşısında duruş sergileme sorunu var. Bir defa son kırk otuz yıldır şiir yeni bir şey söyleyemiyor. Örneğin Necip Fazıl'ın "kaldırımlar" şiiri yayınlandığında büyük bir ilgi görüyor, edebiyat dünyası bu şiire eğiliyor. Sezai Karakoç'un Monna Roza'sı yayınlandığında aynı şey oluyor. İsmet Özel'in "Amentü" şiiri halen dillere pelesenk! Bugün bu şiirlerin gücünde şiir yazılmıyor. Yazılıyorsa da karşılık bulmuyor. Büyük şiir yazılmayışının ve karşılık bulmayışının en büyük nedeni bence şairlerimizin bu büyük şairleri aşmak için çabalamamaları. Onların izinden giderek gölgelerinde kalıyorlar. Bugün necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel'in izinden giden şairler gölgede kalmışlardır. Özgün olamamaktadırlar. Okuduğum şiirlerde özgünlük bulamıyorum. Ancak bazı mısralarda özgün karşıma çıkıyor. Bir şairi okuduğunda şiiri bir başka şairin imge, imaj metaforlarını hatırlatıyor, onun şiirindeki sesi veriyorsa o şiir özgün şiir değildir. Bizim şairlerimizin en büyük sıkıntısı budur bence. Özgünlük! Bugün birçok şiirde Monna Roza'nın sesi var. Birçok şiir de İsmet özel etkisi var. Bütün bunlar şiirin değil şairlerin sorunu… Sonra edebiyat dergilerimiz birer tekkeye, editörler birer şeyhe, şairler de birer müride dönüşmüş. Adı duyulan şairler kendini Mesih ilan edip etrafına havariler topluyor. Dergilerin özel sayılarına bakınız, belli isimler etrafında dönüp duruyor. Düşünün bir kere şiir üzerine övgülerimizi de eleştirilerimizi de birkaç şair etrafında yapıyoruz. Kimse kimseyi okumuyor kimse kimseyi görmüyor. Sesi çok çıkan büyük şair sanılıyor. Oysa bağıran adamın değil inleyen adamın şiiri büyüktür. Ben İlk Yardım Arama Kurtarma görevinde bulundum. Bize verilen eğitimde "trafik kazalarında, savaşlarda, depremlerde ilk kurtaracağınız kişi çok bağıranlar değil, inleyenler veya sessiz duranlar olmalıdır" öğretildi. Şiirin en büyüğü bağıran şiir değil, inleyen, melal ile söylenen şiirdir… Ama meydan bağıranlardan geçilmiyor. Nuri Pakdil gibi aforizma yazan adamı şair kabul etmiş bir edebiyat dünyasından başka bir şey bekleyemezsiniz.
Dergi takip ediyor musunuz? Hangi dergilerde yazdınız/yazıyorsunuz? Dergilerdeki şiirler üzerine neler söylersiniz?
Dergi takip ediyorum. Ancak baştan sona okuduğum dergi yok. Yazdığım edebiyat dergileri Bizim Külliye, Hece, Bir Nokta, Mor Taka, Yedi İklim, Şehir ve Kültür. GAP Şehir ve ŞURKAV adlı mahalli dergilerde de şehir ve portre yazıları yazıyorum. Dergilerde şiirleri özellikle okumaya çalışıyorum. Tabi bazen bir şiiri daha ilk kıtasında bırakıyorum. Çünkü şiir dediğin insanının ruhuna dokunmalı, zihnini canlandırmalıdır. Dergilerde çok az özgün şiir var. Çoğu birbirinin benzeri sözcük ve duyarlılıkla kaleme alınmış. Bazen diyorum acaba bunlar tek bir kalemden mi çıkmış.
Hikâye / öykü türü günümüzün popüler edebiyat türleri arasında. Şiire ilginin az olduğunu düşünüyor musunuz? Evet ise neden?
Ben bu yıl TYB'nin kültür ve sanat yıllığını hazırladım. En çok basılan roman ve hikâye. Şiir üçüncü sıraya düşmüş. Özellikle kızların eğitimli olmalarıyla birlikte hikâye ve romanda büyük bir patlama oldu. Geçen yıl beş yüz elli roman yayınlanmış, bir evvel ki yıl yine en az o kadar roman yayınlanmış. Dergilerde şiirden daha çok hikâyeler yer tutuyor. Özellikle kadın yazarlar ilk sırada yer alıyor. Yazarlık eğitimine gidiyoruz yirmi öğrenciden on sekizi kız çocuğu. Edebiyata cinsiyetçi bakmamak gerekir ama kadınların edebiyata ilgisini de görmemezlikten gelmemek gerekir. Kadınlar edebiyat hayatında daha bir görünür. Ayrıca kitap yayınlamak da kolay olunca herkesin anlatacağı bir hikâyesi var. Bir de roman ve hikâyenin künhüne varmamış yüzlerce roman ve hikâye yayınlanıyor. Aslında ben bunları roman veya hikâye olarak da görmüyorum. Çünkü roman karakter yaratmaktır. Bunlar ise biyografilerini veya bir olayı yazıyorlar adını roman koyuyorlar. Roman öyle kolay değil. Büyük bir birikim ve kültür ister. Ancak bu yayınlanan romanların yüzde doksanı biyografi veya anlatı. Geriye ancak birkaç roman sayılabilecek eser kalıyor. Sonra bizde roman ve biyografi yazmak oldukça zordur. Çünkü mahremiyetin güçlü ve insanın kutsandığı yerde roman çıkmaz.
Şiire olan ilgime gelince, ben şiir gibi yaşamayı şiire tercih ederim. Ancak buna rağmen şiir hep hayatımın içinde olmuştur. Ancak geçen yıl dört beş hikâye yazdım iki tanesi yayınlandı. Roman çalışmalarım var. Bu noktadan sonra romana daha çok ilgimi çekiyor. Yayınlanmamış üç romanım var. Romanda derdimi daha iyi anlatacağımı düşünüyorum. Şiire gelince, ona ilgi elbette az. Eskiden şiir ilk sırada yer alırken şimdi üçüncü sıraya düşmüş. Şiire ilginin az olmasının nedeni toplumsal değişim ve dönüşümdür. Bir defa edebiyat tarihine baktığımızda; ilk olarak insanın şiir söylediğini görüyoruz. Annelerin çocuklarının kulaklarına ninni söylemesi şiirdir. Uzun süre insanlık şiir söyleyerek kendini ifade etmiştir. Daha sonra tiyatro çıkmıştır. İnsan kendini tiyatroda seyretmiş. Ardından roman çıkmış. Bu defa tiyatro ikinci plana düşmüş. Sinema icat edilince tiyatro gücünü kaybetmiş. Televizyon icat edilince de sinema gücünü kaybetmiş. Artık çağımız dijital bir dünyada edebiyatın bütün dallarını cebinde taşımaktadır. Bir cep telefonu hem şiir, hem roman, hem tiyatro hem sinemayı içine almaktadır. Dolayısıyla bu dijital mecrada yer bulamayan hiçbir sanat geleceğe kalamaz. Ayrıca dijital çağın çocuklarının zihninde sınırları çizilmiş bir vatan yok! Kendini ait hissettiği bir millet yok. Tek dilli değil çok dilli bir dünyaya göz açtılar. Artık edebiyatçıların roman, hikâye, tiyatrolarını okuyarak bilgi edinmek istemiyorlar, romanları, hikâyeleri, tiyatroları oyuna çevirerek kendileri de o romanın içinde rol almak istiyorlar. Şiiri şairle birlikte yazmak istiyorlar. Metavers denilen şey bu işte! Bu yüzden şairin duygusu kadar kendi duygularına da önem veriyorlar. Şiirin gücünü kaybetmesini, ilgi görmemesini biraz da bunun üzerinde okumak gerekir diye düşünüyorum.
Şiir sadece bireysel bir düşünüşün eseri mi yoksa toplumsal olay ve olgular da aynı oranda etkili midir?
Ben şiirimi yazarken iki şeyden ilham alırım. Öncelikli olarak şiir benim hayatımdır. Acısını çekmediğim, bedelini ödemediğim yahut tanık olmadığım hiçbir şeyi şiirime dâhil etmedim. Şiirim bir nevi benim özel ve gizli hayatımdır. İkincisi şiiri kendimi ifade etmede en güçlü araç olarak gördüm. Dert insanı söyletir, derler. İşte toplumsal sorunları da bireysel sorunları da şiirle dile getirmeye çalıştım. Şair çağının tanığıdır elbette çağının sorunlarını, yaşadığı toplumun dertlerini eserlerine, özellikle de şiirlerine dâhil eder. Yoksa bir anlamı olmaz edebiyatın. Örneğin ben kendimi anlatıyorum derken, gerçekte toplumun bir parçası olarak tam insanları anlatıyorum demektir. Bir şiirimde şöyle demiştim;
"çağın sorunuyum
Çözülürsem çağ çözülür
İnsan çözülür
Hayat çözülür"
Şimdi bu şiir beni anlatıyor ama aynı zamanda benim gibi yüzbinlerin dertlerini dile getirmiş olmuyor mu?
Şiiri ortaya çıkartan koşullara ek olarak neler söyleyebilirsiniz?
Şiiri ortaya çıkaran yaşanmışlık ve tanıklıktır. Bizi şiirimizde ideoloji önemli yer tutar. Bunun sebebi fikirlerimizi felsefeyle değil, şiirle, atasözüyle, deyimlerle dile getirmemizdir. Çünkü felsefemiz yoktur. Cumhuriyet dönemi Türk şiirini inceleyiniz karşınıza Cumhuriyetin ilk dönemine ayna tutan hamasi ve bohem şiirler çıkar. İkinci Yeni'de cinsellik, dünyevilik, 12 Eylül'de hapishane, acı ve hüzün çıkar. 12 Eylül sonrası şiirimize bakınız yalnızlık, yabancılık, bireysellik ağır basar. Çünkü modernizm insanımızı bireyselleştirip kendine yabancılaştırmıştır. Bugün dijital mecraya sürüklenmiş bir kuşak var karşımızda. Okuyarak değil görerek düşünüyoruz. Takoz gibi batı klasiklerini okumak yerine onun özetlerini okuyarak bilgileniyorlar. İnternetin sınırsız dünyasında düşünceye çizdiği sınır içinde, özetlenmiş fikirlerle idare ediyor. Tabi bütün bunlar şiire, hikâyeye, romana da etki ediyor. Şimdi kısa öyküler, küçürek öyküler ilgi görüyor. Dolayısıyla bütün bunlar şiiri ortaya çıkaran koşulların değiştiğini, ifade biçiminin yeni şekil aldığını gösteriyor. Şiirimiz artık yeni bir mecraya girecektir. Ancak bu yeni mecra nasıl bir şeye ortaya çıkarır zaman gösterecektir.
Şiir ve şuur arasında birbirini etkileyen ya da tetikleyen bir ilgiden söz edebilir miyiz? Toplumun akıbeti açısından şiiri değerlendirmek mümkün müdür?
Sözcük olarak şiir, şuur arasında bir bağ var mı, bilemiyorum ancak şiirin bilinçaltından yani şuurundan doğduğunu söyleyebilirim. Şiir, şairin yaşadıklarının ruhunda şekillenip ilhamla kâğıda dökülmesidir. Kâğıda dökülen şiir, okunduğunda bir başka yürekte, bir başka gönülde karşılık bulur. Bunun sebebi insan denilen varlığın aynı olaylar karşısında aynı duyguları hissetmesidir. Aşk şiirini niçin severiz, çünkü o duygu hepimizde vardır ancak şair en güzel şekilde ifade etmiştir… Bugün toplumun şiir diye bir derdi yoktur. Edebiyat diye bir sorunu yoktur. Şiiri ve edebiyatı dert edinen insan sayısı 85 milyon içinde bir iki milyonu geçmez. Bu yüzden toplumun akıbeti şiiri etkilemediği gibi, şiirin akıbeti de toplumu ilgilendirmemektedir. Şiiri biz şairler yücelttiğimiz, hayatımızın mihenk taşı yaptığımız için önemsiyoruz. Sanıyoruz ki herkes bizim gibi şiire bakıyor. Bir vaizin vaazları kadar bu toplumda şiir ilgi görmüyorsa eğer onun akıbetini tartışmaya gerek yoktur.
Şiirin metropol ya da taşra ile bağı nedir? "Büyük şiir büyük şehirlerde mi yazılır"?
Şiirin metropol, taşra, büyük şehir küçük şehir ile işi olmaz. Şiirin kendisi büyük ise şehir de metropol de taşra da karşısında küçülür. Her büyük şiirin beslendiği bir şehir vardır. Ancak büyük romanlar veya büyük şiirler büyük şehirlerde yazılır diye genel geçer bir kanaat vardır. Bu geçmiş için doğru bir çıkarsamadır. Ancak sınırların kalktığı günümüzde küreselleşen dünyada büyük küçük şehir ayrımı anlamını yitirmiştir. Bugün büyük şehirde olan her şey küçük şehirlerde de var. Büyük şiir büyük şehirlerde değil büyük duygularla büyük beyinlerle yazılır. Dünyayı dolaşan, dünyayı tanıyan adam için metropol dediğiniz küçük bir toprak parçasıdır.
Şiirde kuşak kavramı üzerine değerlendirme yapmak ister misiniz? Bu konuda neler söylersiniz?
Elbette insanı ve toplumu tanımlamak için kuşak kavramı önemlidir. Değişen dünyada her on her yirmi yılda bir yeni zevkler yeni alışkanlıklar ortaya çıkıyor. Bugünün kuşağıyla otuz yıl önceki kuşağın duyguları ve davranışları aynı değildir. Bugünkü kuşaklar aidiyetsiz ve apolitiktir. Oysa bizim kuşağımız politik bir kuşaktır. Politik olma veya olmama hayata ve insana bakışınızı etkiliyor. Biz her şeyi ideolojik bakarken, yeni kuşa çıkarcı bakıyor. Biz özverili yetiştirilirken yeni kuşaklar menfaatçi yetiştirilmiş. Tabi bu düşünüş ve davranış biçimi edebiyatı, şiiri etkiler. Shakespeare "herkes kendi türküsünü çığırır" der. Her kuşak da kendi şiirini söyler.
Şiir eleştirisi var mı günümüzde? Bir şiir eleştirisi nasıl olmalıdır? Bu alanda dikkatinizi çeken isimler kimler?
İslam toplumu eleştiriyi kaybettiği gibi edebiyat dünyası da eleştiriyi ihmal etmiştir. Bugün edebiyatımız en büyük handikabı eleştirinin olmaması. Dergilere bakıyorum, çıkan kitaplarla ilgili olarak övgüden başka bir şey yok. Birbirini öven bir edebiyat dünyası var. İlginç olan bu edebiyat dünyası eleştiriye açık değil. Herkes övgü bekliyor. Kimse eserinin eleştirilmesini istemiyor. Çok güçlü şiirler, romanlar hikâyeler çıkıyor ama kimse dönüp iki satır yazmıyor. Kırk eserim yayınlanmış ciddi şekilde kırk satır hakkında yazılmamış. Ama bakıyorum dahi ilk kitabıyla hakkında onlarca yazı yazılan, röportaj yapılan hatunlar var. 17 yaşındaki kız çocuğunun popüler tarzda yazdığı eser denilemeyecek kalitedeki kitabının imza günündeki insan kuyruğu, elli yılını düşünceye adamış adama gösterilmiyor. Edebiyat dünyası çok kıskanç ve zalim! Bugün çok popüler olan şair ve yazarlardan yarına ancak üç beş kişi kalır yahut kalmaz. Koca Fuzuli'yi birkaç dizeyle hatırlıyoruz. Gerisi yok! Akademiye bakıyorsunuz, onlarda dost ahbap ilişkisi içinde tez hazırlattırıyorlar. Falan şairin şiirinde kadın, şehir, hayvan vs. Bunlar tez değil. Benim liseye giden oğluma desem bir şairin şiirindeki kadın temasını bul diye, o da bir tez yazar. Bugün hiç olmadığı kadar edebiyat dergisi yayınlanıyor. Bir taşra şehrinde üç dört dergi yayınlanıyor. Peki, bütün bunların edebiyatımızda bir karşılığı var mı? Bence Yok! Ben birkaç yazımda sadece dokundurduğum üstatlar oldu, yazılarımı yayınlamadılar. Yalnız tanrıyı değil insanları da kutsuyorlar. Bu yüzden iyi roman, iyi hikâye, iyi şiir çıkmıyor. Özellikle şiir muhafazakârlığı sevmez. Şiir içten gelen en özgür sestir. Onu kutsallarla kısıtlarsanız mütedeyyin bir metin çıkar meydana, şiir çıkmaz. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim bizim edebiyat dünyamızın içi gâvur mahallesi, dışı Müslümandır! Alanda eleştiri yapanlara gelince; eleştirel metinler yazan Mustafa Celep'i'i biliyorum. Ayrıca Osman Özbahçe, Ali K. Metin, Hayriye Ünal, Celal Fedai şiir üzerine kafa yoran, ciddi eleştiri yapan kıymetli birkaç yazar.
Şiir, kurucu bir unsur olarak geçmişten günümüze birçok toplumun duygu ve düşünce bütünlüğü içerisinde hareket etmesini sağlayan bir etkiye sahiptir. Bu bakımdan şiirin kurucu rolü üzerinden kültür ve medeniyet okumaları nasıl yapılabilir.
Bana göre iyi bir şair, iyi bir yazarın iki önemli özelliği olmalıdır. Birincisi iyi bir felsefesi ve iyi bir teolojisi. Bu ikisi olmadan ne iyi bir yazar olunur ne iyi bir şair. Batının bütün büyük yazar ve şairlerinin hem teolojileri güçlüdür hem felsefeleri. Aydınlanmayı dahi felsefesi güçlü papazlar, teolojisi güçlü düşünürler yapmıştır. Batı klasiklerin bakınız en ateist yazarın dahi eserlerinde çok güçlü bir teolojik zemin vardır. Birçok klasik eser adını ve ilhamını Kitap-ı Mukaddes'ten almıştır. Andre Gide'in "Dar Kapı" İncil'deki bir ayete geçer. "Pastoral Senfoni"si bir papazı anlatır. Hugo'nun "Sefiller"i, İncil'in "sevgi ve erdem" kavramı üzerine kurgulanmıştır. "Notre Dame'in Kamburu" bir ortaçağ kilise eleştirisidir. Kazancakis'in "Allah'ın Garibi" bir keşişi, "Günaha Son Çağrı" Hz. İsa'yı anlatır. Kierkegaard'ın, "Korku ve Titreyiş"i ise Hz. İbrahim'i ve oğlu İshak'ı kurban etmesini anlatır. Tamamen Kitab-ı Mukaddes eksenlidir. Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Bizim edebiyatımıza baktığımızda en büyük edebiyatçılarımızın sokaktaki Müslüman kadar ilmihal bilgisi yoktur. Din cahilidirler. Bir tek Yakup Kadri vardır, o da Kuran'ı değil Kitab-ı Mukaddes'i çok iyi bilir. "Sodom Gomore" romanın adı dahi Kitab-ı Mukaddes'ten ilhamla metaforik olarak kaleme alınmıştır. Bir toplumun dili ve kutsal kitabı o toplumun kurucu unsurudur. Bu unsurlar aynı zamanda edebiyatını, şiirini belirler. İyi bir şiir yazabilmek için toplumu meydana getiren kurucu unsura hâkim olmak gerekir. Bizde büyük şair, büyük romancı çok az çıkmasının nedeni işte bu kurucu unsurun zayıf olmasıdır. Bugün bir medeniyet tasavvurundan bahsediyorlar ancak bu tasavvurun ne olduğunu ortaya koyan bir metin, bir eser, bir şiir yok. Çünkü medeniyet kültürden doğar. Kültür ölür medeniyet olur. Dolayısıyla şiiri besleyen kültür, kültürü besleyen şiir olmayınca medeniyet de olmaz! Burada ne şiirin ne de medeniyetin etkisinden bahsedebiliriz.
Şiirde usta-çırak ilişkisi bağlamında bu ilişkinin eğitim-etki/gölge riski üzerine neler düşünürsünüz?
Şahsen ben usta çırak ilişkisine inanmıyorum. Bir insan doğuştan ya şairdir ya değildir. Eğer bu iş doğuştan olmamış olsaydı ümmi halk ozanlarını nasıl değerlendireceğiz. Adamların okuma yazması yok şiir söylüyorlar. Hem de benim diyen edebiyatçıdan daha derinlikli daha içten. Bugün hayatında tek bir aruz, tek bir hece şiiri yazmamış adam serbest şiirle meydana çıkıyor. Bu iş usta çırak ilişkisiyle olmaz ama dünden bugüne şiirimi okuyup içselleştirmek gerekir. Büyük şairleri okumak gerekir. Ama bu demek değildir ki onun önünde çırak olmak. Şiirin künhüne vararak okuyanlar şiirin ne olduğunu bilir ve ona göre şiir yazar. Şiir usta çırak ilişkisi içinde sürerse, şair kendisi olamaz. Çünkü şairler etkilenen varlıktır. Şiirlerinde hep ustasının izi kalır. Şahsen ben büyük şairleri ezberlercesine okudum. Ancak sonradan dönüp bakmadım. Onların ne yazdıkları konulara ilgi duydum ne de onlar gibi yazmaya özendim. Kendi hayatımdan ilham alarak yazdım ki özgün olayım. Usta çırak ilişkisi içinde yürüyen şiir sıkıntılıdır.
Folklor şiire düşman mıydı hala öyle midir?
Şiirin folklora düşman olduğunu söylen Cemal Süreya, şiirini folklor ile besleyen Ahmet Arif'i şiirde göklere çıkarmıştır. Şiir folklardan faydalanır ama folkloru şiire sokarsanız, şiire düşman olur. Bu ikisini birbirinden ayırmak gerekir. Bence folklor yalnız şiire değil, şehre de düşman. Yalan ve efsaneden beslenen bir şehir hakikatle yüzleşemez. Çünkü folklor şehirseviciliktir. İnsanı şehre hapseder. Şiir için de folklor tehlikelidir. Folklordan beslenerek metafor, imge, imaj oluşturup şiirinizi kurabilirsiniz. Ama folkloru olduğu şiiri koyarsanız, o şiir olmaktan çıkar. Ahmet Arif bunu çok iyi becermiştir:
Örneğin
"Açılıp yol verir şehir
Sade radyolarda bir gamlı hava
"Elaziz uzun çarşı"
Şiirinde bir türküye gönderme var ama türkü yok. Yine;
"Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye"
Şiirinde geleneğe yer veriliyor. Folklor olduğu gibi şiire girmiyor. "kürek değil, mavzer tutar Urfalı Nazif" derken de bir halk kahramanına gönderme yapar. Bütün bunlar folklordan beslenmektir ama folklora teslim olmak demek değildir.
Roman, hikâye/öykü yazarların birbirleriyle çekişmeleri pek gözlemlenen bir durum değilken şairlerin çekişmeleri, Türk edebiyatında en sık rastlanan bir durum olarak görülmektedir. Şiirin ve şairlerin çekişmeleri hakkında neler söylersiniz?
Şiir edebiyat dalları içinde, özellikle de bizim medeniyetimizde en önemli, en özel bir sanattır. Kadim medeniyetlerde şairlerle kâhinler, hatta peygamberler aynı görülmüştür. Bunun nedeni ilham ile vahiy arasındaki ince çizgiden kaynaklanır. Şiirin ruhsal, sezgisel bir yönü olduğundan şairler kendilerini tıpkı peygamberler gibi seçilmiş görürler. Çünkü şairlik dışında diğer sanat dalları çalışılarak elde edilir ancak şiir yaratılıştan var olan bir haslettir. Bu yüzden şairler kendini hep ayrıcalıklı ve sütün görürler. Bir de buna sanatçılık gurur ve kibri eklenince gerisini siz düşününüz. Şairlerin birbiriyle kavgalı olması şiirlerinin gücüyle orantılıdır. Her şair kendini devrinin büyük şairi görür. Oysa kaderin üstünde bir kader olduğu gibi şairin üstünde bir şair vardır…
Bana böyle bir imkân verdiğiniz için teşekkür ederim